ARTIK ACI EŞİĞİM YÜKSELDİ
On parmağında on marifet olan Meral Okay ‘Bir Bulut Olsam’ dizisinin hem senaryosunu yazıyor hem de dizide Doktor Serdar’ın annesini oynuyor. Elini attığı her şeyi başarıyla gerçekleştiren bu kocaman yürekli, çok yönlü, keşke hiç bitmese dediğiniz hoş sohbetine doyum olmayan sanatçı ile keyifli bir söyleşi yaptık.
Meral Okay, herkesin yalnızlığını birazcık dindirebilmek için uğraştığını ve yüksek dozda sevilmek istediğini söylüyor. Hiçbir şeyin ölüm acısından güçlü olmadığını da sözlerine ekleyen Okay, kaybettiği eşi Yaman Okay için ise onu hatırlamamak mümkün değil ki diyor…
Yapımcılık, oyunculuk, yayıncılık ve senaryo yazarlığı içinde en çok hangisini yaptığınızda kendinizi gerçekleştirdiğinizi düşünüyorsunuz?
Valla bilmiyorum. Ama en son yapmayı istediğim işi biliyorum; o da kitap yayıncılığına devam etmek. Televizyon işleri dönem dönem yapılan işlerdir. Süreklilik arz eden işler değildir. Ömrümün sonuna kadar ve aklım çalıştığı sürece yayıncılık yapmayı arzu ederim tabii ki.
Senaryo yazarlığı dışında yazmayı istediğiniz öykü, roman var mı?
Bunlar hep hayal olarak küçük notlar halinde duruyor. Televizyon dünyasındaki çılgınca tempo yavaşlarsa bir süre sonra yazmayı planladığım iki tane şey var. Onları yazacağım.
Bir Bulut Olsam oldukça seyircisi olan bir dizi, sevdiğim kadın benim olmalı diyen Mustafa karakteri tam bir gözü kara, deli aşık ve birçok kadının “keşke Mustafa gibi biri de beni sevse” demesi hastalıklı bir ruha sahip olduğumuzu göstermiyor mu?
Herkes işte böyle yüksek dozda sevilmek istiyor. Dışarıya karşı daha sakin, daha olgun, daha anlayışlı sevilmeleri talep etsek de, dipten dibe hepimiz öyle bir tutkuyu istiyoruz.
Halbuki diğer tarafta Serdar karakteri gibi daha sevilesi bir adam dururken…
Aşk çok şiddetli bir şey ve o şiddeti temsil eden de Mustafa karakteri. Kadınlar acı çekse bile bir erkek sonsuz bir sadakat ve bağlılıkla bizi sevsin diyorlar. Mustafa’nın bütün derdi aşık olduğu kadına kendini sevdirmek. Küçük düşmeyi, akıl hastanelerine kapatılmayı, yalnız kalmayı göze alıyor ve o anlamda çok tutkulu, çok cesur bir âşık. Bir sürü insanın yapamayacağı her şeyi yapıyor. Sağlıklı mı derseniz, tabii ki değil. Hangi aşk sağlıklı ki?
HEPİMİZ YALNIZIZ
Sağlıksız bir aşka razı olmak aslında sevilmenin nasıl bir şey olduğunu bilmediğimizi de göstermez mi?
Bunu da bilmeden öleceğiz. (Sesini inceltip) ‘Bu hüzünlü dünya maceramızı yine bunu düşünerek bitireceğiz’. Kahkahalar… Hepimiz yalnızız ve herkes o yalnızlığını birazcık dindirebilmek için uğraşıyor.
Mustafa aşkı için başka türlü mayınların ortasına kendini atarken Serdar’ın cesareti de fiziki anlamda mayınların ortasına girebilmesi…
Aynen öyle, aynen öyle. Serdar’ın hayattaki cüretiyle Mustafa’nın ki çok farklı. Serdar kimse için mahcup olmayı göze almaz. O da hayatında ilk defa genç bir kadına bu kadar bağlılık hissetmeye başladı. Birine tutkuyla bağlı olmanın sonuçlarını göğüslemeye şu an hazır değil. Mayının üzerinde yürüyüp oradaki riski alır ama insan ilişkilerinde hele bir kadınla ilişkisinde o riski alamadı. Serdar hayata karşı daha korkak.
Bu hayatta vakit doldurduğumuzu, ne kadar çok şey yaparsak o kadar çok mutlu olup en çok da depresif hallerden kurtulacağımızı düşünüyorum. Siz de bir söyleşide “durunca canım yanar” demişsiniz. Huzursuz ruhlar mıyız dersiniz?
O eskidendi. O kadar yorgunum ki, onu bile hissetmiyorum. Kahkahalar… Artık acı eşiğim yükseldi. Sadece uyumak istiyorum. Mümkünse bir süre gözümü daldırıp öylece kalmak istiyorum.
Bana da yalnız kalmak hiç yaramaz hemen kafada tilkiler dolaşmaya başlar…
Ben o kadar çok severim ki yalnızlığı. Oo, o kadar bayılırım ki hem de yalnız kalmaya. Kendimi yalnız yakalamayı çok severim. Burada bir problem yok, yeter ki yalnız kalabileyim. Kahkahalar… Meselem yalnız kalabilmekte…
YAMAN İLK AŞKIM…
Bazı dostluklarınız için “hayat bizi karşılaştırıyor” demişsiniz hayatın sizi karşılaştırdığı başka hangi hoşluklar var ya da vardı?
Bir sürü…
Mesela Yaman Okay desem…
O ilk aşkım. İlk o zaten. Bir numara o.
Yaman Okay’ı düşündüğünüzde hala içiniz yanar mı?
Tabii. O sızı hep sürer ve hep hatırlarsın. Canım yandığında ‘ah keşke burada olsaydı da paylaşsaydık diye, iyi bir şey gördüğümde ise keşke burada olsaydı da bunu görseydi’ diye hatırlarım. Hatırlamamak mümkün değil ki.
Zaman acıyı yok etmiyor değil mi? Acı aynı acı…
Harı düşüyor ama koru duruyor yani. Biter mi hiç?
Yeri dolmaz değil mi?
Dolmaz tabii. Çünkü bir insandan doğan boşluk, bir başka insanla kapatılmaz, buna inanmıyorum. Her insan tek ve biriciktir. Yaşadığımız, tanıdığımız herkesin bizde farklı izleri var. Neyi neyin yerine koyabiliriz ki?
Peki, acınızı hafifletmeyi nasıl beceriyorsunuz?
Çalışıyorum, yazıyorum. Dönüp dönüp kendimi dinlemiyorum, çünkü onun sonu yok. Dinlesen ne olacak ki? Bir de ben hemen sıkılırım, üzüntümden de sıkıldığım için... ‘Ahh, sıkıldım’ deyiveririm bir anda. Kahkahalar…
Annem de ağlarken bir bakmışsınız kahkahalarla şarkı söylemeye başlamış…
Aynen, aynen hayat da böyle, değiştiremiyorsun ki. Belki de yaş almak böyle bir şey. Değiştiremeyeceğini öğrenmeye başlıyorsun. Ölümle karşılaşmak ve ölüme değmek bizi en çok terbiye eden şey.
En büyük acı ölüm olunca diğerleri biraz değer geçer öyle değil mi?
Hiçbir şeyin acısı ölüm acısından güçlü değil ki. Hepimiz çaresiziz.
RUHUM TEK EŞLİ
Hayatınıza başka birileri girdi mi?
Hayır. Girse de zaten anlatmam ki. Kahkahalar… Şimdi durduk yerde niye anlatılır ki bunlar? O yoğunlukta bir şey yaşamadım. Onlar her dakika karşılaşılan ve hissedilen şeyler değil. ‘Sallanmaz kiraz dalı aynı rüzgarla bir daha’. Bir de yürek bir süre sonra tembelleşir. Yalnızlık da çok da konforlu bir şey olduğu için rahat edersiniz. Arkadaşlarıma “kusura bakmayın bundan sonra bir ölümlüyle birlikte olmam” diyerek gırgır yapardım. Gülmeler… Şaka tabii. Bir de öbürü başka bir enerji, başka bir adrenalindi.
Sizin için bir yazıda en çok arkadaşlarının aşk acılarını dinler ve onlara yol gösterirdi diye anlatılıyordu, o zamanki kadın erkek ilişkileriyle bugünküler arasında bir fark var mı yoksa sorun aynı sorun mu?
Hep aynı. Babam seksen yaşına yaklaştı ve o da aynı şeyleri anlatıp duruyor. (Kahkaha atıyor.) Değişmiyor ki. İnsanların birlikte olmak için hissettiği arzu ve bu arzunun şiddeti ya da yaşadığı problemler değişmiyor ki…
Annenizle babanız birbirine çok aşıkmış, böylesine aşık anne babanın kızı olmak sizi bir çocuk, nasıl biri yaptı?
Tabii ki mutlu bir çocukluk geçirdim. Abim de, ben de annemin babamın o şefkati ve aşkı içinde büyüdüğümüz için aşka hürmet etmeyi ve aşık birilerini görünce sevinç duymayı onlardan öğrendik. Elli iki yıl süren birliktelikti ve babam hala anneme aşık. Bir ömür… Ben de herhalde bir ömür yaşardım. Ruhum tek eşli çünkü benim. Gençliğimde de aynı anda iki üç kişiyle birlikte olmadım.
Dizilerdeki öpüşme ve sevişme sahneleri için birtakım yasaklamalar üzerine konuşuluyor siz ne dersiniz?
Ne diyeyim, ayıplıyorum. Aslında çok da ciddiye almıyorum. Şu anda haberlerde, sabah programlarında ve reality showlarda insanların izlediği şeyler çok daha pornografik ve zararlı. Yoksulluk ve şiddeti gösteriyorsun, onlar daha mı az zararlı? Daha mı az günah? Kanlı testereleri gösteriyorsun, tazyikli sularla, gaz bombalarıyla oradan oraya savrulan gencecik insanları gösteriyorsun. Toplumun ahlak cıvataları mı yerinden oynuyor? Rütük zaten hata yaparsan zaten sana faturanı kesiyor. Bihter’le Behlül’ün öpüşmesi mi toplum için tehlikeli yoksa sokaklarda üretilen o şiddetin görüntüleri mi? Türkiye’nin gündemi bu mu?
Çok haklısınız, gerçekten bunlara mı kaldık!
Hakikaten buna mı kaldık ya? Kim kimin arasına yastık koydu, bunu mu tartışacağız yani! Şaka gibi. Demokratik açılımın içine yastık koyup koymayacaklarını düşünsünler. Kahkahalar… Acıtacak mı, acıtmayacak mı? Kahkahalar…
Ohhh canımıza değsin!
Evet, ben de bunları merak ediyorum, var mı? Kahkahalar… Bu meseleler gündemdeyken olanlar şaka gibi, iki tane insan öpüşmüşse ne olur? Daha çok Aşk-ı Memnu ile bizim diziye çakıyorlar.
Küçük Kadınlar dizisinde de aile içi cinsel istismar ya da evlilik dışı hamilelikler yer alıyor…
Onlara artık ‘Küçük Kadınlar’ değil ‘Küçük Fahişeler’ diyorum. Kahkahalar… Bunlar önceden de vardı. İkinci Bahar dizisinde de bir karakter evlilik dışı hamile kalmıştı. Hayatın içinde normal bir şey olarak akıyordu bunlar. Asmalı Konakta da Dicle’nin çocuğunun babası da Seymen’di. Hayatın içinde ne kadar varsa hikayenin içinde de o kadar olur. Biz bir hikaye anlatıyoruz ve hikayenin içinde bunun yeri varsa gösterilir yoksa da gösterilmez. (Sesini değiştirip) ‘şimdi önümüzdeki yedi dakika size sevişme sahnesi göstereceğiz’ diye alttan not mu geçerek göstereceğiz? Kahkahalar… Bu çocukları leylekler getirmiyor. İnsanlar gökyüzünde meleklerin katında buluşmuyorlar. Yani hayat bir şekilde akıyor. O saatte çocukların da televizyon karşısında olduğunu düşünerek bizler de filtre ederek yapıyoruz bu sahneleri. Bir silahtan çıkan kurşunla yirmi iki kişiyi öldürmek daha mı az pornografik? Dizilerde iki üç dakikadan fazla öpüştüler diye ceza keseceğine, ne oluyor, başka şeylere bakmak lazım.
UĞUR YÜCEL’İ SİZ Mİ YARATTINIZ?
Son günlerde magazin basını ile sanatçılar arasında yaşanan gerginlikler için ne düşünüyorsunuz?
Tecavüz olarak nitelendiriyorum. Büyük bir öfke tezahürü. Senin hak gördüğün birine haksızlık olarak dönüyorsa ne olacak?niye öyle bir şeye maruz kalsın. Timuçin Esen’e uygulanan şey normal mi? Kendi ruhu ve bedeni üzerinde her türlü tasarruf insana aittir, başkasına değil. O ilişkileri kuracakları insanlar belli. Bunu ayıracaklar. Zalimlik olarak görüyorum. Yok etmek, zor durumda bırakmak, o insanları mahkum etmek üzerine bir öfke ve şiddet uygulanıyor. Bizi siz yarattınız gibi genel bir kanı var ve bu da beni çıldırtıyor. Sizin yaratıklarınız farklı. Uğur Yücel’i siz mi yarattınız, olur mu öyle şey? Zaimleşiyoruz, gittikçe hoş görüsüz oluyoruz.
3 Kasım 2009 Salı
MERAL OKAY
Etiketler:
bir bulut olsam,
hoşgörü,
hüzün,
meral okay,
ölüm acısı,
senaryo,
uğur yücel,
yaman okay,
yapımcılık
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder