AŞK ENGEL TANIMAMALI
‘Türev’ filmiyle aldığı Altın Portakal Ödülü’nün ardından adından övgüyle söz ettiren Beste Bereket, ‘Anadolu Kaplanı’, ‘Sessiz Fırtına’, ‘Parmaklıklar Ardında’ gibi projelerden sonra şimdi de Halide Edip Adıvar’ın romanından uyarlanan ‘Kalp Ağrısı’ dizisinde oynuyor. Başarı merdivenini hızla tırmanan yetenekli oyuncuyla dizinin konusundan yola çıkarak en yakın arkadaşın sevdiğine aşık olmak, aşkta feda ve kâr etmek üzerine başlayan sohbetimiz farklı konularda devam etti.
Beste Bereket oldukça heyecanlı, hızlı hızlı konuşan biri. Zaten kendisi de çocukluğunda hiperaktivite teşhisi konduğunu ama şu sıralar sakinleştiğini söylüyor. Oyunculuğun kendisini tedavi ettiğini anlatan Bereket, “Bu duyguyu hiçbir insanla, hiçbir yerde ve hiçbir olayda yaşamadım o yüzden oyunculuk benim için vazgeçilmez” diyor.
‘Kalp Ağrısı’nın hikayesini anlatır mısın?
Hikayede karakter çocukluk arkadaşının âşık olduğu adama çok ciddi bir çekim hissediyor. Roman aslında fedakarlık üzerine kurulu; arkadaşı ve onu daha çok seven insanlar uğruna hayatı boyunca bir kere elde etme şansı olduğu bir aşktan vazgeçiyor. Çok içsel bir hikaye. Romandaki hikaye kavuşulan bir âşkı ya da bir ihaneti anlatmıyor. Romanda zaten bu aşk hiç gerçekleşmiyor. Belki aralarında bir şey olsaydı bu kadar şiddetli bir kalp ağrısı yaşamazlardı.
Zeyno’nun hikayesi nasıl?
Günümüze uyarlanmış halinde Zeyno karakteri ayakları yere basan, mesleği olan, çalışkan, işinde başarılı biri. Annesini çok küçük yaşta kaybetmiş ve babası büyütmüş. Çok iyi anlaştığı 5 yıllık bir nişanlısı var. Zeyno hayatında tutkunun ve aşkın çok önemli olmadığına inanıyor. Onun için iyi anlaşmak ve birlikte güzel vakit geçirmek daha önemli. Duygu olarak yükseklerde gezinmeye gerek olmadığını düşünüyor.
Zeyno karakteri “yükseklerde gezinmeye gerek yok” diyor ama fena halde aşka tosluyor…
Karşılıklı bir kimyasal çarpışma durumu oluyor. Zeyno âşık olacağı adamla ilk karşılaştığında onun en yakın arkadaşının beğendiği çocuk olduğunu bilmiyor. Eğer bilseydi zaten başına böyle bir şey gelmezdi. Gelse bile hiçbir şekilde kalp ağrısına dönüşmezdi bu. İlk anda bu kadar çok yüksek duygular hissetmesinin sebebi onun kim olduğunu bilmemesiydi.
‘Arkadaşımın aşkısın’ durumuna bakışın nedir?
Aslında hikaye arkadaşımın aşkından ziyade çift taraflı bir şey. Yani hem arkadaşına hem çok sevdiği ve canı olan nişanlısına bunu yapamaz.
Zeyno böyle diyor, peki, Beste Bereket bu duruma ne der?
O kadar güçlü ve önünde durulamaz bir duygu olduğunda hayat bu, belli olmaz diyorum. Mantıken tasvip etmiyorum ama işte mantıken… Şahit olduğum böyle hikayeler var. Bu duygu ancak başına gelince bilinebilecek bir şey. Gerisi hariçten gazel okumak olur. Büyük konuşmak istemem. Zeyno asla böyle bir şey olmaz diyen bir karakter ve onun başına geliyorsa bizim de başımıza gelir diye düşünüyorum.
Aşk engel tanır mı?
Tanımamalı. Tanırsa da içten pazarlıklı başka bir durum olur. İnsanlar tamamen kendini bırakmamış olur aşk engel tanırsa. Ama tanımasa daha iyi olur bence. Tanımasın.
Zeyno bu ilişkide aşkından vazgeçip feda mı edecek yoksa aşkını dilediğince yaşayıp kâr mı edecek?
Romanın ana ekseninden çıkmıyoruz o yüzden bu bir fedakarlık hikayesi. Bence fedakarlık edecek. ‘Her şeyi bırakırım, bu adamla da giderim sonuna kadar’ gibi bir durumu olmayacak maalesef.
Bu hayatta en çok nelerden ve kimlerden vazgeçmezsin?
Tabii ki ailemden hiçbir şekilde vazgeçmem. Ailem gibi hissettiğim çok yakın arkadaşlarım var, onlardan da vazgeçmem. Mutlu olduğum bir işi yapıyorum. Bence ailemden sonraki en büyük şansım oyunculuk. Ondan da vazgeçmem.
İlk kez sahneye ve kamera önüne çıkışın nasıldı?
Kamerada biraz daha rahattım. Şanslıyım ki, çok iyi yönetmenlerle çalıştım. Oyuncuları çok güzel idare eden ve olması gerektiği noktaya taşıyabilen yönetmenlerdi. Ama tiyatro sahnesine ilk çıktığımda her şeyi ve herkesi buğulu gördüğümü hatırlıyorum. Gerçekten gözüm kararmış ve ayaklarım titremişti. Geçen sene de iki oyun oynamıştım ve her oyunda zaten bu duyguları yaşıyordum. İnsanlar herhalde kalbimin atışını görüyordur diye düşünüyordum. Sahne üzerinde müthiş bir şey oluyor. Tabii acayip ve geçmeyen bir şeyden de söz etmiyorum. O yüzden bu işi yapmak beni mutlu ediyor. Bu duyguyu başka hiçbir yerde yaşamadım şimdiye kadar. Hiçbir insanla, hiçbir yerde ve hiçbir olayda… O yüzden o vazgeçilemez bir şey.
Bir yönetmenin sınırı ne olmalı, oyuncuya nereye kadar müdahale etmeli?
Oyuncu elinden gelen en fazla şeyi yapmalıdır. Yönetmen de onu kesmesi gereken yeri zaten tayin eder. Sonuçta bir şey izlerken yönetmenin gözünden yarattığı dünyaya bakıyoruz. Biri, benim iki saatlik bir filmim var, gelin kafamın içine girin ve benim gözümden seyredin diyor. Bu çok özel ve başka hiçbir alanda yapılamayan bir şey bence. O dünyayı ve atmosferi kurmak… Sadece yönetmenin istediği şeyi de yapmak değil, orta bir yerde buluşmak gerekiyor. Ben bu anlamda hep şanslıydım.
Beni zorlayan yönetmenlerle çalışmak isterim demişsin…
Zeki Demirkubuz, Reha Erdem, Nuri Bilge Ceylan, Ferzan Özpetek hep çalışmayı istediğim yönetmenler. Benim için çok özeller. Ödül aldığım ‘Türev’ filminin jürisinde bulunmuşlardı. Ferzan Özpetek jüri başkanıydı. Normalde hayran olduğum insanların o yıl jüride olması çok önemliydi ve hayatımızda bir dönüm noktası oldu.
Türev filmiyle aldığın ödülü Vildan Atasever’le paylaşmıştınız, tek başıma alsaydım diye düşünmüş müydün?
Vildan’ı ve Feride Çetin’i ‘İki Genç Kız’da izleyip bayılmıştım. Jüri “en çok kadın oyuncularda çok zorlandık. Çünkü hepsi çok güçlü adaylardı” demişti. Erkek oyuncu çok fazladır ve kadın oyuncular bir tık daha geride kalır Türk sinemasında. O yüzden aksine güzel bir şeydi. Düşünsenize jüri seçmek de zorlanıyor ve iki kişiye birden ödül veriyor. Çok güzel bir şey.
Sevdiğim insanlardan öce ölmek isterim demişsin, biraz bencilsin diyebilir miyiz?
Bencil olabilirim, evet. Nedense çocukluğumdan beri aklımdan geçen bir düşünce. Söylediğim çok afaki bir şey ama böyle hissediyorum.
Ölümden korkar mısın?
Uykuda öleyim diye dua ederim hep. Zaten insanın en büyük acizliği bu değil mi? Sürekli büyük başarılar ve hırslar peşinde koşuyoruz ama kurbanlık koyundan bir farkımız yok. Onların kesileceği gün belli ama bizim bayramımız ne zaman olur, bilmiyoruz. Bazı şeylere çok üzülüyoruz, sıkıntı yapıyoruz ama böyle durumlarda yakınımızdakine bir şey olduğunda “bak ölümlü dünya, değmezmiş” diyoruz. Ölüm korkusuyla 24 saat yaşıyor olsaydık, sürekli duvara bakıp ne zaman öleceğiz diye beklerdik.
Bu işi yapanların kompleksiz olduğuna inanmadığını söylüyorsun ve ego da komplekstir diyorsun, bunu biraz açar mısın?
Sahneye çıkıp birilerinin onu alkışlamasını istemek, onaylanmak beğenilmek isteyen insanın bir açığı. Ama kompleksten kastım kötü bir şey değil. Her insanda kompleks olduğuna inanıyorum. Dünyanın en güzel kadınında, en yakışıklı adamında, en zekisinde ya da en başarılısında da… Yoksa zaten bir iş yapar bunun üzerine daha ne yapayım, en iyisini yaptım derdin. Bir eksikliğin var ki, sürekli daha iyisini yapmak istiyorsun. Ego meselesine gelince de; yani yüksekten bakma durumu saçma geliyor. Kimsenin diğerinden bir üstünlüğü olduğuna inanmıyorum. Yüksek egolu olmak ve insanlara tepeden bakmak kompleksli bir düşünce. Emek harcayan bir insana değer veren biriyim. Ne iş yaptığından ziyade o işi nasıl yaptığıyla ilgileniyorum. Statü olarak kimsenin birbirinden farkı yok. Hiçbirimiz dünyayı kurtarmıyoruz. Gün gelir de biri kurtarırsa egosu yüksek demektir, o zaman biz de onu kafamızın üzerinde taşırız.
Bireysel mutluluğa mı inanırsın?
Tek başımıza çok iyi, çok harika hayatlar yaşıyor olabiliriz ama sonuçta aynı sokaklarda aynı insanların yüzüne bakarak yaşıyoruz. O yüzden herkesin birbirinden sorumlu olması gerektiğini düşünüyorum. Elimdekini ve aklımdakini ne kadar paylaşabilirsem, bu o kadar değerli bir şey olur. Tek başına kalkınmış bir insansam ama çevrem böyle değilse bu beni ne kadar mutlu edebilir ki? Herkesin birbirini bir şekilde etkilediğine inanıyorum. Acıyı da, sevinci de paylaşmak gerekiyor. Bireysel mutluluktansa büyük bir hareket daha verimli olur. Sen tokken, komşun açsa nasıl için rahat edebilir gibi bir durum yani.
Uzakdoğu felsefesiyle ilgileniyormuşsun…
Bu hem bedenime hem de ruhuma iyi geliyor. Benim için rehabilitasyon gibi. Herkesin kendine bir çıkış yolu bulması gerek. Ruh halime göre arada resim yaparak bunu yakalayabiliyorum. Kimi fotoğraf çekiyor kimi başka bir şey. Arayışlardan sonra en çok sana neyin iyi geldiğini bir şekilde keşfediyorsun. Yaptığın işin dışında da bir yerde var olma isteğiyle kendine verim sağlayacak bir şey yapmak istiyorsun.
17 Nisan 2010 Cumartesi
BESTE BEREKET
Etiketler:
arkadaşımın aşkı,
aşk,
beste bereket,
feride çetin,
kalp ağrısı,
ölüm,
uzakdoğu felsefesi,
vildan atasever,
yönetmen,
zeki demirkubuz
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder