14 Aralık 2008 Pazar

MAZHAR ALANSON

Her ne kadar ‘insan söylediklerinde değil, söylemediklerinde gizlidir’ dense de Mazhar Alanson, yeni filminden müziğe, şarkı sözlerinden kadınlara ve Umre ziyaretinden Tasavvuf anlayışına kadar merak ettiğimiz her soruyu ‘samimiyetin rolü olmaz’ diyerek tüm içtenliğiyle cevapladı.

Son oynadığınız Kirpi filminden söz edelim, hangi karakteri canlandırdınız?

Filmde ezilen birinin iş hayatında, kurduğu dostluklarda gururunu ve onurunu korumak için kendine karşı yapılanlara verdiği mücadele anlatılıyor. Kendi hakkını korurken insan egosunun da ne kadar kuvvetli olduğunu gösteren bir film. Ben de hayatında çok da başarılı olamamış orta sınıf birini canlandırıyorum. ‘Kirpi’ adlı karakter söylenen her şeyi kafasına takıp bunları bir kenara yazıyor ve günü gelince intikamını alıyor. Olayları biraz psikopatça abartıyor, komşusuna da kızsa çocuksu bir şekilde ona zarar veriyor. Sonra tesadüf sonucu kendi gibi her fırsatta intikam alan birine rastlıyor ve aralarındaki mesele bir macera haline dönüşüyor. Filmimiz aksiyon-komedi türünde ve eğlenceli olacağını düşünüyorum. Görevimizi yaptık.

Bu filmde kızınız da görev almış…

Küçük bir roldü ama birlikte sahnemiz olacağı için istedik. Hatıra niyetine... Aslında küçüklüğünden beri aktris olmak istiyordu da onun bu işlere girmesini ben istemedim ve uzak tuttum. O daha çok edebiyatla ilgili, yazılar yazar.

Filmdeki gibi gerçek hayatta da düşmanlarınız var mıdır?

Filmde düşman yok aslında birbirlerine küçük küçük şakalar yaparlarken iş bir anda kakaya dönüşüyor aslında.

Peki, filmdeki karakter gibi intikam alma duygunuz var mıdır?

Tabi ki vardır, soğuk intikamcıyımdır. Soğuturum yani…

Ne yaparsınız?

Eskiden kendim savaşıp kızar bağırırdım ya da kavga ederdim. Şimdi kolayını buldum ve yukarıdakine havale ediyorum.

Peki, böyle yapmakla karşılığını buluyor mu dersiniz?

Daha fecisini buluyor, ben olsam o kadar yapmam.

Bu film için “ilk kez oyunculuk yeteneğimi sergileme fırsatı buldum” demişsiniz size bunu söyleten neydi?

Bu filmin hikayesi bana daha çok açıktı. Kirpi adlı karakter oyun şeklimi daha çok açtı, birçok halimi, deneyimimi ve farklı yüzümü gösterebileceğim bir imkan yarattı. Diğerlerinde genelde kızgın ve asık suratlı bir adamı oynuyordum. Bu filmde kendimi daha iyi ifade edebildim.

Kirpi filmiyle oyunculukta da kendinizi ispatladığınızı düşünüyor musunuz?

Sanıyorum oyunculukta ‘Her Şey Güzel Olacak’ filminde ispatladım. Müjde Ar’ların programında da Müjde, bana geçer notu verdi, iyi oynadığımı söylediler yani oradan da diplomam var. Bu kadarı tamamdır. Aktörlük yapıyorum gibi gözükse de aslınsa aktörüm ama müzik de yapıyorum.


Film setlerinde çalışmanın zorlukları var mı?

Film setlerinde star konumu pek yok, herkes işçi oluyor. Müzik konumundan geldiğim için setlerde pek yapamıyorum. Saatler çok belli olmasa da insan özel bir karavanı olsun istiyor. Tuvaletimin özel olması önemli, dağın başında da tuvalete gidecek yer aramak istemiyorum. Setlerde beklemek konusu var ve beni çok sıkıyor ama çocuklar sağ olsunlar bu şartları kuruyorlar. Sonuçta atla deve bir şey değil. Robert De Niro “biz parayı oynamak için değil, beklemek için alıyoruz” dermiş, bakın bu çok doğru bir düşünce.


Konser sahnesinde mi yoksa film sahnesinde mi kendinizi kral gibi hissediyorsunuz?

En kralı reklam çekimlerinde oluyor. Adamı uçuruyorlar. Filmde de her oturduğun yere içeceğin filan geliyor ama reklamda o gün sen prens oluyorsun.

Prens olma halini seviyorsunuz galiba…

Hayır, hep dalga geçerim. Çünkü ben işin askerliğinden geldim ve er kısmını yıllarca yaşadım. Lüks istekler gibi gelebilir ama bu medeni insan gibi olma durumu ellisinden sonra oldu. Gittiğimiz festivallerde kulisin yerleri yağdan kayardı çünkü sizden önce orada pehlivanlar yağlanmış olurdu. Egemen Bostancı’yla çalışırken en alt katta tuvaletin yanındaki küçücük odalardan her yıl aşama kaydederek daha yukarılara çıktık. ‘Ele Güne Karşı’ albümünü çıkardığımız yıl solist altının odası ve son yıl ‘Diday’la birlikte solist odasına terfi ettik. Yıllarca küçücük kötü odalarda hazırlanıp sonra büyük yere geçince “niye en baştan böyle adam gibi bir odaya koymadınız, illa meşhur olduktan sonra mı koydunuz, bu mu lan’ deyip her şeyi kırmıştık. O zaman yaşlar da genç, odanın camını, penceresini, aynasını aşağı indirmiştik. Rahmetli Egemen de “canları sağ olsun” demiş. O zamanlar da biraz modaydı, rock’n rollcular böyle yapıyordu, gençlik işte.

Şimdi kendinizi yaşlı mı hissediyorsunuz?

Yaşlı değil ama olgunlaşmış hissediyorum. Bedende bir eskime olsa da insanın ruhu aynı kalıyor. O yüzden çocuklara da saygı göstermek lazım. Çocuk küçükken neyse otuzunda da kırkında da aynıdır. Yıllardır görmediğim bir arkadaşımla karşılaşıyorum fizik olarak tanınmayacak halde ama sohbet edince anlıyorum ki hiç değişmemiş. O da bana benzer şeyleri söylüyor ve hoş oluyor. Allahtan hep o ruh genç kalıyor.

Filmdeki kostümler Biricik Hanım tarafından mı hazırlandı?

Tasarım gerektiren kostümler olmadığı için dışarıdan alındı. Ama Biricik benim kostümlerimle ilgilendi ve o olmasaydı bu filmi çeviremezdim. Belli detaylar var ve onlar kalitesiz olmamalı. Zaten kendi de profesyonel anlamda bu filmde konsept danışmanı olarak çalıştı. Dışarıdan gelip de bana maydanozlar saçmadı yani.

Özel hayatınızda kıyafetlerinize karıştırıp kendinizi eşinizin eline teslim eder misiniz?

Tamamen. Mesela konser vereceğimiz yeri bile bilmem. Konsere gitmeden bir saat önce Biriciğe ne giyeceğimi sorarım, o sırada terziler gelip gider ölçülerim alınır ama ben ne yapıldığın bilmem. Biricik, giydirir ben de sahneye çıkarım. O kadar itimat ederim ve bugüne kadar giydiğim kostümlerle de daima iyi eleştiriler aldım.

Ama bir ara giydiğiniz kostümler fazla tepki almıştı hatta bu yüzden grup arkadaşlarınızla aranızın bozulduğu bile söylendi…

Biricik o sivri kostümleri hazırlarken muhakkak birilerine kızmıştır. Mesela Fuat’a kızıp ondan yüklenmiştir belki.

Bu arada Biricik Hanım söze girer…

B.S: Bu dönemsel bir şey, insan her zaman aynı çılgınlık ve stilde kostüm giymez ki. Bu neticede Show Business. Üstelik Mazhar gibi 50 yılını bu işe vermiş birinin o kadar şımarıklık hakkıdır diye düşünüyorum. Mazhar yeni albüm çıkaran bir delikanlı olur da kafasına teller takıp çıkar o zaman bu benim için kıroluk olur.

M.A: Biraz da bu kıyafetlerin sayesinde konser verdiğimizin haberi oldu. Ama benim resmim biraz büyük çıkınca arkadaşlar biraz şey yaptılar...

Problem mi?

Problem de sayılmaz, arkadaşlar arasında böyle şeyler olur ve haklıdırlar. Bu kostümlerle bizi medya da ön plana çıkarıyor.

Biricik Hanımdan önce de sahne kıyafetlerinize özen gösterir miydiniz?

Aşırı giyinirdim, hazırlanırdım ama Biricik bunları düzene soktu. Renk uyumuna ve kıyafetimin tam üzerime uymasına, ölçülerine dikkat eder. Mesela omuzlarım sopa gibi dik durmaz biraz düşük durur şimdi kostümler tam bedenime göre yapılıyor. Bizim Hanımın bir tarzı vardır.

Bir kadın eşinin özel hayatındaki kostümlerine kadar girmişse ve adam da ona teslim olmuşsa bu bana kalenin bayağı bir içten fethedildiğini gösteriyor…

Ama bunu her kadın yapmamalı. Ben eğer Biriciğin seçtiği bir şeyi beğenmezsem giymem. Mesela müzik konusunda hazırladığım bir şarkıyı önceden dinletmem. Biriciğe, bu olmuş mu diye dinlettirdiğimde o beğenmezse ‘tamam işte, bu parça tutar’ derim. Ona anladığı ve bildiği konuda danışıyorum. Bilmediği bir konuyu teslim etmem. Yani şu şarkının miksini yap da getir demem.

Söz şarkılardan açılmışken müziğin sizin için anlamı nedir?

Nasıl söyleyeyim, bazı şeyleri ifade edemezsin mesela tasavvufi şeylerde de buna rastladım. Öyle haller var ki kelimelerle anlatamıyorsun. Konserlerden sonra vücutta en az iki üç gün adrenalin oluyor ve bu da bize lazım. Sahne üzerinde olmak büyük bir heyecan. Artık sahnede daha az yorulup daha çok zevk alıyoruz. Berlin’de verdiğimiz konserde güllerin içinden şarkısını çaldığımızda insanlar hala ağlıyordu ve Türkçeyi doğru düzgün bile konuşamayan küçücük çocuğundan gencine, gencinden yaşlısına herkes şarkıya eşlik ediyordu. Bu benim için çok gurur vericiydi üç nesil hep bir ağızdan bizim şarkılarımızı söylüyordu.

Müzik sizin için hayatı keşfetme aracıdır diyebilir miyiz?

Bu işten para kazanıyorum ama para ödenmese de yine bu işi yaparım. Şarkı yazmak ve müzik yapmak benim için artık refleks gibi bir şey olmuş. Eğer bu olmazsa büyük bir şey eksilir.

Hayatınızda müzik olmazsa ben de olmam mı diyorsunuz?

Olmazsa diye bir şeyin olacağını sanmıyorum.

Peki, bunca yıldır bu müziği yapmasaydım hayatın şu yönlerini de keşfedemezdim dediğiniz şeyler var mı?

Mesela bu kadar çok gezemezdim. Bunca yıldır şarkı söylersiniz ama geride bıraktığınız üç beş şarkıdır ve bunları da herkesin söylemesi hoş bir şeydir. Bu da çok büyük bir emeğin karşısında oluyor. Yıllarca eşek gibi çalışıyorsunuz sonra bir gün bir bakıyorsunuz on bin kişiyle aynı şarkıları söylüyorsunuz. Ben iki saatliğine sahnede devleşirim onun dışında da vasat bir adam görüntüsündeyim.

Şarkı sözü yazarken size neler esin kaynağı olur, bunun anı, zamanı ve mekanı var mıdır?

Her şey esin kaynağı olabilir, karım da buna dahil. Televizyondaki bir sohbetten, sizin söylediğiniz bir sözden, yolda giderken gördüğüm bir şeyden etkilenebilirim. O makine devamlı çalışır, bir şeyleri kaydeder. Bir şarkıyı uzun zamanda yazarım mesela Sezen Aksu on beş dakikada şarkı sözü yazabilir. Kiminin de çalışma tarzı budur. O konuda Sezen’e hayranım, ‘hor hor çeşmesi’ gibi maşallah.

Kadınlarla aranız nasıldır?

Zaten kız babası olduğum için kadınlara bakışım farklıdır, daha hassasımdır ve çok kaba davranamam. İki ablayla ve bir anneyle büyüdüm, ablamlar benimle evcilik oynarlarmış. Kadınlarla çalışmak iyidir, tercih ederim ve çok da rahat hissederim. Kadınlar daha az kavgacıdır ben de yeterince kavgacı olduğum için işleri yürütenlerin kavgacı olmaması tercihimdir.

Sizin için çocukken babasının oğlu değil de annesinin oğlu demek daha doğru olur değil mi?

Evet, kesinlikle. Türkiye’de ‘birçok erkek annesinin oğludur’. Bizde ‘Ana’ önemlidir. Mesela bir Danimarka’lının annesine küfür etseniz “aa, niye annemle yatmak istiyor” diye düşünür ama bir Türk için bu bir cinayet sebebi olabilir.


Bir zamanlar yazdığınız şarkı sözlerinde‘Leyla’dan geçme faslındayım Mevla’yı bulma yollarında’ demiştiniz, sizi Mevla yolundan Leyla yoluna sokan şeyin sırrı nedir?

Sır olarak bir şey bilmiyorum ama insan Leyla’dan Mevla’ya sembolik olarak geçiş yapıyor sonra Mevla’dan tekrar Leyla’ya. Mevla’dan sonra artık o ilk baktığın gibi bakmıyor, daha centilmence daha insani duygularla dönüyorsun Leyla’ya. Kadına karşı daha şefkatli olup başka bir gözle görüyorsun. İlk başta daha fazla eşeklik vardır.


Mevla aşkına giden yolda biraz da Leyla’nın aşk yolundan geçmek gerekir değil mi?

O olmadan olmaz. O mecazi aşkı tatmadan öbür tarafta ne olup ne bittiğini anlayamazsın zaten. Aşık olmayan insan pek hoş değildir, eşektir yani.

Bir tercih yapmanız istense İlahi aşkı mı yoksa dünyevi aşkı mı tercih ederdiniz?

İlahi aşk mı? Dünyevi aşk mı? İkisinden de gerekli oluyor. Bu yüzden dört beş gün de olsa Umre’ye gidiyoruz.

‘Yandım Yandım’ şarkısını Bircik Suden’e mi yoksa Umre ziyaretinizde mi yazdığınız da bir muamma değil mi?

Aslında bir muamma değil. Ama tabii medya bunu evirip çeviriyor ve kimi Mekke için kimi Biricik için yazdı diyor. Yandım yandım cümlesini Medine’de şarkının diğer kısımlarını da Ankara’da yazmıştım. Yandım Yandım Biricik’ten önceydi. İlk dört satır yazılıyor mesela alttaki diğer dört satır da beş sene önceden kalma olabiliyor. İlk defa Biricik Hanımdan sonra aşk şarkıları yazıyor değilim, başından beri öyleyim. “Güzelliğin on para etmez, bendeki bu aşk olmasa” diye Aşık Veysel’in sözü var ve bu sizde olması gereken bir şey. Sarı Laleler’i Biricik için yazmıştım.

Umre ziyaretleriniz çok merak edildi, sorular soruldu siz de bunlara biraz tepkili yaklaştınız neden?

Samimi söylüyorum, merak eden gidip görsün. Bu konuda konuşmak istemiyorum çünkü önemli bir şey değil. Benim bakış açım bambaşka bir bakış açısı diğer Müslüman kardeşlerimizinkine de uymayabilir, anlatabiliyor muyum? Her insan başka başka düşünür. Zaten oraların en büyük önemi çok çeşitli Müslüman’ı bir arada görmek. Biz burada tek çeşit Müslüman görüyoruz; o da Cuma namazından çıkan dantel takkeli normal giyimli bir insan türü. Orada Hintlisi, Afrikalısı, başını kapayan ya da tamamen kapamayan çok renkli bir mozaik görüyorsunuz ve bu insana acı geliyor. Humeyni ya da Usame Bin Ladin’in çizdiği Müslümanlık görüntüsünden başka bir şeyle karşılaşıyorsunuz. Dininizi sevip tekrar saygı duyuyorsunuz. Bütün dünyada Humeyni gibiler yüzünden İslamiyet zarar gördü. Orada her türlü Müslüman’ı bir arada görüyorsunuz ve bu bir hoşluk yaratıyor. Oraya gitmeden önce Türkiye’de türbanmış bilmem neymiş diye kendini sıkışmış bir insan gibi zannediyorsun, halbuki oraya gidince bir bakıyorsun ki; ‘ooo, ne türbanı ne bilmem nesi, millet bambaşka bir halde’. Bir de ‘Şeriat geliyor’ filan diyorlar ya gidip önce Şeriat’ı yerinde görsünler de sonra buraya yüzyılda mı gelir, beş yüz yılda mı gelir onu bir tartsınlar. Bu düşünceler bana ülkenin şu durumunda bile çok komik geliyor. Refah Partisi zamanında da şeriattan söz ediliyordu, olacak iş değil canım! Bu iş bitti diyenler var, oysa ne bitti, ne gitti. Yıllardır bu mesele bitmedi ‘din elden gidiyor’, ‘bayrak elden gidiyor’ diyorlar hiçbir yere gitmez kardeşim. Gitmedi, gitmeyecektir. Boyuna bir elden gidiyor lafıyla milleti ürkütüyorlar. Atatürk elden gidiyor, Cumhuriyet elden gidiyor, gitmedi, gitmeyecek…
Oraya gittikten sonra peygambere duyulan bir başka türlü sevgi başka bir muhabbet diyorsun. Din korkular üzerine değil, sevgi üzerine kurulu. Korkan da başına bir şeyin geleceğini bildiği için korkar, yapmaz. Bir de bizim gibiler vardır; yapar, başına da gelir, ondan sonra başkadır… Dini olarak bütün şeyleri yerine getirebilen biri değilim ki orayla kendimi özdeşleştireyim veya arkama İslamiyet’i alıp onun savunmasını yapayım. Kendi dünyamda sanatçı olarak oradan da büyük feyzler alıyorum. Nasıl New York’a gidip ‘New york Sokakları’ diye bir şarkı besteliyorum. Bir yerden etkileniyorsam o da kendiliğinden oluyor.

Biraz size uyan kısmıyla tasavvuf anlayışınızdan söz etsek…

Maya koyarsın, yoğurt tuttuğu kadardır. Herkesin bir alma kapasitesi, bir bardağı vardır. Bu iş atına göre arpadır. Kimi vardır ibadetini yapar yapar doyamaz kimi vardır hiç ibadeti sevmez de kalbi çok merhametlidir. Bu işte mükafatlar en iyi namazını kılana gitmez yani. Şimdi bir hayat kadını bir de namazını kılan ve diğer kadına gelen her müşteriyi fasulyeyle hesap eden bir kocakarı var diyelim, onun ki makbul değil işte. Burada o kötü yola düşmüş kadının yaptığı bir iyilik daha önemli. Bu biraz gönül meselesi, aşk yolu dedikleri durum. Aşk yolu derken de kendini kaybetmiş, hipnotize olmuş, drug almış, hadi birbirimizi sevelim arkadaşlar boyutunda değil. Her yerde insanın kötüsü vardır. Bu tasavvuf yolu insan olmaya çalışmaktır. Egoyla mücadeledir. Bizim meslek de ego mesleğidir. Nasıl olacak bu işler? İşte olduğu kadar. Birini kıskanacaksın sonra “dur ulan, bize kıskanmak yasak, olmaz” deyip vazgeçeceksin, işte böyle kendinle mücadele edeceksin. İnsanların farkında bile olmadıkları haset duygusu var ve Allah muhafaza insanı yer bitirir. Hasetlik çağın hastalığı. Haset duyduğunuz kişiye zarar gelmez olan size olur. Buradan haset duyanlara bildiriyorum.

Siz peki, egonuzu nasıl terbiye ediyorsunuz?

Terbiye etmeye çalışıyorum ve bu çalışma da hiç bitmeyecek, ummadığın yerde yine çeneni tutamayıp yine bir laf edeceksin, insanlara karşı yine kırıcı olacaksın sonra farkına varıp ‘Hay Allah’ diyeceksin. Hiç olmazsa bu bile kar. Hayvanlarda da bulunan bazı özelliklerden biraz farklı olmak lazım. İnsan olmak ne demek? Bir başkasına yardım etmek demek. Herkes elinden geldiği kadar birbirine yardım etsin. İşte böyle küçük küçük şeyler. Komşumuz açken uyuyabiliyor muyuz? Maalesef komşu açken horul horul uyuyoruz. Bu çağ başka bir çağ. Herkes devletten beklemeyip önce kendinden başlasa…

Önemli olan insanın kendini tanıması, öğrenmesi ve içe dönmesi değil mi?

Zaten bu işler eğitimle ilgili. Hani Cem’in (Yılmaz) reklam filminde dediği gibi ‘Eğitim Şart’. Kahkahalar… Hakikaten eğitimsiz olmuyor, cahilden hiçbir şey olmaz.

Tasavvuf yaşamınızda neleri değiştirdi, neleri dönüştürdü?

Biraz daha hırtlıktan kurtulup insan olma yolunda adımlar attım. İnsanlara karşı daha az kırıcı olup meselelere daha çok ‘eyvallah, hayırlısıdır’ diye yaklaşmayı öğrendim. Türkiye gibi bir yerde iki şekil vardır; ya hayırlısı diye olayı kendi haline bırakırsın ya da aklını yitirir, delirirsin. Çünkü bu tip olaylar kuralsızdır, çoğunun kendi kuralları vardır ve bildiğimiz dünya standardı gibi bir sistem değildir. Aslında tasavvuf hakkında konuşulacak o kadar çok şey var fakat benim de o kadar az bilgim var ki... Zaten bir iki bilgi yeterlidir. Tasavvufla ilgili okuduğunuz bir kitaptaki tek bir cümle bütün hayatınız boyu çözmeniz gereken bir şeydir. Kitap okumakla pek olmuyor.


Siz kendinize karşı ne kadar gerçeksiniz?

Bayağı gerçeğimdir. Zaten karı koca olarak bizi sevenler samimiyetimizden severler. Televizyonda beni izlediyseniz görmüşünüzdür. Samimiliğin sahte olarak rolü yapılamaz. Benim cevaplarım samimidir.

Biraz yaşayıp hissetmek gerekiyor…

E tabii, çoğu insanda da zaten bu var. Halkımızın dini anlayışı tasavvufa çok yakın. Zaten gelenek ve göreneklerimizde bu var. Aile terbiyesi dediğimiz şey Allah’tan burada var. Mesela İsveç’e bakıyorsunuz Cumhurbaşkanı sinemaya gitmek için bilet kuyruğuna giriyor. Yani Peygamber döneminde de böyleymiş. Ama aynı İsveç’te de aile içi kötü ilişkiler de var. Bizde de bu ahlaki değerler var ama biraz paramız olsaymış çok iyi olurmuş. Samimi söylüyorum millet olarak tek problemimiz para.

Biricik hanım hayatınızın biriciği midir?

Biriciğidir…

Peki, Biricik Suden sizin hayatınızda neleri değiştirdi, onunla birlikte hangi yönleriniz gelişti?

Bana haddimi bildirdi.

Bundan sonra ‘bana haddimi bildiren kadın’ sözleriyle de belki bir şarkı yazarsınız?

Artık o kadın diye belli etmem. (Gülüşmeler)… Belki de ederim, bir kadın derim ama…

Bir gün hayatınızdan çekip gitmek isterse ne yaparsınız?

Çok zor olur, hatta zordan da öte. Benim için epey bir şey olur yani… Emekli olurum.

Peki, gitme der misiniz?

Gitme demez olur muyum? Ama kafasına taktıysa gider. Zaten onu kaçıracak bir durumum olmadı, bundan sonra da olmaz.

Biricik Hanım’a sürprizler yapar mısınız?

Çok sürprizler yaparım. “Hadi kalk seyahate gidiyoruz” derim ama sadece derim, gerisi yoktur. (Kahkahalar)… Kadınlara şunu alacağım, buraya gideceğiz gibi hep ileriye dönük şeyler söylemek lazım. Sevgililer gününde bir şarkı sözü yazdım albümün kapağını da kendim tasarladım anlayacağın bedavaya getiriyorum. Kahkahalar…

Hiç yorum yok: