27 Nisan 2010 Salı

ŞEVVAL SAM

BAZEN KAYBOLMAK İSTERİM

Ahmet Boyacıoğlu’nun yönettiği ‘Siyah Beyaz’ adlı filmde rol alan Şevval Sam, kariyeri ve gücü önemserken aynı zamanda da zayıflıkları olan bir karakteri canlandırıyor. Cuma günü vizyona giren filmde Tuncel Kurtiz, Nejat İşler, Erkan Can da rol alıyor.


Film vesilesiyle buluştuğumuz Şevval Sam’la sanki 40 yıldır tanışıyormuşuz gibi uzun süren çok keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Şevval Sam bu arada yeni çıkaracağı arabesk albümünün de müjdesini verdi. Kimseye kısmet olmaz, bunu da herkese yapmam deyip çekirdek kadro arkadaş grubuna beni de dahil edip iki parçalık demosunu dinletti. Efkarlı kadınların vazgeçilmezi olacağı aşikar olan o bildiğimiz arabesk şarkılar Şevval Sam’ın dilinde bambaşka bir hale bürünmüş. Çok renkli, çok keyifli bir ruha sahip Sam’la hayata dair sohbet ettik.

‘Siyah-Beyaz’ filminiz ne anlatıyor?

Film yalnızlık teması üzerine kurulu olsa da aynı zamanda bir araya gelindiğinde bütünleşebilen bir dostluk hikayesi de anlatıyor. Bir aidiyet filmi. 25 yıldır Ankara’da var olmuş ve müdavimleri olan tam da bu hikayenin olduğu bir mekanın gerçek hikayesi.

Yalnız yaşayan ve hayata tutunmaya çalışan birini oynuyorsunuz, oynadığınız karakterin hikayesini sizden dinleyelim mi?

Kariyeri, gücü önemseyen aslında zayıflıkları da olan ve biraz maskülen bir karakteri oynuyorum. Aynı zamanda dostlarına düşkün ve kendini o mekanda daha güvende hisseden bir kadını. Bağımsızlığına düşkün tam da Siyah-Beyaz Bar’ın kadın profili.

Oynadığınız karakterin sizin hayatınızla örtüşen yanları var mı?

Öyle ihtirasları olan ve çok fazla aidiyet peşinde koşan biri değilim. Yalnızlığı severim ve yalnızlığa da ihtiyaç duyarım. İnsansız yaşayamam diye bir şey yok benim için.

Hep gitmeyi sevdiğiniz mekanlar var mıdır?

Çok sosyal biri olmadığım için sürekli takıldığım yerler yok. Ama aidiyet hissettiğim mekanlar var. Demeti Restoran mesela kendimi iyi hissettiğim bir mekan. Sahibi Demet’le birlikte kurduk belki bunun da bir etkisi vardır. Daha çok sevdiğim birkaç kişinin yanında kendimi çok iyi hissediyorum. Bazen aynı insanları görmek yorar beni ve kaybolmak isterim. Özellikle yurt dışına gittiğim zaman orada kaybolmayı seviyorum.

Neden kaybolmak istiyorsunuz? Ünlü olmanın da getirdiği bir kaybolma isteği mi?

Terapi gibi bir şey. Sokaklarda yeni bir şeyler, farklı insan yüzleri görmek ve farklı enerjilerle karşılaşmak iyi gelebiliyor insana. Hep aynı şeyleri görmek bir alışkanlık ve bir ezber yaratıyor. Sadece tanınmakla ilgili değil. Bazen bir Türk’le oralarda karşılaşmak iyi olabiliyor çünkü fazla kaybolduğunuzda da güvende hissediyorsunuz.

SORUNLARIMI KENDİM ÇÖZERİM

Yeni insanlarla tanışmayı sever misiniz?

Hayatıma yeni insan almaktan hoşlanmıyorum. Belki genç kızlıkta enerjik oluyorsunuz ve insanlarla haşır neşir olmak daha enteresan geliyor ama belli bir yaştan sonra yeni birilerini tanımak istemiyorsunuz. Yeni insanlara kendimi anlatmak duygusu yorucu geliyor. 15-23 yıl süren çekirdek kadro bir arkadaş grubum var. Bazen insanın kendine bile yalan söylediği zaman arkadaşının bunu yüzlemesi çok iyi oluyor. Bazen birbirimizi bu kadar iyi tanımak da iyi bir şey değil diyorum. (gülüyor) Aslında sırtınızı dayadığınız sağlam bir duvar. Bu işte benim için aile duygusu ya da yuva duygusu.

Çok üzgün olduğunuzda sizi kim rahatlatır? Ana kucağı mı, sevgilinin omzu mu?

Çok komik aslında… Çok üzüntülü hissettiğimde, kimsenin yardım edemeyeceğini düşünürsem kesinlikle yalnız olmayı tercih ederim. Kendimi göstermem hiçbir arkadaşıma.

Kedi gibi…

Biraz kedi gibi galiba, evet. Çünkü onlara o çaresizlik duygusunu yüklemek istemem. Bu anlamda pratiğimdir, güçlü bir bakış açım vardır ve sorunlarımı kendim çözerim. Onların bana üzüntüyle bakıyor olması üzüntümü ikiye katlar. Çok uzun sıkıntılı geçen süreçlerim olmuştur ve ortadan kaybolmuşumdur. (Gülerek anlatıyor). O çete de bir araya gelip “Şevval için ne yapabiliriz” toplantısı da yapmıştır. Fakat çözümü bendeyse kimseyi dahil etmem. Bir yorgunluktan dolayı bir patlama, deli gibi ağlama krizleri olursa ilk etapta anneme giderim. Annem yoksa da çete grubumuzdan birine mutlaka patlarım. Hemen hemen hepsine en az bir kere patlamışımdır yani.

Ablanız Şehnaz Sam’la aranız nasıldır? Hanginiz çocuksu, hanginiz daha ciddidir?

Ona çok özenirdim ve hep taklit etmeye çalışırdım. O da çok sıkılırdı. Aramız iyidir. O daha ciddi, ben biraz daha çocuksuyumdur. O daha kuralcı, ben biraz daha hovardayımdır. Daha rahat bakan ve daha toleranslı biriyim nispeten. Farklı karakterler olsak ve geçmişte çok çatışmış olsak da ortak noktalarımız var. Annemin çalıştığı dönemlerde ablamın çok emeği vardır üzerimde. Bana annelik de yapmıştır.


KLASİK ANNE FORMATINDA DEĞİLİM

Babasız çocukluk geçirmişsiniz , dezavantajı oldu mu hiç?

Genç kızlığımda bunun dezavantajını yaşadım. Kız çocuğu olarak baba nosyonunun karşılığı biraz daha belirgin olmak durumunda. Olmadığında ilişkilerinize yansıyan bocalama yaşıyorsunuz. Birtakım hatalarınız olabiliyor ama bunlar da çok öğretici oluyor. Yaşadığım her iyi ya da kötü güne teşekkür ediyorum gerçekten.

Çocuğunuzu yalnız büyüten kadınlardansınız, eşten boşanınca erkekler çocuğu da boşar ya, sizde durum nasıl?

Yalnız sayılmam. Çünkü Metin (Tekin) hep Tarık Emir’in başındaydı. Hep birbirimize yakın oturduk. Aramızda ‘sadece hafta sonları çocuğu göreceksin’ gibi şeyler olmadı. Hiçbir zaman kopukluk yaşamadık. Metin son derece sorumluluk sahibi ve çok sevgi doludur. İkimiz de zaman içinde egolarımızdan kurtulduk. Şimdi birlikte gülebiliyoruz. İkimiz de hatamızla, günahımızla çocuğumuzun annesi ve babasıyız.

Özgür ve yalnız yaşayan bir kadınsınız genelde babalara hak tanınır ama bir çocuk için anne hep ‘anne’dir ya, özel hayatınıza karışır mı ya da basında çıkan haberlere tepki gösterir mi?

Basına çıkmıyorum zaten. Yaptığım işin insanlardaki karşılığı iyi olduğu için benimle her zaman gurur duyduğunu gözlemledim. Bir hayranlık durumu var ve bu da çok güzel bir şey. Tarık Emir’le aramız gayet iyidir. İyi bir anne oğuluz. İyi arkadaşız aynı zamanda. Ben öyle çamaşır yıkayan, yemek pişiren klasik anne formatında değilim. Hayatta ihtiyacı olan bazı kriterlere ya da sistemlere dair belli bir birikimim var ve o birikimden mümkün mertebe yararlandırmaya çalışıyorum.

Eşinize küçükken “büyüyünce seninle evleneceğim” dediğiniz doğru mu?

Seninle evleneceğim demedim de, 11 yaşındayken evin içinde “Metin’le evleneceğim” derdim. 12 yaşında tanıştık ve ona “evlenmeyi düşünüyor musun” diye sordum, o da “düşünmüyorum” deyince “peki, o zaman” demiştim. Birkaç sene sonra da evlendik. Belki karmik bir şeydir, bilmiyorum. 11 yaşında bir çocuğun yapacağım dediği şeyi yapması ilginç. Hayatımda koyduğum hiçbir hedefe bu kadar kolay yaklaşmamıştım. (kahkahalar)… Mutlaka bir sebebi vardır. Çocuk yaştaydım keşke biraz daha olgunlaşabilseydim. Onları yaşadığım için bugünkü aklım var. Yaşamasaydım da bugünkü aklım olmazdı aslında.

“AŞK MUTLU OLMAK İÇİNDİR”

Hayatın en çok hangi alanında takılıp kalırsınız ya da tekrarladığınız hatalar var mıdır? Aşk, iş, aile…

Aynı hataları yaptığım dönemler de oldu. Bunu sürekli yapıyorsam kararlarımla ilgilidir diye düşündüm ve bakış açımı değiştirdim. Özellikle kadın, erkek ilişkileriyle ilgili çok ciddi bir değişim geçirdim. Bedellerini de ödedim tabii. O sıkıntıları çektiğim dönemde insan hani baskı altında daha yaratıcı olur ya, budadığınız bir ağaçtan 5-6 dal daha çıkarır, ben de budanmış hissettiğim yerden 5-10dal çıkararak aynı anda kendi kişiliğimle, tekamülümle, ailemle, ilişkilerimle, işimle, hayatta karşı duruşumla ilgili bir sürü yerden yeni dallar verdim. Yaşamadan göremeyeceğim hatalardı. Hayat çok zor değil aslında. Biraz insanın kendi dışına çıkıp bakabilmesi önemli. Acıyı da karşınıza alıp bakmak da faydalı olabilir. Belki de ona bakma cesaretini gösterdim. Kendimi kanırttım, deştim, dibine kadar meselelerin ve çözdüm yani. ‘Acısız aşk olmaz, mutlu aşk yoktur’ gibi söylemlerle büyüdük. Budha felsefesinde ‘Aşk mutlu olmak içindir’ diye bir söz okumuştum. Bu hayatımı değiştiren cümlelerden biridir. Tabii “aşk mutlu olmak içindir” dedim ya! Acı çekeceksem o bir hastalık olur dedim. Şimdi bana acı verecek, beni incitecek, bana kötü davranacak bir, aşkın, dostluğun, işin hayatımda yeri yok.

Mutluluğu ne de bulursunuz? Azda mı, çokta mı?

Ruh ve beden sağlığım yerindeyse her yerde mutluluğu bulabilirim. Hâlâ bahar dallarını görünce ayaklarım yerden kesilir. Mesela mutsuz sonlu filmleri bile seyredemem. Mutluluğu kovalarım. Acılarla ve kavgayla beslenen biri kesinlikle değilim. Huzuru seviyorum... Aşkı seviyorum... Keyifli ortamı, muhabbeti seviyorum... Mutluluk benim için bağımlılık yaratıcı bir şey.

Peki, bu hayatın size verdiği en büyük hediye nedir?

Sağlıklıyım ve sağlığım bana verilmiş en büyük hediye. Farkındalığım da bana en büyük verilmiş hediye. Böyle olunca çocuğunuzun, hayatınızdaki iyi ve kötü anların kıymetini biliyorsunuz. Sevdiklerinizin, yaşanan anların… Varlıklarınızın, yokluklarınızın… Kendinizin farkına varıp sorunları çözebiliyorsanız bundan daha büyük hediye ne olabilir ki?

UZUN VADEDE TOPLU ÖLÜMLER OLACAK!

Nükleer Santral’e karşı yapılan kampanyada yer almıştınız…

Nükleer Santral’e dair çok fazla bilgisi yok insanların. Enerji olmazsa lap toplarını kullanamayacaklar, iletişim kuramayacaklar, arabaları çalışmayacak ve play station oynayamayacaklar diye düşünüyorlar. Uzun vadede başlarına gelebileceklerini düşünmüyorlar ve ‘benden sonra tufan’ diyorlar. Kampanya için çekilen görüntülerdeki gibi yüzlerde yaralar patlamayacak ama uzun vadede insanların DNA’larında çok ciddi deformasyonlar ve toplu ölümler olacak!

DÜNYAYI CEZAEVİ GİBİ GÖRÜYORUM

Radyasyonlu çayların da hâlâ etkisi sürüyor değil mi?

Kansere bakın, nasıl arttı. Sivilce çıkarır gibi insanlar kanser oluyor. Kazım Koyucu niye öldü? Gözümüzün içine baka baka içtiler çayları. Radyasyon öyle kolay kolay yok olan bir şey değil ki. Biz tabiatın sahibi değiliz ki! Dünyada insan olmasa zaten sistem tıkır tıkır işliyor. Hiçbir şey yapmayıp insanoğlunun şu dünyadan temizlenmesini hızlandırmak mı gerekiyor diye de çelişkiye düşüyorum. Bu dünyaya zarar veren tek canlı insan, başka hiçbir şey değil.

Ya da sadece bizim gibi düşünenler kalsın…

Ben de temizlenmeye razıyım. Derdim değil. Dünyayı cezaevi gibi görüyorum. Aslında bu bedende hapisiz. Koskoca bir atmosfer var ve ne kadar nefes aldığımız belli. Cezaevindeyiz işte. Niye hep dört kare tamamlanmıyor, niye hep bir yerlerde eksiklik var. Niye üç bacaklı oluyor masalar hayatımızda. Niye hep bir yerden gülsek, bir yerden ağlıyoruz.

Bazen intihar edenleri de anlıyorum…

Alkolik olanları da anlıyorum. Alkolik diye kınıyorlar ama meselelere o kadar çok dertleniyorlar ve o kadar duyarlı oluyorlar ki. Herkes o kadar güçlü olamıyor. Bu kadar çile, bu kadar travma çok küçük yaşlardan başlıyor. Kimse mükemmel değil. Mükemmel olmayan anne, babaların sorunlu çocukları ve onların halletmesi gereken tekamül süreçleri… Cennet ve cehennem başka bir yerde değil ki. Şu yaşadığımız dünyada. Sakat ruhlar silsilesiyiz. Sağlıklı görünen bir ruhta bile halledilmesi gereken bir mesele ortaya çıkıyor ve hayat boyu onu çözene kadar takip ediyor. Bu sadece bu bedende öğrenebileceğimiz bir deneyim olduğu için bu dünyaya hapis olarak geldik.

MAGAZİNLE BARIŞAMADIM

Nejat İşler’le bir dönem ilişkiniz vardı ve bu filmde de birlikte çalıştınız. Bir araya gelince neler hissettiniz?

Ne yaşanırsa yaşansın Nejat ruhunu çok iyi tanıdığım, kalbini çok iyi bildiğim biri. Onu bütün bu sürecin haricinde insan olarak çok severim. Aynı zamanda da mesleki olarak çok takdir ettiğim biri. Hayatta sevdiğim figürlerden biri. Çalışırken de insan öyle bir şey düşünmüyor işin açıkçası. Orada artık ben değil, Ayten karakteri oluyor. Farklı bir şey, öyle bir şey yok.

“Çok tatlı bir aşık olurum” demişsiniz bir söyleşide, ağzınızdan bal mı damlar? Ne olur size?

Tatlı bir aşığım mı?

Evet, hatta eğer erkeğim tüylerini almasın, parfüm kullanmasın gibi şeyler okumuştum…

(Kahkahayla gülüyor)… Çok saçma olmuştu, şimdi hatırladım. Geri dönüşüm üzerine çevre konusuyla ilgili bir röportajdı. İkinci el giyinmem, kağıtları ayrı toplamam gibi tabiata dair şeyler konuşmuştuk. O zaman ilişkilerde de doğallıktan hoşlanıyorsunuz deyince ben de “Karşı cinste de doğallığı severim, çok aynaya bakan, kıllarını kesenler değil” gibi şekilci değilimdir anlamına gelen bir örnekti. İnsan korkuyor böyle bir şey söylemeye. Olay bir anda ‘ben erkeğimi şöyle isterim’ gibi bir şeye dönüşüyor. Bunu başlık atmalarına çok bozulmuştum. Magazinle bu yüzden barışamadım ve çok fazla röportaj yapmıyorum. Sizinle de hayata dair sohbet ettik. Hazırlıklı gelmişsiniz. Keyifli bir sohbet oldu mesela. Bir ara “Siz şimdi ne yapıyorsunuz” diye başlayan sorular oluyordu…

Hiç yorum yok: