YOLUNU DEĞİŞTİRMEK İSTEYENE KADER YARDIM EDER
Ümit Ünal’ın senaryosunu yazdığı ve yönettiği ‘Kaptan Feza’ filminde mafya tetikçisi bir karakteri canlandırıyor Hakan Karahan. Ocak ayında vizyona girecek aksiyon filminin hikayesi ise bir gün içinde geçiyor. Filmin yapımcılığını da üstlenen Karahan ile yeni filmini, ailesini, kadın erkek ilişkilerini ve hayat arkadaşı Candan Erçetin’i konuştuk.
Uzun yıllar Akbank’ta genel müdürlük yapan Hakan Karahan rutin toplantıların birinde işten ayrılma kararını açıkladığını andan itibaren deyim yerindeyse kuş gibi hafiflediğini gülen gözlerle anlatıyor. 23 yıllık çalışmanın ardından kendisi için bir şeyler yapmaya başlamış olan Karahan, daha önce de yazdığı polisiye romanlara yenilerini eklemek de gecikmemiş. Ve elini neye atsa hepsinde başarılı olmuş. Senaryo yazarlığı, oyunculuk, Aikido hocalığı, yapımcılık…
Filminizin hikayesini anlatır mısınız?
Filmin kahramanı Ömer 50 yaşlarında bir mafya tetikçisi. Bir mafya babası Ömer’i altı yaşındayken alıp yetiştirir. Mafya babasının vefatından sonra bu işleri bırakmak isteyen Ömer’in gitmesine ‘baba’nın oğlu, izin vermez. Adamlarını peşine salar. Ömer yaralı bir halde kaçarken bir eve sığınır. Ömer’in peşindeki mafya evi çember altına alır ve Ömer karakteri evden kaçar. Ancak evde kalanları mafyadan kurtarmak için eve döner ve film sürpriz bir finale doğru gider.
Ömer karakteri kötü biri mi?
Ömer bildiğimiz gibi bir mafya tetikçisi değil. Öyle olsaydı oynamanın ve filmi bunun etrafına kurmanın hiçbir zevki ve anlamı olmazdı. Neredeyse şair ruhlu bir katil. Savaş alanında bir samuray kadar cesur ve maharetli ama özel hayatında son derece sessiz, duygusal, yere bakan ve şefkatli biri.
Peki, bu yere bakan yürek de yakacak mı sonra?
Yakmaya çalışacak. Yapayalnız ve kendi karanlığında bir adam. Ve tek istediği doğru düzgün bir hayat yaşamak için ikinci bir şans. Ama o ikinci şans ona gelecek mi, gelmeyecek mi, kahraman mı yoksa kader kurbanı mı onu filmde göreceğiz.
Filmin tanıtımında ‘Kul kurar, kader güler’ sözü yer alıyordu, yani ne yaparsak yapalım kadere boyun eğemeyiz düşüncesi mi hakim?
Kul, bu hayatı bırakıp ikinci bir şansı yakalamak için hesap kitap yapıyor, çıkmak istiyor. Kulun bir hesabı var ama kader çarşısı o hesaba uyar mı, uymaz mı bilinmez. İstediğimiz kadar kuralım, matematiğini yapalım ama kader bakalım bize ne getiriyor?
Oturup bekleyecek miyiz?
Bekleyene hiçbir şey olmaz. Valla yola çıkıp o yolun yolcusu olan, karşısına gelebilecek iş, aşk, insan, kötülük ya da iyilik neyse onu görür. Yerinde oturan insan sadece oturduğu yeri görür. Kaderinizi çizmek için yola çıkın, kader o zaman sizin yolunuzu çizer.
Oyunculuk serüveniniz de mi kaderin bir cilvesi?
Oyuncu olmam Soner Yalçın’ın suçudur. ‘Sağır Oda’ dizisinin senaryo ekibindeydim. O kadar çok isyan ediyordum ki yazdığımın aynısı oynanmıyor diye sonunda “her şeye kulp buluyorsun, oyunculuk öyle kolay değil. Sıkıyorsa sen oyna” dediler. 8. bölümde kendime bir karakter yazıp otuz dördüncü bölüme kadar oynadım.
Hesapta yokken oyunculuk yapmanız ne ilginç, demek herkes için şans var…
Tabii ki. Bir gün bir balıkçıda yemek yerken yan masada da bir arkadaşım oturuyordu. Ve o arkadaşım “telefonda Soner Yalçın var, seninle konuşmak istiyor” dedi. Soner Yalçın “güzel bir dizi yapıyoruz, sen de polisiye romanlar yazıyorsun, senaryo ekibimizde çalışır mısın?” dedi. Kısmete bakın işte. Bu biraz cesaret, biraz şans.
HAYATIMI DEĞİŞTİRDİM
Üst düzey yöneticiliği bırakma kararını nasıl verdiniz?
Bir toplantıda otomatikman ağzımdan çıkıverdi. Planlamamıştım. Ama son üç yıl ‘Ömrüm böyle mi geçecek?’, Türkiye’nin iki yılda bir girdiği krizler bile monoton. Bir tarafımda tahvil borsası, bir tarafımda hisse senetleri borsası, acaba bunun dışında bir hayat yok mu’ diye söylenmeye başlamıştım. Kitap yazmayı çok istiyordum. Çalışırken bunları yapmak çok zordu. Fikir ağzımdan çıkar çıkmaz öyle rahatlamıştım ki.
‘Onun yerinde olsam, ben de işi bırakırdım’ diye eleştiriler de alıyormuşsunuz…
Ben de onlara bırakın eskiyi, bugün ki değerden genel müdür maaşını on iki aydan yirmi bir yılla çarpın diyorum. Eh, yarısını da harcadığıma göre, diğer yarısını biriktirmişim. Hesaplasınlar bakalım, kendileri bırakıp gidebiliyorlar mıymış o paraya. Bırakmak başka bir hayat değişimi kararıdır. Kimi 50 binde bırakır, kimi de 10 milyon dolar biriktirdiğinde bırakamaz. Bu kadar basit. Ben hayatımı değiştirdim. İşte kaderini değiştirmeye çalışana da kader yardımcı olduğu için yan masadan ‘senaryo yaz’ teklifi gelebiliyor. Gülmeler…
Babanız işten başka bir şey düşünmezmiş, hastanede yatarken sizinle konuşmak istediğinde aranızda bir yakınlık kurulacağını sanmışsınız ama o yine borsa, bankalardan söz etmiş…
Üzüldünüz değil mi? Memur çocuğuyum. Onlar sadece çalışmayı bilir. Ayağını uzatıp bir rahat nefes almayı bilmez. İş kolik ve sert bir babanın çocuğuydum. Evimizde sadece ve sadece ekonomi ve bankacılık konuşulurdu.
Sert ve otoriter babaya kendinizi kanıtlamak için uğraşmış mıydınız?
Hayatım boyunca kanıtlamak için çalıştım. Bunlar normaldir. Her aile içinde babalarla oğullar arasında geçer böyle şeyler. İftihar etsinler diye onların bildikleri mesleklerde uzun yıllar çalışıp yükseldim.
Babayla da bir aşk nefret ilişkisi vardı herhalde…
Nefret yoktu. Sadece hayat nedir, ne değildir konusunda bir anlaşamama vardı. O kadar uzun konuşmuş ve baş başa görüşmüşlüğümüz hiç yoktu ki.
Hiç babanızı sarsıp ‘dinle beni, konuşmak istiyorum’ diyemediniz mi?
Hayır. Demedim.
Annenizle ilişkiniz nasıldı?
Annem sinema, televizyon ve kitap arkadaşımdır. Bunların dışında iş, meslek konularına girmez, hayat üzerine de konuşmayız. Annemle de babamla da kısıtlı konularda konuşan, onun dışında konuşmayan biriymişim demek ki. Onlar da aynı şekilde benimle.
Peki, sizin oğlunuzla ilişkiniz nasıl? Aynı geleneği mi sürdürüyorsunuz?
Hayır. Sıkı arkadaşız. Hiçbir baskım yok, tam tersi yaptığı her şeyi destekliyorum. Zaten teknoloji çocukları bunlar, yetişemiyorsunuz ki.
Bir söyleşide ‘haftasonu babasıyım’ demişsiniz…
Evet. Hala haftasonu babasıyım.
Erkekler eşten boşanınca çocuğu da boşuyor, mükafat gibi sadece iki gün vakit geçiriliyor…
Ee, ne olacak? Bir yerde de çalışsam, o yorgunlukla eve gelsem sanki doğru düzgün vakit mi geçireceğim? İşten yorgun gelip kesin ‘hadi, hadi git odana, fazla dolanma ortalarda’ derdim. Kesin. Küçükken tabii o gürültücü zamanlarında. Şimdi koskoca delikanlı ve her konuyu konuşabiliyoruz.
Herhalde sizin gibi bir babası olduğu için memnundur…
Siz benim gibi bir babaya sahip olsanız memnun olmaz mısınız?
Ben olurdum vallahi…
Tamam, işte, o da çok memnun. Kitaplar yazan, filmlerde oynayan, haftasonu her türlü konuyu konuştuğu bir babası var. Haftaiçi görüşemiyoruz hem muhit olarak uzağız hem de okulu var. Boyum kadar basketçi delikanlıyı her gün beşte okul çıkışında mı bekleyeceğim?
Zaten anneler var bekleyen…
Yapılabilecek bir şey yok. Hayat.
Sizin için ‘narsist, hayatı çözdüm, yedim, bitirdim gibi duruşu var’ deniyor…
Öyle zannediyorlar. (gülerek) Hiç böyle hissetmedim bugüne kadar.
Şirketinizin adı neden ‘Narsist’?
Ne kadar hayatı çözüp yalayıp yutamadım desem de arkadaşlarım kendimi çok beğendiğimi çok iyi bilir. Benimle dalga geçmek için film şirketinin adını ‘Narsist Film’ koy dediler. Ben de “hadi ya, ne antipatik bir isim” deyince de “ama kendini çok beğeniyorsun, koy bakalım” dediler, ben de koydum.
Bir şiirinizde ‘aşkın sırrını çözmek için değil, aşkı yaşamak için buradayım’ diye bir dize vardı, aşk anlayışınız ve aşkı yaşama biçiminiz nasıldır?
Aynen orada dediğim gibi. Aşkı nedir, ne değildir diye çözemem. Ama yaşamak için buradayım.
Peki, nasıl yaşarsınız aşkınızı? İçiniz pırpır eder mi mesela?
Onları söylemem.
Niye? Utanır mısınız?
Utanırım.
Gerçekten utandınız mı?
Evet. Utanırım tabii. Anlatılamıyor ki bazı şeyler, yaşanıyor. Aşkın gençlikten 50 yaşına kadar bin tane evresi var. Ayrıca nerede olduğunuza da bağlı. Herhalde İstanbul’da farklı, New York’ta, Paris’te daha farklı yaşarsınız. Ama yaşamak için oradasınızdır. Yemek tarifi gibi anlatılmaz ki. Hangi lisanda konuşursanız konuşun aşkı anlatamazsınız.
Candan (Erçetin) Hanımla birbirinize benzer misiniz?
Benzeriz.
Beyazıt Öztürk programında Candan hanımı sinirli ve öğretmen tavırlı olarak şaka yollu tanımlamıştı, gerçekten böyle mi?
Valla Beyazıt sanki beni tarif etmiş. Candan’ı bilmem ama ben fazla sinirli ve öğretmen tavırlıyımdır.
Hiç öyleymişsiniz gibi durmuyorsunuz…
Bir tarafım öyledir. Ben de Beyazıt’ın görmediği benim gördüğüm Candan’ın şakacı ve yumuşak başlı tarafını da biliyorum. Diyorum ya, biz benzeriz birbirimize.
Ayrı evlerde oturuyormuşsunuz, bu da ilişkiyi canlı tutmanın bir yolu mu?
Öyle bir hesap, kitap yapmadık.
İnsan sevdiğiyle her dakika birlikte olmak istemez mi?
İster mi?
Ben isterim.
Ben istemem. Ben de insanım. Demek ki böyle insanlar da var. Tabiatınıza bağlı olan şeyler.
1 Nisan 2010 Perşembe
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder