14 Kasım 2009 Cumartesi

LEVENT ERDEN

BANA ‘GOOGLE’ DİYORLAR

Okan Bayülgen’in hazırladığı Sade Vatandaş programında yaptığı yorumlarla ‘bu her şeyi bilen adam da kim’ dedirten ve adından pazarlama gurusu diye söz edilen Levent Erden aynı zamanda NTV’de yayınlanan ‘Şehrin Şifreleri’ adlı programın da yaratıcısı.


Bilgi Üniversite’sinde pazarlama iletişimi, tüketici davranışları, marka yönetimi dersleri veren Levent Erden ile şehrin şifrelerinden ilginç sokak isimlerine, sigara yasağından aşk cinayetlerine kadar her şeyi konuştuk.


Sizi ilk izlediğimde “bu adam galiba ekonomist, yok, pazarlamacı, galiba reklamcı, yok yok sosyolog” deyip ne olduğunuzu çözememiştim sahi siz bunların hepsi misiniz?

Öyle bir iddiam yok. Ne iş yapıyorsun diye sorduklarında maalesef snopluk dahi olsa ben bir marketing’ciyim demeyi tercih ediyorum. Marketing mesleği ile ilgili her şeyi yaptım. Türkiye’de Loreal’i kurdum, reklamcılık yapıyorum, üniversitede marka dersi veriyorum. Gerisi benim, yani mesleğim değil.

Vücudunun herhangi bir yerine basıldığında her türlü soruya cevap verebilecek ayaklı kütüphane gibisiniz. Okan Bayülgen’in size olan hayranlığı ekrandan bile o kadar çok belli oluyor ki...

Şirkette bana ‘Google’ diyorlar zaten. Okan çok rahat konuşabilen, süper profesyonel biri. Hem televizyoncu hem eğitimli bir tiyatrocu hem de entelektüel olarak süper bir adam. NTV’de yaptığımız program oyun alanımızı nispeten genişletiyordu sadece ikimiz olduğunda neredeyse saha kenarındaki çizgiler kalkıyordu. İstediğimiz yerde oynuyorduk.

Nasıl böyle olduğunuzu merak ediyorum. Uyanır uyanmaz kitap okumaya mı başlıyorsunuz?

Yok ya, sadece merak ediyorum. Birçok Galatasaraylı gibi olayların çeşitli taraflarından bakmak gibi bir disiplinle büyüdüm. İkincisi benim kendi hayat felsefem; etrafımla olan alışverişimi, ilişkimi ne kadar fazlalaştırırsam o kadar yaşadığımı hissediyorum. Belki bir tek konunun uzmanı olmak var ama dinlediğim müziği de, yediğim yemeyi de merak ediyorum. Kullandığım aleti de, önünden geçtiğim binayı da...

Peki, sizin bilmediğiniz bir şey var mı?

Var tabii. Mesela otomobille çok fazla ilgilenmem. Bazıları için araba seks objesi gibidir benim için sadece binilip gidilecek bir araçtır, onun için de hiçbir detayını bilmem.

Karmanyola ne demek diye sorsam…

Karmanyolacılar var hala desem. Kahkahalar…

Kadınlarla sohbetiniz nasıldır?

Bilmem, bugüne kadar yeterince boşandım ve üç tane çocuğum var.

Üç kadın, üç çocuk mu?

İki evlilik, üç çocuk. Zor bir adamım, beni çekmek ve benim de kimseyi çekmem kolay değildir.

BU ŞEHİRLE SEVİŞMEKTEN HOŞLANIYORUM

Ofisinizin manzarası muhteşem, buradan bakınca içiniz sıkılıyor mu yoksa açılıyor mu?

Benim içim sıkılmaz, birincisi Galatasaray mezunuyum ve buradan bakınca o binayı görebiliyorum. Şehri çok seviyorum ve her mevsim ayrı bir güzel görünüyor. Burada merak edecek çok şey var. Mesela çatısı aşağı doğru inen yüksek bina yönüne bakın, orada turkuaz bir kubbe göreceksiniz. Onlar üç tane katolodya çatı kilisesi ve onu ancak bu yükseklikteki binadan görebilirsiniz. Gördüğünüz gibi burada hikaye ararsanız buluyorsunuz. Bu abuk subuk binaların arasında bile hayat var. Baktığınızda İstanbul Modern’i de görüyorsunuz, Tophane’yi de.

Şehrin Şifreleri adlı programınızı buradan İstanbul manzarasını seyrederken mi yapmaya karar verdiniz?

Okan’la program yaparken bu şehirle ilgili bir şeyler yapın diyordum, onlar da “sen yap” dediler. Ben de kabul ettim, zaten hobimi yapıyorum. Çünkü bu şehirle sevişmekten hoşlanıyorum. Şehri sevmezsiniz, onunla sevişirsiniz. Her türlü sevişmek gibi bu da emek ister. O emeği verdiğinizde karşılığında bayağı bir şey alıyorsunuz. Onun için bunu biraz daha fazla insanla paylaşmaya gayret etmeye çalıştım.

Sevişmek deyince size göre İstanbul’un cinsiyeti nedir?

İstanbul saatine, gününe, yerine göre cinsiyetini değiştirebilir durumda. Bırakın cinsiyetini kişiliği bile değişiyor. Bazı yerlerde çok baskın, tanımlayıcı, bazı taraflarda çok edilgen, çok kırılgan ve sizin onunla ince bir şekilde ilgilenmenizi gerektiriyor. Bazı yerleri çok çocuksu bazı yerleri yaşlı ve konservatif. Şehrin durumuna, havanın rengine, ışığına göre değişen bir yer. O kadar büyük farklılığı aynı anda bulabilmek çok ilginç ve çok zevkli.

Şehrin ilginç şifrelerinden birini anlatsanız…

Geçenlerde Balat’a gittik ve orada her dükkandaki insan üçüncü jenerasyondandı. Yani bu insanların dedeleri de babaları da aynı dükkanda aynı işi yapmış. Hepsi çocukluk arkadaşları, babaları da çocukluk arkadaşı. Küçük kasabalarda bile kalmamış bir şeyin, İstanbul’un ta göbeğinde, üç dört nesildir yaşanıyor olduğunu görmek gerçekten önemli. Öte taraftan bakıyorsunuz, şehirde 1860’a kadar Ceneviz Surları var, halbuki biz o surların varlığından bile haberdar değiliz. Şehrin altı tamamıyla mazgallarla örülü, duvarlar, kuleler ve dehlizler yani tipik Ceneviz mimarisi şeklinde. Şehirde bunların olduğunu da bilmek lazım.

Size en çok etkileyici gelen şifre…

Her şey çok etkileyici, geçenlerde Haliç Tersanesi’ne gittik. 1800’ün başında yapılmış havuzlar var, bugün hala oralarda şehir hatları vapurları tamir ediliyor. 550 yıllık bir tersane ve 250 yıldır aynı havuzda bu işlerin yapılıyor olması gerçekten çok ilginç. Hayret verici. Şehrin aslında denizle büyük bir ilgisi var. Osmanlı’nın denizle büyük bir ilgisi var bugünkü denizle olan ilginin sorgulanması gerekiyor.

Denizle ilgili sorgulanması gerekiyor derken niye kirlettik, değerini bilemedik gibi mi?

“Ya burada bunlar vardı, tüh, kayboluyor gidiyor” geyikleri sıktı artık. Bunları devletten beklemek enayiliktir. İnsanlar bakmıyor, sahip çıkmıyor ve ilgilenmiyorsa o zaman tabiat boşluk kabul etmez, başka bir şeye dönüşür. Çok basit bir şey söyleyeyim boğaz boğaz diyoruz, hafta sonları bütün millet boğazı gezme sevdasına araba içinde ‘dur kalk, dur kalk’ yapıyor. Boğaz vapuruna bindiğinizde yüzde doksan beşin yabancı turist olduğunu görürsünüz. Niçin bu denizden aynı keyfin yapılması düşünülmez? Ortada bir deniz var, üstüne üstlük bir boğaz turuna verilecek para da çok fazla değil. O kadar benzini dur kalk yaparak zaten harcarsınız.

Sahilde arabayla geçerken yalılarda oturanlara bakıp iç geçiririz dediğiniz gibi bir vapur biletiyle herkes faydalanabilir…

Vapurla sabah onda çıkıp akşam altıda geliyorsunuz ve muhteşem bir şey. Hepimizin zengin olduğumuzun farkına varması lazım. Zenginlik işte orada duruyor ama onu kullanırsanız zenginsiniz demektir. Bu şehirde yaşayan insanların hangi gelir grubuna ait olurlarsa olsunlar zengin olduklarını hissetmesi gerektiğini düşünüyorum. Üstelik bayağı zenginiz, öyle böyle değil.

Yaşasın, bu şehir bizim ve çok zenginiz…

Hakikatten öyle. Zevkini çıkarttığınız sürece zenginsiniz. Bugün trilyonlarınız olup bir kenarda oturuyorsanız da zengin olduğunuzun bir anlamı yoktur. Elinizdeki nimetlerini kullanırsanız, kendi işinize yarar bir hale getirirseniz onun bir değeri vardır.

SİZ DE BENİ HER KONUDA KONUŞTURDUNUZ

Bana sigara yasağı yüzünden bu insanlar çıldırır gibi geliyor, siz ne düşünüyorsunuz?

Sigara yasağını kişisel olarak bir zulüm addediyorum, bir de devlete bu kadar çok vergi verirken devlet zulmü çekiyorum.

Mesela bir başkasının canına kast eden hızlı araba kullanma, hatalı sollama yapanlara şöyle eşek yüküyle bir ceza kesilse daha anlamlı değil mi?

Sonuç olarak sigaradan dolayı çıkan hastalıkların tedavisi de devletin sırtında bir yüktür. Çünkü sigaranın neden olduğu zararları gidermek üzere devletin cebinden inanılmaz derecede para çıkıyor. Bu yasağın dozu artarsa da illegalite artar bu yüzden dozun da iyi ayarlanması gerekiyor.

Aşk cinayetleri için ne düşünüyorsunuz?

Bunlar vardır, olacaktır da. Bunların yeni türemiş olması söz konusu değil. Medyada geniş dozda yer alması yeni bir durum. Bunlar hepimizin bildiği boktan üçüncü sayfa haberleriydi.

Bazı kesimlerden tepki almasına rağmen Münevver Karabulut cinayetinin film yapılması bile düşünülüyor…

Ne filmler yapılıyor, bu da yapılır. Bunlara karşı çıkmanın anlamı yok, gitme abi o zaman bu filmlere.

Belki de gündemde kalması daha iyi…

Sonuç olarak belli insanların anayasaya aykırı güçlere sahip olmaması gerekiyor. Herkes kanunların önünde eşit olduğunu hissetmek istiyor. Dolayısıyla bu tür haberlerin yer alması önemli. Bir yandan öldürme şeklinden rahatsız olurken bir yandan da kim olursa olsun bir adamın parası olsa da cinayetin üzerini kapatamadığı gerçeğini hissetmesi insanları rahatlatıyor.
Bunun bir tür teröpatik yanı var.

Eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Siz de beni her konuda konuşturdunuz. Ne istiyorsanız onu cevaplarım. Biliyorsunuz ben nereye basarsanız oradan konuşan bir adamım. Kahkahalar…

Kızdınız mı?

Yok kızmadım. Ben yeni yeni farkına varıyorum insanların hayranlığına.

2010 DİYE BİR ŞEY KALMADI

2010 kültür başkenti üç beş tane iyi niyetli ve özverili birkaç sivil girişimci sayesinde sonra da elbirliğiyle özellikle de regülasyonun burnunu sokmasıyla berbat oldu ve 2010 diye bir şey kalmadı. On dört milyon insanın bu şehirle ilişkisini sağlayabilecek önemli bir projeydi. Çok iyi niyetle başlamıştı ama maalesef burayı yönetmeye kalkışanlar bunu göremedi.

Bu projede sizce aksayan neydi?

Bir stratejisi yoktu ve herkesin kendi 2010’u vardı. Ayrıca kişisel çıkar ve beklentiler de işi zora soktu. Halbuki çok fazla sivil toplum kuruluşu katılmıştı ki; sivil toplum kuruluşlarının en güzel tarafı kişisel hırs ve beklentilerden uzak olmasıdır ama maalesef regülasyonun tanımladığı bir yapıda, regülasyonun klasik alışkanlıklarına sahip insanların yönetmeye çalıştığı bir yer haline geldi. Takım olan yerlerde iyi oyun oynanır, herkesin bireysel oynadığı hatta aynı formayı giymeden takım olmaya çalıştığı yerlerden hiçbir şey olmaz.


BİR HANIM BİN DOLARLIK İÇ ÇAMAŞIRINI NİYE ALIR?

Tüketici davranışları dersi veriyorsunuz ne demektir bu?

Mesela bir hanım bin küsur dolarlık iç çamaşırını niye alır? Bunu diğer kadınlar görmez, erkekler oraya kadar geldiğinde zaten ilgi oradan kaymıştır. Sizin de saçınızdaki mor renk ben göreyim diye değildir, aynadaki görüntünüzle olan ilişkiniz sizin için çok daha önemli. Saçınızdaki morları görüp ya deli ya da ne acayip kadın diyebilirim ama bunlar sizi ilgilendirmez. Çünkü aynaya baktığınızda kendinizi nasıl daha farklı hissetmek istediğinizle ilgili bir durum söz konusu. Yani ‘buna layığım, aferin ben’ demektir. Klasik olarak çalışan bir kadın olsaydınız döpiyes, beyaz bluz ve boktan inci kolyenizle dolanırdınız. Bankada çalışsaydınız ne olursa olsun o mor rengi saçınıza süremezdiniz. Ne yaparsanız yapın bu kolyeyi sadece hafta sonları takabilirdiniz. Tüketici davranışları bu işte. Artık alışkanlıklarımız da kendimizi iyi hissetmek üzerine kurulu.


BEYOĞLU’NUN ADI BALYOS’TAN GELİR

Gümüşsuyu’ndaki sokaklar çok ilginçtir mesela Alman Konsolosluğu’nun yanındaki sokağın adi ‘çifte vav’dır, onun bir altındaki sokağın ise ‘bağ odaları’dır. Çifte vav yeniçeri sembolüdür ve dolayısıyla bütün yeniçeri odalarını o taraflara atmışlardır. Bağ odaları işte yeniçeri odalarıdır, insanlar eğer orada bir bağ bekliyorlarsa yanılırlar. Biraz eşelediğinizde altından çok daha fazla ilginç şeyler çıkmaya başlıyor. Beyoğlu’nun adı Balyos’tan gelir çünkü Balyos’un oğlu burada oturur, ‘Balyos’ bey anlamına geldiği için ve bey oğlunun burada konağı olması nedeniyle zaman içinde Beyoğlu olmuş. Bunun gibi fazlaca isim var ve bunun niye olduğunu insanların merak etmesi gerekir.

Hiç yorum yok: