HER ŞEYİN BİR ANLAMI VAR
Psikiyatri profesörü Kemal Sayar’ın Timaş Yayınlarından yeni bir kitabı daha çıktı. ‘Her Şeyin Bir Anlamı Var’. ‘Yavaşla’ ve ‘Merhamet’ adlı kitapların devamı niteliğinde yazılan bu son kitap da diğerleri gibi ‘neden daha fazla mutsuzuz, mutsuzluktan çıkmak için ne yapabiliriz ve hayatın anlamı nedir’ sorularına cevap aramaya devam ediyor.
Yıllar önce Kemal Sayar’ı hasta olarak ziyaret ettiğimde o bitmek bilmeyen ilk seans ağlayarak geçmişti. Uzun bir süre sonra bu kez söyleşi için bir araya geldiğimiz ilk dakikalarda kahkahalarla gülmeye başlamıştık bile. “Bu yazıları hem kendime hem de kendim gibi ruhlara bir şifa mektubu niyetine yazıyorum” diyen Kemal Sayar’ın ‘Her Şeyin Bir Anlamı Var’ adlı kitabını okumak da bana yeniden şifa vermişti anlaşılan.
Kitabınızın adı ‘Her Şeyin Bir Anlamı Var’, peki, size göre hayatın bir anlamı var mı?
Elbette var, ama söylemem. (Kahkahalar)… Gertrud Stein diye bir yazar var ve hayatı boyunca da hep ‘cevap neydi, cevap neydi?’ diye soruyor. Ölüm döşeğindeyken üstadın öğrencileri yanına çöküp “lütfen söyleyin, cevap neydi, cevap neydi?” diye sorunca üstat onlara dönüp “soru neydi? diyor. Kahkahalar… Hayatın muhakkak bir anlamı var. Bunu herkesin kendisi keşfetmeli. Kimse bir başkası için doğru yaşamanın vaadini veremez, onu propaganda edemez. Bir anlam duygusuna yaslanarak yaşayan insanlar daha huzurlu ve iç tatmini yüksek insanlardır. Yaşadığı hayatı hiç sorgulamayan, onun içinde saklı olan anlamı keşfetmeye yanaşmayan insanlar, görünüşte ne kadar mutlu olsalar da içeride büyük bir boşluk duygusundan muzdariplerdir.
Herkesin sırrı kendinde gizli yani, hayatın anlamını bulmanın da bir formülü yok…
Valla bazen sadece aramak bile yeter. Bir şeylerin peşinde olmak insana kafi derecede mutluluk ve enerji verir. O yüzden Sufi’lerin, ‘Her arayan bulamaz, ancak bulanlar sadece arayanlardır’ sözünü çok seviyorum.
Gençlerle yaptığınız terapilerde hayatın anlamı üzerine ne düşünüyorlar?
Bir ümitsizlik ve anlamsızlık salgını görüyorum. Gençlerin önemli bir kısmında yılgınlık ve nihilizm var. Niye yaşadıklarının cevabını bulamıyorlar. Bir grup genç ‘Trendy’ akımlara kapılıyor, marka giyiyor, çok harcıyor ve yeme-içme mekanlarında dolaşarak kendilerini gösteriyor. Yoksul ailelerin çocukları ise içlerinde çok büyük bir öfke biriktiriyor. Şiddet kullanarak dünyayı dönüştürmek gibi bir projenin parçası olabiliyor ya da çok ezik ve çaresiz kalıyorlar.
‘MUTLU AŞK’ ACIYI VE ÖFKEYİ KABULLENMEKLE MÜMKÜN
Günümüzdeki gençler için bırakın hayatı, aşkın bile anlamı yok gibi…
‘Issız Adam’ filminde sevemeyen, ilişkilerinde tam bir derinlik yaşayamayan bir erkek tipolojisi anlatılıyordu. Bugünkü topluma baktığınız zaman aşkın da bir anlam kaybına uğradığını görüyorsunuz. Aşkın da içeriği boşaltılmış durumda. Sadakatsiz beraberlikler ortaya çıkıyor. İlişkiler sadece fiziksel yakınlaşma üzerine dayalı. Günümüz insanı aşkta da, kadın erkek ilişkisinde de yüzeyselleşiyor.
‘Mutlu aşk yoktur’ sözü tam da günümüze uyan bir durum değil mi?
İnsanlarda tahammül duygusu ve ilişkilerde derinleşme olmadığı için aşk da sadece tutkudan ibaret hale geliyor. Halbuki; tahammül duygusuyla, fedakarlıkla aşk yücelir ve kanatlanır. Bu duyguları kaybettiğimiz için aşk da kirlenmeden nasibini alıyor.
Mutlu aşkın formülü olsa…
Hayatın formülü yoktur ki aşkın olsun. Herkes formülünü kendi başına yapmak zorunda. Kişiye özel reçete gerekir. Mutlu aşkın sırrı da her insan için ayrıdır. Kafanızı duvarlara vura vura bazen acı çeke çeke hayatın manasını kavramanız gerekebilir.
Kitabınızda başka bir dünya mümkün mü diye soruyorsunuz, ben de mutlu aşk mümkün mü diye sorsam?
‘Mutlu aşk’, aşkın içindeki acıyı, öfkeyi ve ayrılığı kabullenmekle mümkün. Aşkı, tamamen acısız ve çok tatlı bir kendinden geçme hali olarak tanımlarsak onun gerçek olmayan bir aptallık hali olduğunu düşünürüm.
YALNIZLIK MUTSUZLUĞU GETİRİYOR
Mutluluk dediğimiz şey ya geçmişte kaldı ya da ileri bir tarihe ertelendi. Genç, yetişkin herkes çok mutsuz…
Söylediğiniz tespit çok önemli. Batı dünyasında yapılan istatistikler gerek gençliğin gerekse genel manada insanlığın geçmiş çağlara göre çok daha mutsuz olduğunu gösteriyor. Daha büyük arabalarımız, bilgisayarlarımız, cep telefonlarımız var, evlerimiz daha sağlam ama neden daha mutsuzuz? Bu soru pek çok ruh sağlığı bilim adamının ilgisini çekiyor. İnsan ilişkisini kaybettiğimiz için daha fazla mutsuzuz. Belki daha güzel evlerde oturuyoruz ama komşularımızı tanımıyoruz. Daha büyük şehirlerde yaşıyoruz ama dostlarımıza ulaşamıyoruz. Arabalarımıza binip daha uzaklara gidebiliyoruz ama bayramlarda sevdiklerimiz ziyaret etmiyoruz da tatil yörelerine kaçıyoruz. Yalnızlık mutsuzluğu getiriyor. Sufi’lerin söylediği gibi ‘şimdi ve burada anın çocuğu olmak’ çok önemli. Ne geleceğe ertelemek ne de geçmişe sığınmak, burada ve şimdi dolu dolu yaşamak. Bunu yapabilirsek ne ala.
Mutluluk belki de yanı başımızda ama onu niye göremediğimizi anlayamıyorum?
Şartlamalarımız, bakma biçimlerimiz neyi nasıl gördüğümüzü çok etkiliyor. O yüzden bakışlarımızı güzelliğe ayarlamamız gerekiyor. Hayatın içinde saklı olan mucizeleri her gün görebilmek, ufak şeylerden büyük tatlar alabilmek lazım. Yani şu yaprakların yeşermesi ve sararması bence büyük bir lezzet. İnsan hikayelerine ortak olmak da çok keyifli. Başka insanları dinlemek, paylaşmak, dertlerine ortak olmak çok güzel bir şey. İnsan ilişkisini sıcak tutan biri hayatı her zaman hayret ve mucize duygusuyla yaşar.
SECRET TÜRÜ KİTAPLAR HER ŞEYİ YÜZEYSELLEŞTİRİYOR
Hayata ilişkin soruların cevaplarını Sufi öğretisinde bulabileceğimizin ipuçlarını ilk kitabınızdan beri veriyorsunuz… Mevlana’nın söylediklerini şimdilerde moda olan Secret’vari kitaplar söylüyor…
Söylediğiniz gibi onun çok daha derini Mevlana’da var. Yunus’a baktığınız zaman bir umman görüyorsunuz. Hakikaten bu toprakların bilgeliğine çok dikkatli bakmak gerekiyor. ‘Secret’ her şeyi yüzeyselleştiriyor ve pazarlanabilir bir hale getiriyor. Biraz kazıyınca arkasında büyük bir boşluk görüyorum.
Secret’vari kitaplar insanı hem paranoyaklaştırıyor hem de insanı insandan uzaklaştırıyor. Arkadaşlarımın yanına biraz üzgün gitsem “enerjimizi düşürme” diyorlar…
Bu durum insanın başına kötü bir şey geldiği zaman kendini suçlamasına da yol açıyor. Mesela kişi “Allah kahretsin, çok büyük kötülük yaptım ve kanser oldum” diye düşünmeye başlıyor. Bu çok çok yüzeysel ve çok saçma bir akım. Bunlarla mücadele edip insanların ‘yüzeysel manevi reçetelerle’ kendilerini kandırmalarını önlemek lazım. Geçmişinde Hacı Bektaş-ı Veli’si, Yunus Emre’si, Mevlana’sı olan bir toplumun ‘The Secret’ gibi aptal şeylere hiç inanması gerekiyor.
BİZLER DE DOKTOR OLARAK DERTLİ İNSANLARIZ!
Neredeyse anne karnından başlayarak aldığımız yaralara çare var mı?
Nietzsche “beni öldürmeyen yumruk, beni daha güçlü kılar” diyor. Hayat bir problem çözme sürecidir. Bazen yaşadığımız zorluklar bizi daha sonrakilere karşı daha akıllı kılar böylece daha kolay çözüm yolları bulabiliriz. İnsan hiçbir zaman çocukluğunun kurbanı değildir, bugün psikolojide ‘düzeltici duygusal yaşantılar’ diye bir kavram var. Böylece çocuklukta yaşadığımız travmalar ilerleyen hayatımızda yaşadığımız güzel deneyimlerle dengelenebiliyor.
Hayat teselli bulmaktır bölümünde “bizler de doktor olarak dertli insanlarız” diyorsunuz, siz yaralarınızı nasıl sarıyorsunuz? Biz size geliyoruz da siz kime gidiyorsunuz?
Valla biz de dostlarımıza koşuyoruz. Sevdiğimiz insanlarla bir araya gelip onlardan bizi dinlemelerini bekliyoruz. Biz de birilerine bir şeyler anlatmak istiyoruz. O yüzden psikiyatristlerin ve psikoterapistlerin dertsiz insanlar olduğunu düşünenler yanılıyorlar. Tam aksine onlar da gayet dertli, hayatın içinde dertlerine çare arayan insanlardır.
HORMONLU ÇOCUKLAR
Hormonlu çocuklar; duygusal olarak hazır olmadan çok fazla şişirilmiş, çok fazla pohpohlanmış, her şeyi yapabileceklerine inandırılmış çocuklardır. Anne ve babalar çocuklarına baktıklarında kendi güç ve azametlerini görmek istiyor. Bu ‘proje çocuklar’ o kadar çok öne çıkarılıp erişkin projesi haline getiriliyorlar ki çocukluklarını yaşayamıyorlar. Duygusal hayatlarını yaşayamıyorlar ve mükemmel bir varlık olduklarına inandırılarak büyütülüyorlar. Sonra bu çocuklar hayata çıktıklarında kendilerinden daha zeki, daha yetenekli ve daha yakışıklı çocukların olduğunu görünce büyük bir hayal kırıklığı yaşayıp depresyona giriyorlar. Hatta bir kısmı baş edemem duygusuyla hayattan çekiliyor. Çocukları hayatın içinde, hayatın dertleriyle haşır neşir, kendisinin en yakışıklı en zeki olmadığını bilen, başka insanlara saygı duyan organik çocuklar olarak yetiştirmeliyiz.
HASET DUYGUSU İNSANI MUTSUZLUĞA HAPSEDER
Türkiye’de çok yarışmacı bir haset kültürü var. İnsanlar kendi yaptıklarına değil
başkalarının yaptıklarına bakıyor. Kendimizi bu duygudan yaptığımız işi severek ve hayallerimizin peşi sıra giderek koruyacağız. Bir başkasının ne olduğu ve ne yaptığı beni niye ilgilendirsin ki? Ben kendi yaptığıma ve kendi olduğuma bakarım. Herkesin kendi iç yolculuğuna bakması lazım. Nereden nereye geldiğimize ve neyi ne kadar başardığına bakarsak kendimizi haset kültüründen sıyırmış oluruz.
TANRILIĞA SOYUNMAK MUTSUZLUĞUN EN KÖTÜSÜDÜR
Mutlu olmanın formüllerinden bir tanesi de hiçbir şeyi o kadar çok ciddiye almamak, her şeyin gelip geçeceğini bilmektir. Kendimizi aşırı derecede ciddiye aldığımızda hayal kırıklıkları ve üzüntüler yaşıyoruz. Biz koskoca okyanusta bir damlayız ya da sahilde bir kum tanesiyiz. Hayatta güzel şeyler yapabildiysek ve başkalarının hayatlarını güzelleştirebildiysek ne mutlu bize. Yeryüzünde tanrılığa soyunmak mutsuzluğun en kötüsüdür.
14 Kasım 2009 Cumartesi
KEMAL SAYAR
Etiketler:
ego,
haset kültürü,
hayatın anlamı,
hormon,
kemal sayar,
mutlu aşk,
mutluluk,
secret
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder