Uğur Yücel’in oyunculuğunu ve yönetmenliğini yaptığı son filmi ‘Hayatımın Kadınısın’ çoğumuzun olduğu gibi benim de dilimden düşmeyen ‘ah nerede o eski günler, nerede eski aşklar, adam gibi adamlar nereye kayboldu’ sorularının cevabını buldurmuştu. Bu hikayede eskiye duyulan özlem, artık çoktan unutulmuş duyguların yoğunluğu, filmi karnınızın tam orta yerinde bir sızıyla izlemenize neden oluyordu. Usta oyuncu bu filmdeki Tophaneli Tayfur karakteriyle de yine yeniden büyük bir hayranlıkla izlettirmişti kendini. Tayfur’un delikanlı, bağrı yanık hali ve “Ağır yaralı gezdim bu memlekette” sözüyle eminim benim gibi bir çok kadını bu film karakterine aşık etmiştir…
Uğur Yücel’in başarısı sadece sinema oyunculuğunda değil elbette, ‘Alacakaranlık’ dizisinde Urfalı Komiser Tahir, ‘Hırsız-Polis’te ‘mevsimsiz adam’ diye tanımladığı Karadenizli Aksak Nadir’le de gönülleri fethetmişti. Uğur Yücel bu kez ‘Canım Ailem’ adlı dizide Samim karakteriyle de eminim birçoğumuzun gönlünü çelecek. Uğur Yücel’in deyimiyle Samim karakteri, yufka yürekli, uçarı, gezgin, sorumsuz ve komik biri… Sahici rollerin adamı Uğur Yücel, bu gezgin ruhlu Samim karakteriyle bakalım iç dünyamızın hangi saklı yönünü ortaya çıkarıp puslu ruhlarımızı aydınlatacak...
Canım Ailem’ adlı dizide Uğur Yücel bu kez nasıl bir karakterle gönüllere taht kuracak?
Taht kuracak mı bilemem? Ama uçarı, gezgin, sorumsuz, yufka yürekli, komik biri olacak Samim karakteri. İlk gençliği Adana’da geçmiş sonra da basıp uzaklara gitmiş. Yıllarca gemilerde garsonluk yapmış. Samim, yılın 8 ayını çalışıp 4 ayını Marmaris’ de tatil yaparak geçiriyor, nerede akşam orada sabah bir hayatı yaşıyor anlayacağınız. İyi ya! Eğlenceli bir adam, değil mi?
Biz bu karakterin neyini seveceğiz ya da neyini sevmeyeceğiz?
Bilemiyorum! Sempatik bir adam. Bir yandan bir sürü fırıldak çeviriyor, ama şeytan tüyü var. İnsanlar seviverecek Samim’i.
Dizinin fragmanında gördüğümüz kadarıyla Samim karakteri şimdilerde balıkçılık yapıyor, öncesinde Samim’in ‘uzak denizlerin adamı’ olma halinin denizle, uzaklıkla ya da farklı ülkelerinin limanlarıyla ilişkisi nedir? Bir tür kendinden kaçış söz konusu mu?
TV’ de izlediğiniz teaserlar diziyle organik ama hayal ürünü. Yani ileride balıkçılık da yapabilir. Ekranda gördüğünüz o teaserlar (tanıtım bölümü) sadece karakter özellikleri üzerineydi. Ama öyle bir felsefe adamı değil bu Samim. Büyük gezi gemilerinde çalışıp çeşitli insanlarla gününü gün ediyor. Daha çok hayatla eğleniyor.
Dizinin fragmanında en küçük yeğen çekip gidecek dayıya ‘gitme’ dediğinde dayı ne hissediyor? Geleceğim mi diyecek yoksa gitmeyeceğim mi?
Samim aslında hep gitme isteğinde ama yufka yürekli biri. Tabi ki gidemeyeceğini düşünüyor. Samim bu süreçte ilk kez kendiyle karşılaşıyor aslında. Bir yandan kendinden de kaçmış. Yani hayatın gerçeğinden kaçmış. Bu da onu çaresiz kılıyor gerçek karşısında.
Canım Ailem’ adlı dizi bir yanıyla ‘kaybedenlerin’ öyküsünü de içinde barındırıyor diyebilir miyiz?
Kaybedenler olarak adlandırılmalı mı bu karakterler bilmiyorum. Sanırım büyük bir aile olacaklar ve öyle içinden çıkılmaz sorunları da olmayacaktır. Sonuçta bu duygusal komedi türünün özelliklerini taşıyacak bir dizi olacak.
Benim tanıdığım birçok dayıda bir ‘arıza olma’ durumu söz konusu. Kimi çok içer kimi hovardadır kimi de meteliksizdir ama hep büyük adam olma hayalindedir… Bir yanıyla kaba-dayılık söz konusudur, biz sizi nasıl bir dayı olarak göreceğiz?
Bizim ki aile dayısı olacak. Öyle ‘Kabadayılığı’ yok. Damarına bastılar mı delikanlı oluyor ama tüymeyi de gayet iyi biliyor.
Bu gezgin, serseri ruhlu dayının gizli kalmış yüzünde hüzne hiç yer yok mu? Sanki Alacakaranlık misali, bir yanı gün bir yanı karanlıkta kalmış gibi…
İnsan çok boyutlu katmanlı bir yaratık. Derinleştirdikçe kararıyor ve sonuç olarak trajik boyut ortaya çıkıyor. Ancak bu gibi dizilerde kahraman yüksek bir binadan düşünce parçalanıp yok olmaz. Daha doğrusu kahramanın parçalanıp dağılacak içsel sorunları olmayacaktır. Sorunlar hafif ve gündelik boyuttadır ve tebessüm azalmaz hikayelerde.
Sizin hayatla başa çıkamadığınız zamanlar olur mu? Çıkışı nasıl bulursunuz?
Olmaz olur mu? Bu güne kadar çok oldu ve bundan sonrası için hiç karşılaşmak istemediğim zamanlardır. Yaş aldıkça zorlaşır hayatla uğraşmak. Benim için çıkışı bulmanın tek yolu içimdeki her zamanki yaratma gücü oldu. Yarattım ve karşılık gördüm. Sahneye çıktım. Seyirci buldum. Seyircinin tutkusu insanı yüceltiyor ve dinamik tutuyor. Bunun yaşamımın son anına kadar süreceğini biliyorum. Çıkışı bulmama sebep olan bir başka bir faktör de oğlum oldu. Onun için bir şeyler yapmak ve onu mutlu etmek yegane amacım oldu.
Hangi yöne gideceğinizi bilemediğiniz ve yolunuzu kaybetmiş gibi hissettiğiniz olur mu?
Elbette oldu, ama bu daha gideceğim yolun çok seçenekli olmasıyla ilişkilidir. Çaresiz kaldığım zamanlar oldu, ama hep bir el uzandı. Ya kendi elim ya da bir dost eli.
‘Hiçbir şey eskisi gibi -değil-olmayacak’ sözü sizin için ne ifade eder?
Her şey değişiyor ve değişim iyidir.
Sezen Aksu’nun Eskidendi şarkı sözünde olduğu gibi; Hani herkes arkadaş-Hani oyunlar sürerken-Kimse bize ihanet etmemiş-Biz kimseyi aldatmamışken-Eskidendi, çok eskiden… durumunun burnumuzda tütme haline ne demeli?
Burnumuzda tütenler artık bugünlerde çok romantik kaldı. Sahiden eski dünyaları yitirmek üzüntü veriyor insana. Komodinin üzerinde kalmış eski bir parfüm şişesi annemi, babamın çakısı ise rakılı yarı efkarlı zamanları hatırlatır bana. Eskiye iç çeken son kuşak biz olmayacağız. Bugün de eskiyecek nasıl olsa.
Niye eskiyi, eski duyguları bu kadar unuttuk?
Eskinin hayata vakti varmış galiba. Eskiler hiç ölmeyecekmiş gibi hep güzelin peşine düşmüşler. Şimdilerde ise para peşinde koşarken hızla toprağa karışıyor insanlar. Yaşanan zaman değersiz kaydediliyor. ‘Artık bu solan bahçede bülbüllere yer yok, duygulara yer yok’.
Mesela Hayatımın Kadınısın filminde oynadığınız ‘Tayfur’ karakteri gibi sevdiği kadını yanında, yamacında, göğsünün sol yanında taşıyan, belki incitirim duygusuyla sevdiği kadına sıkıca sarılamayan adamlar da yok. Sahi nereye gittiler dersiniz?
Bu adamlar filmlere, romanlara, şiirlere gittiler. Babalarımızın gençliğinde aşk acısı ince hastalığa sebep olurmuş. Anneme aşık olan uzak akraba bir çocuk, annem aşkına karşılık vermediği için veremden ölmüş. Bu annemin vicdan azabıydı ama babamı sevmiş, ne yapsın kadın?
“Ağır yaralı gezdim bu memlekette” diyen Tophaneli Tayfur gibi siz de Kara Sevdaya düştünüz mü hiç?
Çocukken karasevdaya düştüm. İlk gençliğimde de. Sonrası beni yormadı.
Hayatla ne kadar maytap geçersiniz?
Gençken matrak bir adamdım. Ama şimdilerde de yeniden buldum kafamdaki yırtığı. Geç geldi ama iyi oldu...
Son yıllarda dizi-film sektöründe çalışmak isteyen gençlerin sayısı her geçen gün artıyor. Ancak Sinema-TV bölümlerinden mezun olsalar bile bir anda yardımcı yönetmen, sanat yönetmeni ya da reji asistanı olarak iş bulamıyorlar. Okullarda verilen eğitim maalesef pratikten çok kuramsal. Kalabalık sınıflarda eğitim gören öğrencilere bir ya da iki kamera düşüyor ve imkanlar oldukça sınırlı. Siz gençlere 4 yıllık eğitim almalarını mı yoksa bir an önce işin mutfağından başlamalarını mı önerirsiniz?
Geçtiğimiz günlerde öğrencilerden biri arkadaşının uzun metraj DVD’ sini verdi bana. Muazzam bir film başladı. Sonra dağıldı gitti. Ama burada çok önemli bir detay vardı. Neredeyse sıfır bütçeyle bir film yapılmıştı ve anlatım vardı. Gençler için günümüzde senaryo oluşturup bir film çekmek artık kolay. Bir el kamerasıyla da sinema yapma şansları var. O zaman dert ne? Gerçekten ne yapmak istediğini bilen genç sayısı az. Herkes arıyor. Bütün gençlere kendilerini acımasızca masaya yatırıp derin kazı yapmaları üzerine bir yolculuk öneriyorum. Kim olduklarını ve ne yapmak istediklerini aramanın yolculuğu.
Bu işe gönül vermiş gençler piyasaya girebilmek için nasıl bir yol izlemeli?
Tüm dünyada eğlence ve sanat dünyasında bir şans beklerler. Beklerken yeterli donanımda ve diğerlerinden farklıysan gelip seni bulurlar. Ben, kıyıda köşede kalmış büyük değerlere pek rastlamadım açıkçası. Ya kendileri çıkıyorlar ya da birileri onları bulup çıkarıyor. Mail yoluyla ya da bir şekilde yoluma çıkarak benimle çalışmak isteyenler çok oldu örneğin. Ama mesela ben karşıma çıkanlarla değil de benim bulduklarımla daha çok ilgileniyorum.
Film ekibinizi kurarken öncelikleriniz ne olur?
Birlikte bir otobüse binip uzun yol yapacağım, birlikte yiyip içeceğim, hem mesleki açıdan hem de insan olarak kişilikli, işine sevdalı insanları tercih edip bulurum. Aynı nefeste olmak çok önemli. Çünkü sinema heyecan ve arzuyla yapılır.
Alınan dört yıllık eğitim biraz da vakit kaybı gibi geliyor bana, tabi ki eğitimin kötü olmaz ama daha kısa süreli eğitimler mi tercih etmeli acaba?
Ya aslında bu eğitim meselesi benim üzerinde çok da söz söyleyebileceğim bir alan değil galiba. Yalnız şöyle bir görünüm var ki kısa zamanlı eğitim alanlar daha çok hevesleriyle beraber gidiyorlar. Ama üniversitelerde bölümü bitirmenin okul bitirmekten ibaret olduğu gerçeği daha somut. Birçok öğrenci sinema yapıp yapmayacağını dahi bilmiyor.
İşi mutfağında öğrenmek ve usta-çırak ilişkisi üzerine ne söylersiniz?
Kuramsal eğitim sanatı kavrama ve yeni sanatlar üretme bilincini veriyor insana ama esas yoksunluk ya da zenginlik yetenekle açıklanır. “Vermeyince mabut neylesin Mahmut.” İstediği kadar okusun etsin adamın ama önce işine bakıyorsun. Yetenek usta çırak ilişkisiyle pişer ama her daim kitabı koltuk altında taşımalı. Kitap yeteneğin ufkunu açar ve derinlik kazandır.
14 Aralık 2008 Pazar
UĞUR YÜCEL
Etiketler:
canım ailem,
genç,
hayatımın kadınısın,
kaybedenler,
sezen aksu,
sinema,
uğur yücel
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder