31 Mart 2010 Çarşamba

MÜJDAT GEZEN

METHİYECİ DEĞİL, MİZAHÇIYIM



Sahneye ilk kez 10 yaşında çıkan Müjdat Gezen şu günlerde 50. sanat yılını kutluyor. “Göz açıp kapayıncaya kadar 50 yıl geçmiş” diyen büyük usta ile hem güldüren hem de düşündüren bir söyleşi gerçekleştirdik.


“Annem, babam ve yitirdiğim pek çok dostum sağ olsaydı da 50.yılımı birlikte kutlasaydık”. Ustaların ustası Müjdat Gezen, 50 yıllık sanat yaşamının kutlandığı şu günlerde mutluluk hissettiğini söylese de en yakın dostlarından Savaş Dinçel’in ölümünden sonra çok büyük acılar ve çok büyük mutluluklar yaşamadığını ifade ediyor.

50. yıl sanat yılınızı kutlayacaksınız, neler hissediyorsunuz?

1960 yılında amatörlükten çıkmışım, hayatımdaki ilk maaşımı alacağım. Elime 250 lira da maaş vermişlerdi. Eve her zaman otobüsle dönerdim ama o gün para girdi ya cebe, dolmuşa binmiştim. O gün de annemin kabul günüydü. Çaldım kapıyı, elinde çay tepsisi “hayırdır” dedi. “Anne bu meslekten kazandığım ilk param, sana getirdim” deyince başladı ağlamaya. Parayı tepsiye koydu, açtı kapıyı girdi içeri. Ben de onu dinliyorum; “oğlum ilk maaşını getirmiş, bu onun tiyatroculuktan kazandığı ilk parası” demişti. İşte onun üzerinden göz açıp kapayıncaya kadar 50 yıl geçmiş. Herkese nasip olmasını isterim.

İlk sahneye çıktığınız günü hatırlıyor musunuz?

1953 yılı. 10 yaşındayım. İlk sahneye çıkışım. Dram oynuyoruz. En önde annem, öğretmenim, ablam, alt komşumuz izlerken ağlıyordu. Ben de ağlamaya başlamıştım. Daha sonra profesyonel oldum. O da ilk heyecandı tabii. Amatörlükte sizi izlemeye gelen yakınlarınız, çevreniz oluyor ama profesyonel oyunculukta bilet alıp tiyatronuzu seçenler geliyor. 50 yıl geçmiş aradan nasıl o yıllara dönüp de şimdi o duyguları birebir yaşarım bilemiyorum.

Şu anda yaşadığınız hüzünle mutluluk arası bir duygu mu?

Keşke annem, babam, Savaş Dinçel, Kemal Sunal, Cenk Koray ve yitirdiğim pek çok dostum sağ olsaydı da birlikte kutlasaydık. Onun dışında bir üzüntüm olamaz. Mutluluk hissederim. Ama özellikle Savaş’ın ölümünden sonra çok büyük acılar ve çok büyük mutluluklar yaşamıyorum. Duygular konusunda biraz nötralize oldum. Çünkü 50 yıllık arkadaşım ellerimde ölünce hayata bakışım değişti. Ölümün ne olduğunu yaşadım orada. Bir parçam gitti. Artık çok fazla umursamıyorum her şeyi.

Savaş Dinçel’le de birçok kez aynı sahneyi paylaştınız, sahne üzerinde birbirinize şakalar yapar mıydınız?

‘Son gece şakaları’ vardır tiyatroda. Yaptığımız çocukluk şakalarından dolayı başımız epey derde girmişti. Sahnede arabaların tekerleğini çıkarmaktan dingilleri sökmeye, işi olmayan oyuncuları sahneye itmekten laflarını şaşırtmaya kadar şakalar yapardık. Ama şimdi öğrencilerime söylediklerimi yapın ama yaptıklarımı yapmayın diyorum.

HÜKÜMETTEN NİYE KORKAYIM Kİ?

50 yıl önceyle şimdiyi kıyaslarsak sanata ve sanatçıya verilen değer açısından bir ilerleme, gelişme söz konusu mu?

Valla ben Türk toplumundaki bir meseleyi diğerinden ayırmıyorum. Mesela ekonomi, tıp, sanayi ve spor nasılsa tiyatro da, sinema da aynı. Çok büyük fark yok. Televizyonun çoklu kanala geçmesinden sonra biraz ilgi azaldı tiyatroya ama çok şükür ki Kadıköy yakasında tutmuş ve benimsenmiş bir tiyatro olarak mutluyuz. Ama her tiyatro için aynı şeyi söyleyemem.

Şu sıralar oyunlara getirilen birtakım yasaklamalar söz konusu…

Bize bugüne kadar böyle bir şey uygulayamadılar, uygulayamazlar da. Ankara’da bir oyunda sigara içiliyor diye yasak gelmişti. Çok saçmaydı. O zaman Hamlet’i de oynamamız lazım çünkü 9 tane cinayet var içinde. Hemen cinayet masası gelip ne yapıyorsunuz burada mı diyecek. Yoksa içkili sahneler için de içki ruhsatı alınması lazım. Böyle bir saçmalık olmaz. Bu bir oyun canım.

Eskiden daha çok politik esprilerin olduğu güldürmeceler vardı, şimdiler de pek yok sizce bunun nedeni nedir?

Zeki-Metin yapardı. Eski ekipten Levent Kırca, ben, Ferhan Şensoy hepimiz yapardık hala yapıyoruz. Beyazıt Öztürk bu durumu programında çok açıklıkla dile getirmişti. Çok makul karşılamıştım. “Korkuyoruz” demişti. Korkuyoruz diyen adama da, ‘neden korkuyorsun’ denmez ki. Kimsenin kimseye müdahale etmeye hakkı yoktur. Herkes neyle mutlu oluyorsa onu yapacak. Bir ülkede herkes sosyal içerikli bir şey yapıyorsa da fena, hiçbiri yapmıyorsa da fena. Maalesef Türkiye bir türlü orta noktayı bulamadı. Ne yönetimlerimizde istikrar var ne de esprilerimizde. Boğaz köprüsü gibi ne Asya’dasın ne Avrupa’dasın, hem Avrupa’dasın hem Asya’dasın, arada kalmış durumdasın işte.

Levent Kırca ile katıldığınız ‘Arena’ programında şu anki hükümetle hiç çekinmeden neredeyse alay ettiniz, hiç mi çekinceniz yok?

Hiç yok. Bir gün Aziz Nesin’e korkuyor musun diye sorduğumda, “evladım, artık korku duvarlarını aştık” demişti. Ama her medeni insan gibi gelecek tehlikelerden insan kendini korur. Korku uygarcadır ama kimden korkacağına bağlıdır. Bu hükümetten niye korkayım ki? Onlar bizden korksun. Ben bir vatandaşım. Onlar milletin vekili, ben de milletin kendisiyim. Onlar milletten korkacak. Millet milletvekilinden korkar mı? Ben de korkmuyorum.

‘Tayyib’in Sinirli Lambası’, ‘Hergenekon Davası’ adlı oyunlarınız da mı hiç tepki almadı?

Asla. O biraz sıkar işte. Öyle bir şeye giremezler. Bütün oyunlarımız politik ve sosyal içerikli. Devlet yardımı almayarak da buna karşı kendimi koruyorum. Devlet yardımını reddeden ve talep etmeyen tek tiyatroyum. Devlet yardımı alınca belki devlet size sansür uygulamaz ama kafanızın bir köşesinde ‘şu kadar para aldık, acaba bunu söylemesek mi’ gibi oto sansür belirir. Devlet yardımı almadığım için çok mutluyum, kendi yağımla seyircinin bana sağladıklarıyla geçiniyorum. Ayrıca daha özgür hissediyorum kendimi. Ne Ergenekon’dan ne hükümetten korkarım. Ben ancak kalleşçe bir şeyden korkabilirim.

BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ DEĞİL, İFTİRA…

Ülkenin yönetim şekli değişir mi (yani şeriat gelir mi)?

Asla gelmez. Zaten şeriatın parçalarını ve İslam faşizmini deniyorlar. “Benim gibi düşünüyorsan, seninle aynı fikirdeyim” diyor. Ne demek bu yani? İşi oraya getiriyorlar. Herkesi eleştiriyorlar ama eleştiriyi asla kabul etmiyorlar. Eleştiri doğal bir haktır. Olur mu öyle şey? Bu hükümetin eleştiri sınırları terbiye sınırlarını aşacak dozda. Karşısındakini aşağılayan, küçümseyen bir tavır hakim. Başbakan Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı’na yani Cumhurbaşkanı vekiline yani başkumandan vekiline “siz mi susturursunuz, ben mi susturayım muhalefeti” diyor. Yani bunların ağzına iki yumruk atayım mı demek istiyor, ne demek istiyor, belli değil. 67 yıldır bu ülkede yaşıyorum binlerce milletvekili, onlarca hükümet gördüm, böylesini hiç görmedim.

Tam da bunu sormak istiyordum aslında, şimdiki hükümetin diğerlerinden farkı nedir?

Bunlar faşizme doğru gidiyor. Askeri dönemlerde bile bu kadar gizli baskı olmamıştı. Bence Başbakan, kurumların hepsi elimde, orduyu da gereken lekelemelerle susturduk, artık yargı da elimde olsun istiyor. İşte bu çok tehlikeli bir gidiştir.

O zaman tepeden inme bir rejim değişikliğinin olması çok da zor değil…

Öyle bir şeyin ömrü bir gün bile sürmez. Tepeden inmeyle ne yapacak? Zaten yapacağını yapıyor. Türkiye’de ekonomiyle, parasızlıkla, işsizlikle, kadın sorunlarıyla ya da öğrencilerin boşta kalmasıyla ilgili kimse konuşmuyor. Tekel işçilerinin sorunuyla ilgili 20 tane yalan söylediler. Yani inanılır oyunlar değil. Ama mutlaka bunun sonu var. Ülkemi çok seviyorum. Politikacıların da bu ülkeyi sevdiklerine inanıyorum. Ama sevgi yanlış yapmaya engel olmuyor. En çok hata çok severken yapılan hatalardır. Allah hepimizin sonunu hayır etsin.

Peki, bu hükümetin hiç mi olumlu bir yanı yok?

Ben bir mizahçıyım, methiyeci değilim. Eskiden padişahı met edene bir torba akçe verirlerdi. Onun lehine şiir yazana da. Benim işim eleştirmek çünkü mizahçıyım. Başbakan çok uzun boylu, yakışıklı, karısı çok güzel giyiniyor, yüzükleri harika, oğlu ne kadar zeki iki gemicik aldı, ne tatlı bir aile ya da ne kadar güzel yönetiyorlar, ülkemizde hiç sıkıntı yok diye bunu yapanlar var zaten. Onlara da ‘libero’ diyorum. Bir futbol deyimi gibi görünse de aslında libero parayı aldığı zaman her mevkide oynayabilen futbolcuya deniyor. Ülkemizde ‘liboş’ diyorlar, bu çok ayıp. Çok aşağılayıcı, cinsellik içeriyormuş gibi. Libero ise bence daha ayıp. Ben de onu kullanmayı tercih ediyorum.

Can Dündar’ın Mustafa Kemal filmiyle ilgili de böyle şeyler söylendiği yazılmıştı Taraf gazetesinde…

Hem Taraf hem de Yeni Şafak gazetesini mahkemeye verdim. Yalan haberi ilke edinmişler. Can Dündar için ‘gavurun dölünün filmine gitmeyin, benim oyunuma gelin’ demişim. Bunun tarzım olmadığını beni tanıyan da bilir, tanımayan da. Herhalde kendi düşünceleri. Benim gibi hayatı sosyalist olmaktan dolayı cezaevlerinde yatmış bir adama söylenecek laf mı bu ya? Maalesef yaptılar. Ama çatır çatır bu cezayı ödeyecekler. Bunun basın özgürlüğü ile değil iftirayla ilgisi var. Ayrıca böyle bir şey desem sonuna kadar arkasında dururum. Öyle dediğimi yalayacak biri değilim. Mahkemede onları yerin dibine sokacağım. O duruşmalar çok ilginç olacak.

Sizce Tayyip Erdoğan nasıl biri?

Bence ondan iyi bir belediyeci olabilir. Zabıtayı iyi denetleyebilir, küfür edebilir, topla ulan tezgahını, al tezgahını git de diyebilir. Lan gel lan buraya deyip Pazar yerlerini gayet iyi idare edebilir mesela. Olabilir. İyi bir belediyeci olabilir.

Son zamanlarda en çok neye gülüyorsunuz?

En son Bülent Arınç’a güldüm. Manisa’daki evinde otururken, Ankara’daki evinin önünde iki tane subay silahsız vaziyette onu öldürmeye gidiyor. Bir telefon üzerine subayın elinde krokiyi yakalıyorlar. Güya subay da krokiyi yutmak için polisten su istiyor. Polis de suyunu veriyor. (Anlatırken gülüyor.) Sonra bu davayı yürüten hakim ‘askerler beni öldürecek’ diye ihbarda bulunuyor. Askerleri yakalıyorlar, Bunlardan biri marangoz, aşçı diğeri de elektrik teknisyeni. Öldürme aletleri de soğan, sarımsak ve pırasa herhalde. Kahkahalar… Meclisteki açılımı da 8 saat seyrettim. İçişleri bakanı çıkıp “Başbakan az sonra açılımın ne olduğunu açıklayacak” dedi. Gerçekten de az sonra Başbakan çıktı ve “az önce İçişleri bakanımız açılımın ne olduğunu açıkladı” dedi. Aynen böyle oldu. Hiç ilave etmeye gerek yok. İşte bunlara çok gülüyorum.

Sizi en çok ne mutsuz eder?

İşte bütün bu anlattıklarım.

Peki, en çok huzuru nerede bulursunuz?

Okulumda, tiyatromda ve evimde. Üçü de benim sığınağımdır.

Hiç yorum yok: