Bir İstanbul Masalı’nın Esma’sı, Şöhret dizisinin Gülşen’i ve şimdi de Karamel dizisinin Zehra’sı olarak karşımızda Ahu Türkpençe. Yaptığı işlerle hep bir basamak yukarıya çıkan Ahu Türkpençe, ‘Karamel’ adlı filmden esinlenerek aynı adla çekilen dizide bu kez kuaför Zehra’yı canlandırıyor. En son ‘Dinle Neyden’ adlı sinema filminde de oynayan genç oyuncu, ‘Derdi’ olan hikayelerde görev almak istediğini belirtiyor ve ‘bu tür hikayeler için elimden ne gelirse onu yaparım’ diyor. Mevlana felsefesinden etkilendiğini belirten oyuncu ‘İçimizdeki kötülüğü kabul edecek de biziz, yok edecek de’ diyor ve bir oyuncunun yolunun Mevlana’yla kesişmemesinin mümkün olmadığını da sözlerine ekliyor.
Şu anda oynadığınız ‘Karamel’ adlı diziniz sizin önerinizle aynı adlı filmden esinlenerek yazılmış, Lübnanlı beş kadının hikayesinin anlatıldığı bu filmde sizi en çok etkileyen neydi?
Filmde, zaaflarına yenilen, hata yapıp acı çeken ama doğruyu yapmak için çırpınan çok insani, çok gerçek karakterler vardı. Beni en çok bu gerçeklik ve samimiyet etkilemişti.
Filmdeki Rose karakteri gibi hasta ablasına bakarken hayatı kaçıran, es geçen, yaşamı kaçıran kadınlar için ne söylemek istersiniz?
Cesaret gerçekten bir gereklilik, ama geçmişten getirdiklerimiz, bize dayatılanlar ve zaaflarımız birleşince cesur olmak o kadar da kolay olmuyor. Bir de her adımın yeni bir getirisi var ki bunu da göğüslemek gerekiyor. Çokça korkak olduğumuzdan ki bu erkekler için de geçerli, hayatı ıskalamak genelde yaptığımız bir şey oluyor. Sanırım ancak bir destek bulduğunda yani bir arkadaş, bir sevgiliden güç aldığında kişi daha rahat harekete geçiyor. Galiba her fırsatını bulduğumuzda yanımızdakine güç vermeli ve yanımızda da bize güç veren insanlarla yaşamalıyız. Acaba özgüvenimizi daha çok geliştirip daha mı cesur olmalıyız? Bilmiyorum ki… Belki de gözümüzü kapatıp denize atlamalıyız, bakalım ne olacak? (Gülüşmeler…)
Kadın dayanışması hakkında ne söylemek istersiniz?
Yaşadığımız bu erkek egemen dünyada zaten kadınlar erkekler tarafından yeterince eziliyor, bu yüzden bir kadın olarak tabi ki hemcinsimin yanında olmayı tercih ederim. Ve özellikle de bizim ülkemizde kadın dayanışmasına şiddetle ihtiyaç varken her koşulda bu dayanışma hareketlerinde bulunmayı görev bilirim.
Gerçekten kadınlar birbirleriyle dayanışırlar mı?
Ben gerçeğini, yalanını bilmem, görünen köy kılavuz istemez. Kadınlara yine kadınlar destek olmalı ve güç vermeli. Aksi takdirde kadınlar doğalında sahip olunması gereken ama elinden alınmış haklarını çok daha uzun sürede geri alacaklar.
Karamel adlı dizide kuaför salonunda çalışan bir karakteri oynuyorsunuz kuaför salonları için kadınların dertlerini paylaştığı, eşlerini çekiştirdiği, sırların paylaşıldığı bir tür iç boşaltma odasıdır diye bakarsak siz bunun ne kadarını yaşarsınız?
Aynı muhabbeti kuaförde değil, ama evimde yakın arkadaşlarımla yapıyorum.
Kuaför salonları senaryo yaratmak için belki de en gerçek kadın hikayelerinin döndüğü yerler diyebilir miyiz?
Evet, gerçekten bunlardan biri de kuaför salonları. Çünkü hem kuaförde çalışan kadınların, hem de oradaki müşterilerin ayrı ayrı hikayeleri olacak ki; bu hikaye zenginliği de senaryoyu eğlenceli kılsın. Umarım biz de bu tadı Karamel dizisindeki senaryomuzla yakalarız.
Özellikle oynamak istediğiniz bir rol ya da film türü var mı?
Derdi olan hikayelerde görev almak istiyorum. Filmiyle bize bir şey anlatmak isteyen, belki gözden kaçırdığımız bir şeyi işaret eden ya da kanıksadığımız ve yabancılaştığımız bir duyguyu fark etmemizi sağlayan hikayelerin yönetmenleriyle çalışmak istiyorum. Böyle bir hikaye için elimden gelen her şeyi yaparım. ‘Sınırlarınız var mı’ diye klişe bir soru sorulur ya; işte bu tür işler söz konusu olduğunda oyuncuda sınır mınır kalmaz. Çünkü o öyle bir hikayedir ki; oyuncu da onu dert edinmiştir ve sınırlarla kaybedecek vakti yoktur.
En son oynadığınız Dinle Neyden filmiyle ilgili ne söylemek istersiniz?
Filmin başrolünde Mevlana’nın öğretileri ve felsefesi var, bu yüzden de çok naif bir film. Hem hikayesi hem çekimleri hem de oyunculuklarla bu felsefeyi destekleyip ortaya çıkarmaya çalıştık. Sanırım kendi üslubunda doğru kotarılmış bir film oldu. Tabii kendi oyunculuğumla ilgili yorum yapamıyorum, onu seyirciye ve eleştirmenlerimize bırakmak en doğrusu. Her şeyden önce ‘Dinle
Neyden’ filminde çalışmak benim için büyük bir keyifti. Bu filmin bir parçası olduğum ve yönetmenimiz Jacques Deschamps’la çalıştığım için çok mutluyum. Ondan çok şey öğrendim.
Filmin ana fikri neydi ve seyirciye ne söylüyordu?
Filmin tek bir ana fikri yok, Mevlana’nın öğretileri de zaten bu noktada devreye giriyor. Çünkü seyreden kişiye göre değişiyor, o an için kişide ne eksikse ya da ne onu rahatsız ediyorsa o duygu öne çıkıyor. Film seyircinin fark etmesini ya da kendine sorular sorup düşünmesini sağlıyor. Ya da sağlamaya çalışıyor diyelim.
Böyle bir filmin izleyeni olsaydınız en çok neyi içinize işlerdi, nerenize dokunurdu?
Sanırım dervişin sesinden duyduğumuz hemen hemen tüm öğretiler beni etkilerdi. Çünkü aşka, beklemeye, umuda dair ve tabii daha birçok şeye ve bütüne dair düşündürücü sözler var. Hedefi ise direk kalbinize dokunmak ki gerçekten söylenileni duyarsanız o da olur.
Yarattığınız karakterle ilgili sizde farklı kapıların açılması söz konusu oldu mu?
Oynarken hayır, ama belki de birden fazla seyredildiğinde söylediğiniz durumlar olabilir. Fakat bunun için de istekli ve hazır olmak gerekir diye düşünüyorum. Her şeyi hatta kendimizi bile reddettiğimiz bir anda bu filmi seyretmek ne kadar kapı açar bilemem. Kendi adıma zaten filmden önce mesnevi okuyup kafa yorduğumdan yabancısı değilim bu duruma. Zaten çoğunlukla durmaya ve bakmaya çalışıyorum etrafa.
Bu meselelere kafa yormuş biri olarak Mevlana felsefesinin sizi etkileyen tarafı nedir?
Biz zaten insanı araştıran bir meslek icra ediyoruz. Bu yüzden bir oyuncunun yolunun Mevlana ile kesişmemesi mümkün değil bence. En çok etkilendiğim, içimizde sandığımızdan fazla kötülük bulunması ve bundan korkmamak gerektiği oldu. Çünkü onu kabul edip yok edecek ışığın ta kendisinin biz olduğumuzu fark etmek oldukça etkileyici. Düşündükçe ve fark ettikçe kişi kendini daha çok seviyor ve gülümsemeye başlıyor bence.
Okuduğum bir Sufi hikayesi hayatımda çok farklı bir pencerenin açılmasına, kendimi ve geçirdiğim süreci anlamama bir anda vesile oluvermişti bu anlamda örnek vereceğiniz durumlar olabilir mi? Yaşadığınız bir deneyim sonucu ya da Mevlana felsefesiyle ilgili…
Bir ağacın sadece ağaç olduğu için ne kadar güzel olduğunu fark ettiğimde saçma sapan gülmeye başlamamı anlatmak isterdim. Dünyanın birçok yerinde savaşlar sürerken, insanlar sebepli sebepsiz yere ölürken ve bunca nefret havada uçuşurken ‘ağaçlar, mutluluk ve farkına varmak’ demek pek gerçekçi gelmeye bilir. Bahsettiğim durum ile var olan savaşlar aynı algı düzeyinde değiller, farklı dünyalar aslında bunlar. Tabii böyle acemice anlatmaya çalışmak hele bir röportajda 2-3 cümleyle çok zor.
Bazen aynı dili konuştuğumuzu sanırken her iki tarafında bambaşka yerlerde olduğunu görürüz bu anlamda zorluk yaşar mısınız? Sizin de böyle hissettiğiniz zamanlar olur mu?
Hem de çok. Ama artık bu durumlar eğlenceli bile gelmeye başladı bana. Sanki bulmaca çözer gibi. Nerede olduğumu ve karşımdakinin ise başka bir yerde olduğunu görmek de güzel. Bazen onun olduğu tarafa geçip onunla devam etmek de güzel.
Sözlere mi yoksa davranışlara mı anlam yüklersiniz?
Kesinlikle davranışlara ve bakışlara!
Benim çok benimsediğim bir düşünce olarak ‘Hayatıma isteyen girer, istemeyen gider, gelene hoş geldin, gidene de güle güle derim, kimsenin arkasından sızlanmam’ deme rahatlığını gösterir misiniz? Ya da sizin için doğrusu nedir?
Tek bir doğru olmuyor ne yazık ki. Bu doğrular da en azından benim içimde sürekli değişiyor. Kendimce koyduğum, ama aslında saçmalığını bildiğim kurallar ne kadar inat etsem de yeri gelince değişiyor. O kuralı değiştiren kişiyi ya da olayı bulunca kaçırmamak gerek sanırım. Ama tabi ki kuralı bozmak da cesaret ister.
Kendinizi hangi zamanlarda ve durumlarda ifade edemediğiniz olur?
Çok samimi ve içtensem fakat karşımdaki değilse anlaşmamız mümkün olmaz. Zaten beni yanlış anlamaya meyilli olduğu için, ben açıkladıkça konu daha da batağa saplanabilir. Bu tür durumlarda karşımdakinin nerede olduğunu anladığım anda hemen konuyu kapatırım. Nefes harcamaya değmez çünkü. Bunu en çok da içeriğine değil de kelimelere takılarak konuşanlar yapar ki bu da beni deli eder.
En çok acılarınızı mı yoksa sevinçlerinizi mi paylaşırsınız?
Derdimi anlattıkça rahatlarım, sevincimi paylaştıkça daha çok mutlu olurum. Ama sevincimi herkesle, acımı ise en yakınımla paylaşırım.
Kendinizi huzursuz hissettiğinizde bunu ne giderir?
Eskiden bir şekilde kendimi hemen meşgul edip kafamı dağıtmaya çalışırdım. Şimdiyse acaba ne olacak deyip merakla beklemeye ve görmeye çalışıyorum. Yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunda ne kadar çabalarsam çabalayayım olmuyor işte o zaman, ne oluyor diye uzaktan bakmaya çalışıyorum. Bu olay bana neyi gözden kaçırdığımı öğretmeye çalışıyor. Tabii bunu her zaman yapamıyorum, eski alışkanlıklarla arkadaşlarımın arasına sığınıp huzursuzluktan kaçtığım da oluyor. Öyle işte, biraz içinde biraz dışındayım hayatın... (Gülüşmeler)…
Büyük kentte yaşamanın ya da sisteme dahil olabilmek için birtakım genel geçer kurallara göre yaşamamanın sizi yabancılaştırdığı olur mu?
Olmaz mı? Hem de sürekli. Bence sistemi kırmanın yolu, yine sistemi kullanarak yabancılaşmayı ortaya koymaktır. Yine hem ‘içindesin hem de dışında’ mantığı. Sisteme karşı çıkan, yabancılaşmanın altını çizen yapıtlarla insanların dikkatini çekmek, farkındalığı arttırmak bir yol olabilir. Seni kurtarmaz ama az da olsa nefes aldırır.
Çıkışsız hissettiğiniz zamanlarda size ne yardımcı olur ve yolunuzu bulmanın formülü nedir?
Ne yazık ki her zaman güçlü olamıyor insan... Ben de tabi ki kendimi kaptırıp kapatıyorum çoğu zaman ama galiba çıkış yolu yine kendine inanmakta yatıyor. Bir de sevgide…
14 Aralık 2008 Pazar
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder