17 Şubat 2008 Pazar

Müjde Ar, Pınar Kür, Çiğdem Anad

Dört kadın, dördü de birbirinden ilginç kadın. Müjde Ar, Pınar Kür, Çiğdem Anad ve Aysun Kayacı… Hazırladıkları Haydi Gel Bizimle Ol adlı programı yayınlandığı ilk günden itibaren gündeme damgasını vurmaya devam ediyor. Perşembe akşamları saat 20:30’da NTV’de yayınlanan programa her hafta iki erkek konuk davet ediliyor ve kadın bakış açısıyla aktüel konular tartışılıyor. Bizde her hafta dört gözle beklenen programın ev sahipleriyle, aşk, kadınlar, erkekler ve korkular üzerine samimi bir söyleşi gerçekleştirdik.



‘Haydi Gel Bizimle Ol’ programı gümbür gümbür geldi ve gündeme damgasını vurdu. Size gelen tepkiler nasıldı?

M:A: Program o kadar çok beğenildi ki ben sokakta yürüyemiyorum.
P:K: Ben bile yürüyemiyorum. Bu programdan sonra bayağı tanınır oldum. Çok fazla ilgi görüyorum halkımızdan.

Olumsuz eleştiri aldınız mı?

Ç:A: Bir iki eleştirel yazı dışında olumsuz tepki almadık. Aldığımız yüzlerce mail, programın çok beğenildiğini gösteriyor. Aynı zamanda diğer televizyon yöneticileri “Ne kadar iyi bir format, dört kadın da çok başarılı” diyor.
M:A: Aynen öyle. Çok beğeniliyor program, ne yapalım yani. Kahkahalar…
Ç:A: Bir kere çok orijinal ve yeni bir format. Birbirine benzemez dört kadının bir arada olması çok iyi bir fikir. Hem yaş hem geçtiği yollar itibarıyla çok şeyi aşıp geçmiş kadınlarız. Aysun genç olmakla birlikte her fikre çok açık. Gündemi çalışıyor. Ne olup bittiğini yakından takip ediyor. Ve bu dört kadın da birbirini seviyor. Bunun olumlu bir enerji getirdiğini zannediyorum.


Aysun Kayacı’nın programınızda yer almasıyla ilgili ‘yine bir güzel, yine bir köşe süsü gibi tepkiler geldi…

P:K: Aa, biz güzel değil miyiz? Kahkalar…

Pardon manken demek istemiştim…


M:A: O genç kuşağı temsil ediyor aramızda. Ben de mankendim eskiden. İnsanlar değişiyor. Aysun’u herkesin gördüğü gibi görmüyorum. Kadındır, güzeldir öyleyse bunun kafası çalışmıyordur etiketini yapıştırmayı seviyorlar.
Ç:A: Aysun Kayacı çok sıcak, yumuşak, sevecen, gençliğini ve toyluğunu bilen biri ayrıca buradaki insanlara karşı çok saygılı. Güzelliği ön plana çıkan kadınlar aynı şekilde akıllı olamazlar mı? Sarışın kadınların akıllı olmadıkları nasıl varsayılıyor anlamadım.
P:K: Erkekler güzel kadın olursa sesi fazla çıkmaz diye tercih ediyor. Onların istedikleri kadın tipi bu. Yumuşak başlı olmaları. Öyle birini görünce de ‘bu akıllı olamaz’a getiriyorlar bence.
M:A: Üçüncü sınıfa gelmiş üniversite öğrencisi beğenilmiyorsa o zaman memleketin ve okulların halini sorgulamak gerekiyor. Kenan Evren’i ressam zanneden bir kuşak var.
Ç:A: Aysun mesela az konuşmakla eleştiriliyor. Bu programda kimsenin öne çıkma gibi bir kaygısı yok. Ama herkes öne çıkıyor değil mi? Aysun’un yaşı itibarıyla daha az lafı olduğu için…
P:K: Ama o da patlatıyor lafını. Laf olsun diye konuşmuyor o da bir meziyettir.
M:A: Onu ekranda gördükçe benim içim açılıyor, çok hoşuma gidiyor. Ben de koruma duygusu uyandırıyor Aysun. Çünkü genç insanlara öylesine acımasız bir şekilde saldırılır ki…

Format gereği birtakım rol paylaşımı oldu mu? Biri toparlayıcı, diğeri sert çıkanı bir diğeri de komiği olsun gibi…
M:A: Böyle bir şey olmadı. Birbirimize ters düştüğümüz de oluyor. Bir hazırlık yapmıyoruz.

Hep bir ağızdan, ben de dahil ‘Herkes olduğu gibi, doğal yani…’

P:K: Ben de belki ukalalık kontenjanında yer alıyor olabilirim. Kahkahalar…
M:A: Görüyorsun sen de, burada nasıl konuşuyorsak programda da aynısı oluyor.
P:K: Herkes buraya birikiminden dolayı çağırılmış zaten kimse kimseye şöyle ya da böyle konuş diyemez.
Ç:A: Farklılıklarımızla bir aradayız.
M:A: Burada birbirimizle gerilim yaratarak ortaya bir şey çıkarmıyoruz. Programın böyle bir hedefi yok. Burası zaten bir rayting kanalı değil.
Ç:A: Buna rağmen en çok da rayting alan program bizimki.
M:A: Dizileri bıraktık sizi izliyoruz diyen kadınların sayısı çok fazla. Bir sürü insan ‘gibi’ olan şeylerden çok rahatsız. ‘Nedir artık bu sahtekarlık, ikiyüzlülük, kendini saklama ve olduğundan başka gözükme’! Kimsenin buna tahammülü kalmadı! Programın başarısı da bu.
Ç:A: Biz başka bir söylemle çıkmıyoruz ekrana. Neysek o olarak çıkıyoruz. Bunu çok doğal bulup da beğenmeyenler olabilir. Ama neticede çok doğal, çok gerçek, çok sahici…
M:A: İnsanlara bu duygu çok geçti.
Ç:A: Reklam yapıyor gibi algılanmasın ama gerçekten birçok televizyon yapımcısı “Ah keşke bu programı biz yapsaydık” dediler. Hatta şimdiden teklif geliyor.
M:A: Neden bunu biz düşünemedik diye hayıflanan çok var.

Konuklarınızı neye göre seçiyorsunuz?

M:A: O haftaki konulara göre seçiyoruz.

Mesela programınızda İbrahim Tatlıses ya da Müslüm Gürses’i görecek miyiz?
Ç:A: Olabilir. Yelpazemiz çok geniş. Siyaset, aktüalite ve magazinin harmanlandığı bir program sonuçta. Ama siyaset dozumuz daha düşük. Bizimki ‘Aktüel’ bir program.
P:K: ‘Kadın bakışını yansıtan’ aktüel bir program. Genelde televizyon programlarında beş adam ve bir de erkek konuk olur. Gerek aktüalite gerek toplumsal ve kültürel olaylarda ağırlıklı olarak kadınların sesinin duyurmak ve ‘ne demek istediklerini’ ortaya koymak amacımız.

Genelde bir psikolog ya da psikiyatr görüşü alınacaksa tercih hep erkek uzmanlardan yana olur değil mi?
M:A: Evet, kadınların konuşmasına bizde çok alışık değiller. Birisi konuşacağı zaman ‘çağıralım bir adam, gelip konuşsun’ oluyor.
Ç:A: Programda kadın bakışının yanı sıra biraz da kadın üslubu söz konusu. Spor programlarında erkeklerin kullandığı üsluba baktığınızda kadın olarak çok eleştirebilir ve vandal bir üslup var diyebilirsiniz. Bu bir erkek jargonu. Bizim de aramızda yaptığımız esprilere ‘bir kısım erkekler’ çok gülemiyor olabilirler ama kadınların çoğu gülüyor ve biz de gülüyoruz.
P:K: Bir kısım erkekler rahatsız olabilir.

Böyle bir rahatsızlık var sanırım. Röportaja gelirken vapurda yanımda oturan iki genç erkeğe programınızı sordum biri Müjde Ar’ın anlattığı ‘Gazoz şişesi ve Bedri’ hikayesini hiç sevmediğini söyledi. Ben de bunu erkekler yapsa hoşunuza giderdi deyince “Ee, bu zaten erkekler arasında olur” diye cevap verdi…

Ç:A: Öyle mi? Onların anneleri de kız kardeşleri de benzer bir üslupla kendi aralarında konuşuyorlar. Belki onlar bilmiyor ama. Kadınlar aralarında bu şekilde rahat konuşurlar.
M:A: Bizde zaten bir sorunu mizahla irdelemek kadına yakıştırılmaz. Her şeyde olduğu gibi mizah duygusuyla bir konuyu eleştirmek de erkeğe özgü diye düşünülüyor.

Tabii ‘Kadın ağırbaşlı olmalı değil mi!
(Hep bir ağızdan) “Tabii canım kadın ağırbaşlı olmalı”…

M:A: (Biraz sarkastik).. Tabii, biz bunu erkek erkeğe konuşuruz; hadi, ‘kızları tavlama sanatını’ oturup konuşalım. E, ne güzel! Kadınlar konuşmaya kalkınca da; ‘hop, dur bakalım’ olur. Yaptığım kabarelerde, şovlarda, filmlerde erkeğin hakkı olan pek çok şeyin kadının da hakkı olabileceğini savundum.
Ç:A: Müjde’nin yaptığı esprileri bir erkek programcı yapsaydı belki de üzerine methiyeler düzülürdü. Ama bir kadın olarak ‘o esprileri’ yaptığı için üç beş kişi eleştirdi.
P:K: Kadının konuşması her zaman için erkekleri rahatsız eder. Kadınlar kendini sahiplikten kurtarmış oluyor konuştuğunda. Ona da erkeklerin çoğunluğu tahammül edemiyor.
M:A: Ne yazık ki, medyamız hiç kadını sevmiyor.
Ç:A: Kadını görüntü olarak seviyorlar.
M:A: Medya ‘kadınlar güzel resimler versin ama konuşmasın, bizim empoze ettiklerimiz konuşsunlar ya da onlar ne söylerse söylesin biz algıladığımız biçimde bunu haber yaparız’ diyorlar. Oh ne güzel dünya! Sonunda bu bir tehdit haline geliyor ve sansür yerine geçiyor. ‘Bende de hiçbir şeyden korkan göz yok ne yazık ki’. Hürriyet ya da Kelebek gazetesinin üç hafta boyunca ısrarla konuyu yanlış tarafından vurgulamaya çalışmasının ve harp ilan etmesinin altında ‘biz sizin terbiyenizi veririz ey kadınlar’ söylemi var.

Bununla ilgili ne yaptınız?


M:A: Yasal bir süreç başlattım. ‘Ağalar, beyler burada bu işlere biz karar veririz’ durumu da söz konusu aynı zamanda. Bu benim başıma daha önce de geldi. Ben ailemizin üç kuşak çok önemli bir hikayesini yazıyordum. Bunun için üç buçuk yıl masanın başından kalkmadım, binlerce sayfa okuyup yazdım, Bulgar tarihi uzmanı oldum. Bir sabah Hürriyet gazetesinin başlığında bir de ne göreyim! ‘Müjde Ar Yeşilçam’daki seks hikayelerini kaleme alıyor’. Haberin akabinde alay eder gibi Doğan yayıncılıktan ‘kitabınızı basalım’ diye bir öneri geldi. Yani bu; ‘sen böyle kitapları boş ver, otur düzmece hikaye kitabı yaz, biz de senin kitabını basalım’ demek oluyor.
Ç:A: Şimdi burada bir yanlış anlaşılma olmasın. Müjde aslında belli bir grubu hedef alarak konuşmuyor. Öyle değil mi Müjde? Yanlışım varsa düzelt.
M:A:. İlk yaptığımız programdaki ‘gazoz şişesi’ hikayesini onları hedef alarak söylüyorum. Başka gazeteler için söylemiyorum. Bu genel bir medya eleştirisi değil. Direkt olarak medyanın kadına nasıl baktığıyla ilgili.
P:K: Genç bir kadın cinsellikten söz ettiğinde hemen kötü oluyor. Halbuki kadının da cinselliğini dile getirmeye yerden göğe kadar hakkı var. Aynı durum benim kitaplarım dolayısıyla başıma geldi. İki kitabım muzır olarak değerlendirildi. Erkek yazarların yazılarında daha fazla cinsellik olmasına rağmen bir kadının bunu dile getirmesi mahkemeye düşmesine neden oluyor. Müjde espri yaptığındaysa hemen saldırılıyor.
M:A: Programda konuşulan cinsellik değildi. Asıl konuşulmak istenen ‘Korkulardı’. Çocukluğumdan bugüne kadar hayatımdaki en baskın konunun korku olduğunu görüyorum. Ondan kork, bundan kork, her şeyden kork…
Ç:A: Gazozdan da kork!
M:A: Türbandan da kork! “Aman irtica geliyor” desinler, ondan da kork.
Ç:A: Komünizmden kork!
M:A: Evet, okulda dayak yemekten, taraf olmaktan kork. Ömrümüz hep korkuyla geçti.
Ç:A: ‘Senin nelerden korkacağını da biz biliriz’ diyorlar.
M:A: Burada korkunç bir şekilde erkek dünyasının zulmü var. Ben bununla yıllarca mücadele ettim. Yine ederim, yine ederim! 45 senedir bununla didişiyorum ömrüm olursa bir 25 sene daha didişirim.


Peki biraz da aşktan söz etsek. Platon’a göre aşk; ciddi bir akıl hastalığı. Size göre?
P:K: Son sözüm ‘Bitmeyen Aşk’ romanımda vardır. Kısaca söylemek gerekirse aşk delilik değilse bile bir çeşit hastalık. Ölümcül bir hastalık değil ama. Zamanla ateşin düşer…
M:A: Zamana ve yaşa göre çok değişen bir şey. Herkes için de farklı bir tarifi var. O yüzden hastalıktır, değildir, yok hayır griptir, zatürredir demek zor.
P:K: O kişiye göre değişir.

Evet, bu verem yaptı, şu ateşimi çıkardı gibi…

M:A: Evet, fazladan bir yaşam ritmini değiştiren bir yönü var. O zaman ateşli bir hastalığa benzetmek söz konusu olabilir.
Ç:A: Beyin devreleri buluşuyor, çakışıyor, alevleniyor ama tabii bunun ömrü kısa oluyor. Sonra sevgiye ya da dostluğa dönüşerek o aşk büyüyor…
P:K: Ya da cinayete dönüşüyor.
Ç:A: Ya da çabuk tükenebiliyor. Ama Müjde’nin dediği gibi yaşa ve döneme göre değişmesi mutlak. Yaş ilerledikçe belki beyin de gelişiyor ve o çakışmalar o kadar fazla olamıyor.
P:K: Belki, ama olunca da 18 yaşındaki gibi oluyor Çiğdem. Yani o ilk heyecan, o ilk bakış kırkında da aşık olsan, aynı.

Daha şansımız var yani…

M:A: Aysel’e bakarsan mezara kadar şansın var. Annem “Daha en büyük aşkımı yaşamadım” diyor.

Yaşı geçmiş adamların genç kızlarla birlikte olma durumları hakkında ne söylemek istersiniz. Bu yaşananlar aşk mıdır?

Ç:A: Bana göre ensest ilişki. Belki benim de genç bir kızım olduğu için çok öfke duyuyorum.
M:A: Tamamen paranın gücü.

Acayip olan da adamların bunun farkında olmaması…

M:A: Öyle bir farkındalar ki. Genç sevgilisi olan bir tanıdığıma “seninle paran için beraberlik sürdürüyor” diyorum . O da, “olsun bana hoş vakit geçirtiyor” diyor.
P:K: Hatta benzer bir durumu zamanında çok yakışıklı olan bir arkadaşım da yaşadı. “Kız sabaha kadar dans etmek isteyecek benim onu eğlendirecek halim yok, tabi ki param için gelecek başka ne olabilir ki” diyor. Biliyor ama yine de gelsin diyor.
M:A: Belki egosunu tatmin ediyor.
Ç:A: Yaşını kabul edemeyen erkeklerin sorunu galiba. Belki kendini daha genç hissediyor.
P:K: Mesela aynı şeyi ben yapamam. Genç bir delikanlıya baktığım zaman onu oğlumla özdeşleştiriyorum ve ona yan bakmak aklıma bile gelmiyor. Yani bunlar karşılarında kızlarını görmüyorlar mı çok merak ediyorum.
M:A: Bu iktidar denen kavram erkeğe özgü. Siyasette de böyle. Libidoyu da bir anlamda kaybetmenin onları çıldırttığını düşünüyorum. Hakimiyet elden gidiyor yani. Değil mi? Neticede parayla satın alınan bir durum.
Ç:A: Kimi genç kızlar da baba şefkati ve güveni aradıkları için bu ilişkileri seçiyorlar.
P:K:. Genç kızların evli ve yaşlı bir erkekle birlikte olma isteği küçükken arzuladığı babayı anneden alma güdüsü olabilir.

İngiltere’de yapılan bir araştırmaya göre erkekler daha az zeki kadınlarla evlenmeyi tercih ediyormuş. Bunun için ne söylersiniz?

Ç:A: Erkek hep bir adım önde olmak istiyor.
P:K: Daha az zeki kadınların kendisine daha çok hayran olacağını düşünüyor ki, herhalde burada haklı.

Peki sizler ilişkilerinizi yaşarken zorlandınız mı?

M:A: Bunu aslında erkeklere sormak lazım.
Ç:A: Benim zeki, aşağılık kompleksi olmayan, kendini halletmiş erkeklerle ilişkim oldu dolayısıyla bir sorun yaşamadım.
P:K: Bazıları para ya da zenginlik için gider ama benim için bir erkeği seçmemin birincil koşulu zekadır.
Ç:A: Hayatımda hiçbir zaman paralı biri olmadı. Ama aptal ya da esprisiz adam da olmadı.
P:K: Bizi beğenecek adam aptal olamaz.
M:A: Benim zaten belli. Ercan Karakaş yani… Kahkahalar…

Hiç yorum yok: