AŞK BİTİNCE SADAKAT DE BİTER
İnci Aral, Turkuvaz Kitap’tan çıkardığı ‘Sadakat’ adlı romanında ihanetin cehenneminde var olmaya çalışan kadın erkek ilişkileri üzerinden ‘Sadakat’ kavramını sorguluyor. Günümüz aşklarını, ilişkilerdeki ikiyüzlülüğü, aşkın yakıcı hallerini, kadın ve erkek dünyasının karanlık labirentlerinde dolaşarak müthiş bir ustalıkla gözler önüne seriyor.
Artık eski aşkların kalmadığını ve sadakat kavramının da bir değişim geçirdiğini ifade eden usta yazar İnci Aral, günümüzde aşk duygusunun da çok çabuk tüketildiğini anlatıyor. “Aşk bir keşfetme tutkusudur” diyen İnci Aral ile sadakat kavramı üzerinden kadın erkek ilişkilerini konuştuk.
Sadakat isimli romanınızdan yola çıkarak sadakati nasıl tanımlıyorsunuz?
Sadakat herkese göre değişebilen bir kavram. Roman bağlamında ikili ilişkiler için söylemek gerekirse kişilerin aşkları ya da birlikteliklerinde sadakat üzerinde de anlaşmış olduklarını var sayarız. O iki kişi biraya geldiği zaman bir mahrem oluşturur ve o artık mahrem bir ilişkidir. Bu mahremiyeti nasıl, nereye kadar koruyacakları konusunda kendileri karar verirler. Ama genel anlamıyla sadakat birbirine bağlı kalmaya söz vermektir.
Sadakat olmalı mıdır ve sadakat ne zaman biter?
Sadakat, bilinciniz, aklınız ve ruhunuzla karşınızdaki kişiye kendinizi ait hissettiğiniz ve onun da size olduğu bir süreçtir. Birine deli gibi aşıksanız zaten başkasına bakmazsınız. Sadakat olmalıdır diye şart koyarsanız ikiyüzlülükler ve yalanlarla sadakat bozulabilir. Birlikte olduğunuz insanı değerli buluyor, onunla mutlu oluyorsanız doğal olarak sadık kalırsınız. Ama bir şeyler aksamaya başlamışsa birlikte olduğunuz insanı artık o ilk aşkın başladığı zamandaki kadar değerli bulmuyorsanız veya iki tarafı da üzecek uyuşmazlıklar başlamışsa zaten aşk da artık tarazlanmaya başlamıştır. Ve insan o durumda kendisine daha çok mutluluk, haz verecek başka birine de kendini açmaya başlayabilir. Dolayısıyla sadakat de o noktada bitebilir.
Her kadın en az bir kere aldatılmıştır diye düşünüyorum özellikle kitabınızı okuduktan sonra bu duygum iyice pekişti…
Görünür ya da konuşulur olmasa da birçok erkek de çeşitli biçimlerde aldatılmış olabilir. Onu da size söyleyeyim. Kadın da sadece bakışmadan ibaret kalan bir küçük bir flörtün heyecanıyla zihinsel ve ruhsal bir kaymanın içine girebilir. Mesela genç bir arkadaşım “kocamı çok seviyorum, onunla yaşamayı da çok değerli buluyorum. Ama iş yerinde biri var ki; bakışlarından çok etkileniyorum ve her sabah onun için hazırlanıp süsleniyorum. Bu heyecanı da evime taşıyorum” diyordu. Gördüğünüz gibi hiçbir ölçüsü yok bunun. Bu hiç de yanlış değildir.
O zaman bu iki taraf için de kaçınılmaz bir durum…
Uzun süreli beraberliklerde heyecan ister istemez bitiyor. Bıkıyorsunuz ve birkaç yıl sonra beraber yaşadığınız insan özellikle cinsel çekicilik açısından çok fazla ilginç gelmiyor. O zaman böyle küçük bir heyecanla yeniden canlanabiliyorsunuz. Bu enerji insana canlılık ve mutluluk veren bir şeydir. Hep söylerim: ‘mutluluk bulaşıcıdır”. Kim böyle bir şey olabilir mi diyebilir ki. Olabilir. Bu insanın zenginliği, güzelliğidir. Ama tabii ki önemli olan bunun ölçüsü.
Belki de küçük kaçamakları paylaşmamak lazım… Sonuçta bizim özelimiz değil mi?
Bunun ölçüsünü herkes kendi ilişkisine göre ayarlamalı. Bence her şeyi herkesin bilmesi gerekmiyor. Eğer yıkıcı, bozucu bir şeyse bunu açık etmeyebilir. Bu bana ait bir şey diyerek kişinin ruhsal özgürlüğünü koruması gerekiyor. Romanı yazmaktaki çıkış noktalarımdan biri bazı kadın arkadaşlarımın kocalarının ya da sevgililerinin kafasından geçen en ince ayrıntıları, kendileriyle veya başkalarıyla ilgili hayalleri, fantezileri bilmeleri gerekiyormuş gibi konuşmaları oldu. Buna hak görüyorlar. Belki bambaşka bir insanı düşünüyor olabilir. Bunun hiçbir zararı yok ki. Düşüncelerine de sahip olamazsın. Durup dururken telefonları karıştırması, mektupları didiklemesi, internetine girip ne yaptığına bakması iyi değil. Günümüzde kimseye bu kadar çok el koyamazsınız. Var olanla mutlu olacaksınız. Bir insanın beyninin hücrelerine girmek gibi bir durum. O sadakat yok artık, o çağ geçti. Bunu anlamak lazım. Azra “biriyle birlikte yaşarken elde fenerle gezmek gerekmiyor. Sadakatle hafif bir şekilde yanan bir ışık da yeter” diyor. O feneri çok özel ve tuhaf yerlere tuttuğun zaman çok büyük hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz.
ERKEKLER KADINLARDAN DAHA ACİZ
Azra karakterinden yola çıkarsak en çok kadınlar ‘Aşkın gözü kördür’ sözünü bir kez daha doğrularcasına yaşıyor…
Azra da bir toprak parçası için kendisiyle tanışan Ferda için ‘bu çok güzel bir adam, onunla uçuruma bırakırım kendimi’ diye ilişkiye giriyor. Çok fazla kafasına takmıyor, bunun hesabını yapıyor zaten. Kadınlar çok fazla düşünmez ve duygularıyla hareket ederler. O açıdan kadınların daha samimi olduklarını düşünüyorum. Çok daha cesurlar.
Erkekler kadınlardaki o müthiş gücü fark ettikleri için de bu kadar çok korkuyorlar bence...
Kesinlikle. Zaten savunduğum şeylerden biri de; erkeklerdeki kadın korkusu. Kadına karşı yapılmış bütün kabalıklar ve ihanetler de hep bu korkuyu bastırmak içindir.
Azra karakteri gibi her kadın isteklerini ve hayallerini aşkı için donduruyor, en çok kadınlar karşısındaki erkekle kendilerini tamamlanış hissediyor, neden?
Bizde kadın ve erkek yaşama alanları yaratmıyor. Çok iç içe ve dip dibe yaşanıyor. Eğer kadının kendine ait hobisi, bir çalışma alanı yoksa bütün kafasını erkeğe takıyor. Kendini sadece onunla tanımlayabiliyor. Kendi başına ayakta duramayan kadınlar daha fazla erkeğe bağımlı oluyor. Bu erkek için taşınması zor bir yük oluyor. Tabii burada kültürlü ve kendisi birey olmuş bir erkekten söz ediyorum. Erkek, karşısında sosyal bir varlık olabilmiş kadın görmek istiyor. Yoksa romandaki gibi her şeyini adama bağlamış bir kadını taşımak çok zor. O zaman erkek kendini çok daha bağlı, çok daha yakalanmış hissediyor.
Erkekler için durum nasıl?
Aslında erkekler daha fazla ihtiyaç duyuyorlar bir kadının yanlarında bulunmasına. Onlara liderlik etmesine, onlara yol açmasına ve çekip çevirmesine. Çünkü anneleriyle o şekilde bir ilişkiden geliyorlar genelde. Ve etrafınıza bakın boşanıp evini dağıtmış adamlara çok uzun zaman şaşkın ördek gibi gezinirler. Çok fazla etkilenirler ama dışarıya karşı da kuyruğu hep dik tutmaya çalışırlar. Aslında erkekler kadınlardan çok daha fazla aciz. Erkeklik görüntüsünü de bozmamaya çalışıyorlar.
ARTIK AŞKLAR KISA SÜRÜYOR
Kitapta da sözünü ettiğiniz gibi herkes güvenebileceği bir ilişkiyi ararken bir yandan da müthiş bir korku ve güvensizlik hissi hakim…
Kimse aldatılmayacağından veya o kurulmuş düzenin uzun süreceğinden emin değil. Artık aşklar da çok kısa sürüyor. Eski vefa, eski sadakat yok. Çünkü aşklar çok çabuk tüketiliyor. Mektuplar gider gelir, o mektuplarla kalbinizi açmaya çalışır, en güzel şekilde yazmaya çalışırdınız. Tensel yakınlıklar bile kolay kolay yaşanmazdı. Yatağa gitmek için bir süreç geçmesi lazımdı. Şimdi elde telefon 24 saat iletişim halindesiniz. İnsanlar birbirini merak etmiyor, aşkın gereksindiği gizleri çözmeye çalışmıyor. Aşk bir keşfetme tutkusudur. Şimdi üç günde herkesin ipliği pazara çıkıyor.
CİNSELLİK ÇABUK BİTEN BİR ŞEY
Evliliklerin çok sıkıcı ve çürümüş olduğunu düşünmeye başladım okuduklarımdan sonra…
Evliliği de büsbütün yabana atmıyorum. Çünkü kimi zaman insana eşinden başka hiç kimse yakın olmuyor. Ne çocuk, ne akraba ne ana, ne baba… Evlilik sadece cinsellikle birbirine bağlı olan veya o mahremin içine üçüncü bir kişinin girmesiyle yıkılıp gidecek bir şey değil. Eğer evlilik dostluk, arkadaşlık, bir dayanışma ve köklü bir sevgi yaratmışa çiftlerden biri başkasına ilgi duyduğunda bunu paylaşır ve sorunu birlikte çözmeye çalışırlar. Cinsellik çok çabuk biten bir şey, geriye hangi insani paylaşılabilir öğeler kaldığına bakmak lazım.
31 Mart 2010 Çarşamba
İNCİ ARAL
Etiketler:
aldatma,
aşk,
cinsellik,
erkek de aldatılır,
inci aral,
kadın-erkek ilişkisi,
sadakat,
turkuvaz kitap
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder