Nazım Hikmet’le 35 yıldır yolculuğunu sürdüren yılların eskitemediği oyuncu Genco Erkal ‘Kerem Gibi’ oyunuyla yine harikalar yaratıyor. Erkal, Nazım’ın şiirleriyle sahnede devleşirken şiirin babası sayılan Nazım Hikmet’in görüntüleri de fonda perdeye yansıyor. “İlk kez belgesel tiyatroyu denedim” diyen usta oyuncu ile sohbetimiz çok farklı bir yerden başlayıp tiyatroya, Nazım Hikmet’e ve Başbakan’ın sanatçı açılımına kadar uzadı.
Dün kutlanan ‘Tiyatrolar Günü’ vesilesiyle buluştuğumuz Genco Erkal ile söyleşiden önce fotoğraf çekimi yaptık. Kendisi bundan ne kadar çok sıkıldığını söylese de çekim sırasında çok eğlendik. Bu sıcak atmosfer söyleşimize de yansıdı ve “Daha önce hiç böyle olmamıştı. Enteresan oldu” dediği söyleşiye başladık.
Bu yoğun çalışmalar içinde öncelikle nasılsınız?
Teşekkür ederim, iyiyim. Bu söyleşiden sonra da canlı yayına katılacağım.
Canlı yayın heyecanı var mı?
Artık heyecanı kalmadı. Belli bir yaştan sonra da söylüyorum işte. Gazetelerde de ne oluyor biliyor musunuz? Bir şeyler anlatıyorsunuz, başka bir şey yapıyorlar. Çok düşünürsen üzülürsün, ama gazete işte, gelip geçiyor. Güzel olunca da hoşuma gidiyor. Aslında cevapları yazıp yollamak lazım. Sonra da bu kadar titizlenmeye gerek yok diyorum. Ne var, herkes, her gün konuşuyor. (Gülüyor) Hele magazinde başka türlü yansıyor. Dikkat çekmek için böyle şeylere ihtiyacı var. Anlıyorum. Bazı şeyleri abartmak zorunda.
Bu sadece basında değil, televizyonda ya da hemen her alanda normal olmak yetmiyor. Dikkat çekmek için ne mümkünse yapılıyor…
Basında ne kadar çok adınız geçerse kaşeniz de o kadar artıyor. Resmen birçok sanatçı bunu sanat haline getirmiş. Kendini pazarlıyor. Devamlı adı geçsin istiyor. Çok şaşırıyorum çünkü bizim dönemimizde böyle şeyler yoktu. Herkes kendini pazarlama halinde.
KENDİNİ PAZARLAMAK ÖNEMLİ
Kitap tanıtımları bile reklam istiyor, Murathan Mungan ‘Kadından Kentler’nin tanıtımında ünlü sanatçılara öykülerden parçalar okutmuştu, hoş, çok güzeldi tabii…
Çok önemli tabii ama eskiden böyle bir şey düşünülür müydü?Koskoca bilboardlarda romanların tanıtımı yapılıyor. Büyük oynadığınız vakit tiraj birden bire fırlıyor. Yapılan işten çok kendini nasıl pazarladığın daha önemli. Filmlerde öyle; yemek mi vereyim, gala mı şurada mı yapayım diyor. Burada da süper starlar var. Kahkahalar…
Hayatımız süper starlarla dolu değil mi?
Evet, evet. (Gülüyor). Çok enteresan bu yeni dünya. Artık yeni hâl bu.
Memnun musunuz bu ‘yeni hâl’den?
Vallahi değilim. Ama ne yapayım? Ben hiç böyle olmadım Kendi işimi yapıyorum. Diyelim ki bir küçük butiğim var ve burada el işi bir şeyler yapıyorum. Öbürleri biraz fabrikasyon. Elle dikilmiş bir elbiseyle hazır giyim arasındaki fark gibi… Tiyatroda bile artık günde iki defa oynamak istemiyorum.
Özelliği kalmıyor değil mi?
Sahnede izleyiciyle buluşmam çok özel. Gelen seyirci için de özel olsun istiyorum. Bir daha, bir daha yapalım olmuyor. Ruhu kalmıyor. Arada hiçbir elektronik aygıt olmadan soluk soluğa birlikte bir şeyi paylaşıyorsunuz. Enteresan bir yerden girdik konuşmaya. Hiç böyle olmaz. Derler ki; ‘sanat hayatınıza nasıl başladınız?’. Veya ‘bu oyunu neden seçtiniz’ diye sorarlar. Kahkahalar… Bak, laf nerden nereye geldi? Enteresan oldu.
TELEVİZYON ÇIKTI MERTLİK BOZULDU
Yeri gelmişken biz de tiyatrodan söz edelim, en parlak dönem Muhsin Ertuğrul’la başladı değil mi?
Muhsin Ertuğrul’dan sonra da 60’lı yıllar tiyatroda Rönesans olmuştur. Ödenekli tiyatroların tarihe damgasını vurduğu dönemdir. O güne kadar yasaklı olan Nazım Hikmet’in şiirlerinden bahsedilmezken birden bire Nazım’ın kitapları basılmaya başladı. Tiyatroda da politik tiyatro çağı başladı. Devlet ve şehir tiyatrolarının sansüründen kesinlikle geçmeyecek olan Yaşar Kemal, Nazım Hikmet, Orhan Kemal, Aziz Nesin ve pek çok yazar ilk defa sahneye çıktı. Bunu özel tiyatrolar savundu. 60’lı yıllarda da yeniden doğuş oldu.
O dönem ki seyirci profili nasıldı? Mesela giyime kuşama bile özen gösterildiği anlatılır…
Bir kere az tiyatro vardı. Seyirci de azdı. Çok özenilirdi tabii. O zaman televizyon yok, Hollywood filmleri şimdiki gibi hemen gelmezdi. Belki on seneyi bulurdu. Sinemanın da çok seyircisi vardı ama tiyatronun çok özel bir yeri vardı insanların hayatında. Haftada bir gün halk günü yapılırdı. Kapılar, bacalar kırılırdı. İnanılmaz kuyruklar olurdu. Sonra televizyon icat edildi, mertlik bozuldu.
Profesyonel anlamda Kenterler’de oyunculuğa başladığınız dönem nasıldı, kim bilir ne büyük heyecandı?
Çok, çok. Bir kere Muhsin Bey beni çağırtmış, gelsin bu rolü o oynasın demiş. Çok onur duymuştum. Yıldız Kenter ve Müşfik Kenter zaten hayran olduğum oyunculardı. Muazzam bir kadro, baştan başa starlar… Turgut Boralı, Cahit Irgat, Kamuran Yüce, Lale Oraloğlu, Sadri Alışık herkes vardı. Onların arasında 22 yaşında, acemi çaylak, kurtların arasındaydım.
Dostlar tiyatrosunda yaptığınız politik oyunlarla tiyatro anlayışınız biçim değiştirdi diyebilir miyiz?
Aslında önce Arena Tiyatrosu’nda başladı ilk politik tiyatro. İlk ‘Aslan Asker Şvayk’ı orada oynamıştım. İlk ödülümü de orada aldım. Sonra 6 arkadaşla birlikte Dostlar’ı kurduk. Şevket Altuğ, Mehmet Akan, Arif Erkin televizyon dizilerinde çok sevilen bir oyuncu, o bizim kurucumuzdu. Hâlâ devam ediyoruz.
NAZIM HİKMET ORADA RAHAT UYUYOR
İlk kez 1975 yılında Nazım Hikmet şiirlerinden ‘Kerem Gibi’ oyununu yapmıştınız, aradan 35 yıl geçmiş birtakım farklar var mı?
Aynı adı taşıyor ama içeriği çok değişti. Biçimi de. İlk defa belgesel tiyatroyu denedim. Bir saat yirmi dakika boyunca arkada devamlı film akıyor, ben de oraya bakmadan senkronize olarak oynuyorum. Bu da çok ilginç oluyor. Bu oyunda yana çekilip seyirciyle onu baş başa bırakmak istiyorum. Bu adam ne çekmiş ya! 13 yıl burada hapis yatmış, yurt dışında da “Memleketim, memleketim” diye diye kıvranarak ölüp gitmiş. Bir daha gelememiş.
Mezarını Türkiye’ye getirmek istiyorlardı…
Orada kalsa daha iyi. ‘Nazım Hikmet vatan hainidir’ diyenler ne kadar zaman geçse de bu düşünceyi atamazlar, onu da parça parça ederler. Ruhi Su’nun mezarını ailesi 6-7 defa yaptırdı, geceleyin gelip parçaladılar. O orada rahat uyuyor. Gogol ve Çehov’un olduğu yerde… Buradan gidenler Türkiye toprağı götürüyor. Çiçek götürür koyarız başucuna. Orada rahat yatıyor işte, yatsın.
Siz de hayranısınız…
Bütün dünyanın kucakladığı bir şair oldu. Bizimkiler ne kadar yurttaşlıktan atsa da dünya onu Türk şairi olarak tanıyor. Atatürk’ten sonra bilinen ikinci Türk. Biz de 35 yıldır beraber bir yolculuğa çıktık onunla. 35 yıl boyunca her söylediğimde başka bir şey alıyorum. Büyük bir şairin soluğu tabii.
Oyunculuk sizin için hayatın anlamı gibi sanki…
Yaşama biçimim. Dünyanın en büyük mutluluğu. Çok seviyorum. Bütün hayatım sahneye çıkmaya endekslidir.
Bir nevi tiyatroyla evlilik sizinki…
Aşk gibi desek, evlilik demeyelim çünkü evlilikler pek iyi gitmiyor. Kahkahalar… Evliliklerin birkaç yılı idare eder, cicim ayları derler ya.
Siz evlenmediniz mi hiç?
Evlendim. Kızım ve iki torunum var. Ama evliliği sürdürmek hele bizim meslekte çok zor.
Eşiniz de oyuncu muydu ve ne kadar evli kalmıştınız?
Oyuncuydu, evliliğimiz de 4.5 yıl sürmüştü. Bizim zamanımızda evlilik ömür boyu devam etsin diye düşünülürdü. Mutsuz olunsa bile sürdürülürdü. Şimdi bakıyorum da kimse kimseyi çekmiyor. Anlaşamayınca pat diye ayrılıyorlar. Zaten zor bir kurum. Çünkü o aşk denilen şey geçici. Herkes birbirinin özeline saygı göstermezse, olduğu gibi kabul etmezse, olmuyor. Herkes “bir evleneyim de onu istediğim hale getiririm” diyor. Hiç kimse de birbirini değiştiremiyor. Sonra da sürtüşmeler başlıyor. O yüzden benim tiyatro aşkımı evliliğe benzetmeyelim. Aşk olsun, sevgilim olsun…
BAŞBAKANIN PROPAGANDA MALZEMESİ OLMAM
Başbakan’ın açılım davetleri için ne düşünüyorsunuz, gitmeyenlerdensiniz galiba…
Çünkü büyük bir sahtekarlık olarak görüyorum. Başbakan’ın bu konudaki düşüncelerini zaten biliyorum. Oraya gidip kendisine bir propaganda malzemesi olmayı düşünmüyorum. Sinemacıları çağırarak puan toplamaya çalışıyor. Reklam, reklam tamamen reklam. Başta konuştuğumuz gibi. Adını andığı sanatçılara hayatı boyunca sahip çıkmış mı? Şimdi o insanları kullanıyor. Aynı şekilde Nazım Hikmet’i de. Bunlar hep makyaj. Avrupa Birliği’ne hoş görünmek ve demokrat görüntüsü çizmek. Onların demokrat olduklarına hiç inanmıyorum.
Sanatçıları çağırıp çağırıp ne istediklerini hiç anlamış değilim…
‘Onlar da benim yanımda, bunlar da benim yanımda’ diye göstermek istiyor. Birtakım insanlar da haldır haldır gidiyor. Oraya giden sanatçılar o partiye oy veren seyircileri de kapmak istiyor. Tavır koyup gitmiyorum dese kaybetmeyi göze alması lazım. Bunu göze alıp politik tavır koyamıyorlar. Bunların herkese mavi boncuk dağıttığını düşünüyorum.
Bari gidenler halkın sesini yansıtsa…
Orada dile getirdikleri şahsi çıkarları. Biri uçağa bineceği vakit Vip salonunda oturma hakkı istiyor. Ya da sinemacılara şunu yapın diyor. Oraya açılım diye gittiysen, söyleyeceğin bir şey varsa söyleyeceksin. Tuhaf olan; açılım, açılım diyor, ‘nedir kuzum bu açılım?’ Belli değil. Ne yapmak istediğinizi açık açık söyleyin bakalım. Yuvarlak bir laf. Açılımdır gidiyor. Yurt dışından empoze edilen politika nedir? Bir söyleyin de onun üzerine konuşalım. Böyle yavaş yavaş, ısıta ısıta işte ‘Onu da yanıma aldım, bunu da yanıma aldım’ demeye çalışıyorlar.
Isıtalım derken yanmayalım da… Siz memleketimizin haline ağlayanlardan mı yoksa gülenlerden misiniz?
Çok üzülüyorum. Ama ne yapalım? Ülke hak ettiği yönetimi bulurmuş. Bayıla bayıla oy verdiklerine ve bu kadar çok tepemize çıkardıklarına göre. Neyse ben yine de umutluyum. Bunlar bu kafayla giderlerse imkan yok, devam edemezler.
İÇİME SİNERSE DİZİDE OYNARIM
Siz niye hiç dizilerde oynamadınız?
İstemedim. Bugün yine geldi teklif. Seversem, içime sinerse kabul edeceğim. Vakit ayırmak gerekiyor. Seyretmeye tahammül edemiyorum nasıl gidip oynayayım? Öyle uzaklara bakan insanlar, bakıyorlar öyle. Kahkahalar… Bir bölümü izleseniz yetiyor, geçerken baksanız ‘aa, bu hâlâ oynuyor’ dersiniz. Herhangi bir yerde ben de çıkayım diye oynamak istemem. Yapamam bu yaştan sonra. (Gülüyor).Ama hâlâ güzel bir proje geleceğine inancım var.
31 Mart 2010 Çarşamba
GENCO ERKAL
Etiketler:
başbakan,
genco erkal,
musin ertuğrul,
nazım hikmet,
politika,
sanatçı açılımı,
tiyatrolar günü
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder