17 Şubat 2008 Pazar

Müjde Ar, Pınar Kür, Çiğdem Anad

Dört kadın, dördü de birbirinden ilginç kadın. Müjde Ar, Pınar Kür, Çiğdem Anad ve Aysun Kayacı… Hazırladıkları Haydi Gel Bizimle Ol adlı programı yayınlandığı ilk günden itibaren gündeme damgasını vurmaya devam ediyor. Perşembe akşamları saat 20:30’da NTV’de yayınlanan programa her hafta iki erkek konuk davet ediliyor ve kadın bakış açısıyla aktüel konular tartışılıyor. Bizde her hafta dört gözle beklenen programın ev sahipleriyle, aşk, kadınlar, erkekler ve korkular üzerine samimi bir söyleşi gerçekleştirdik.



‘Haydi Gel Bizimle Ol’ programı gümbür gümbür geldi ve gündeme damgasını vurdu. Size gelen tepkiler nasıldı?

M:A: Program o kadar çok beğenildi ki ben sokakta yürüyemiyorum.
P:K: Ben bile yürüyemiyorum. Bu programdan sonra bayağı tanınır oldum. Çok fazla ilgi görüyorum halkımızdan.

Olumsuz eleştiri aldınız mı?

Ç:A: Bir iki eleştirel yazı dışında olumsuz tepki almadık. Aldığımız yüzlerce mail, programın çok beğenildiğini gösteriyor. Aynı zamanda diğer televizyon yöneticileri “Ne kadar iyi bir format, dört kadın da çok başarılı” diyor.
M:A: Aynen öyle. Çok beğeniliyor program, ne yapalım yani. Kahkahalar…
Ç:A: Bir kere çok orijinal ve yeni bir format. Birbirine benzemez dört kadının bir arada olması çok iyi bir fikir. Hem yaş hem geçtiği yollar itibarıyla çok şeyi aşıp geçmiş kadınlarız. Aysun genç olmakla birlikte her fikre çok açık. Gündemi çalışıyor. Ne olup bittiğini yakından takip ediyor. Ve bu dört kadın da birbirini seviyor. Bunun olumlu bir enerji getirdiğini zannediyorum.


Aysun Kayacı’nın programınızda yer almasıyla ilgili ‘yine bir güzel, yine bir köşe süsü gibi tepkiler geldi…

P:K: Aa, biz güzel değil miyiz? Kahkalar…

Pardon manken demek istemiştim…


M:A: O genç kuşağı temsil ediyor aramızda. Ben de mankendim eskiden. İnsanlar değişiyor. Aysun’u herkesin gördüğü gibi görmüyorum. Kadındır, güzeldir öyleyse bunun kafası çalışmıyordur etiketini yapıştırmayı seviyorlar.
Ç:A: Aysun Kayacı çok sıcak, yumuşak, sevecen, gençliğini ve toyluğunu bilen biri ayrıca buradaki insanlara karşı çok saygılı. Güzelliği ön plana çıkan kadınlar aynı şekilde akıllı olamazlar mı? Sarışın kadınların akıllı olmadıkları nasıl varsayılıyor anlamadım.
P:K: Erkekler güzel kadın olursa sesi fazla çıkmaz diye tercih ediyor. Onların istedikleri kadın tipi bu. Yumuşak başlı olmaları. Öyle birini görünce de ‘bu akıllı olamaz’a getiriyorlar bence.
M:A: Üçüncü sınıfa gelmiş üniversite öğrencisi beğenilmiyorsa o zaman memleketin ve okulların halini sorgulamak gerekiyor. Kenan Evren’i ressam zanneden bir kuşak var.
Ç:A: Aysun mesela az konuşmakla eleştiriliyor. Bu programda kimsenin öne çıkma gibi bir kaygısı yok. Ama herkes öne çıkıyor değil mi? Aysun’un yaşı itibarıyla daha az lafı olduğu için…
P:K: Ama o da patlatıyor lafını. Laf olsun diye konuşmuyor o da bir meziyettir.
M:A: Onu ekranda gördükçe benim içim açılıyor, çok hoşuma gidiyor. Ben de koruma duygusu uyandırıyor Aysun. Çünkü genç insanlara öylesine acımasız bir şekilde saldırılır ki…

Format gereği birtakım rol paylaşımı oldu mu? Biri toparlayıcı, diğeri sert çıkanı bir diğeri de komiği olsun gibi…
M:A: Böyle bir şey olmadı. Birbirimize ters düştüğümüz de oluyor. Bir hazırlık yapmıyoruz.

Hep bir ağızdan, ben de dahil ‘Herkes olduğu gibi, doğal yani…’

P:K: Ben de belki ukalalık kontenjanında yer alıyor olabilirim. Kahkahalar…
M:A: Görüyorsun sen de, burada nasıl konuşuyorsak programda da aynısı oluyor.
P:K: Herkes buraya birikiminden dolayı çağırılmış zaten kimse kimseye şöyle ya da böyle konuş diyemez.
Ç:A: Farklılıklarımızla bir aradayız.
M:A: Burada birbirimizle gerilim yaratarak ortaya bir şey çıkarmıyoruz. Programın böyle bir hedefi yok. Burası zaten bir rayting kanalı değil.
Ç:A: Buna rağmen en çok da rayting alan program bizimki.
M:A: Dizileri bıraktık sizi izliyoruz diyen kadınların sayısı çok fazla. Bir sürü insan ‘gibi’ olan şeylerden çok rahatsız. ‘Nedir artık bu sahtekarlık, ikiyüzlülük, kendini saklama ve olduğundan başka gözükme’! Kimsenin buna tahammülü kalmadı! Programın başarısı da bu.
Ç:A: Biz başka bir söylemle çıkmıyoruz ekrana. Neysek o olarak çıkıyoruz. Bunu çok doğal bulup da beğenmeyenler olabilir. Ama neticede çok doğal, çok gerçek, çok sahici…
M:A: İnsanlara bu duygu çok geçti.
Ç:A: Reklam yapıyor gibi algılanmasın ama gerçekten birçok televizyon yapımcısı “Ah keşke bu programı biz yapsaydık” dediler. Hatta şimdiden teklif geliyor.
M:A: Neden bunu biz düşünemedik diye hayıflanan çok var.

Konuklarınızı neye göre seçiyorsunuz?

M:A: O haftaki konulara göre seçiyoruz.

Mesela programınızda İbrahim Tatlıses ya da Müslüm Gürses’i görecek miyiz?
Ç:A: Olabilir. Yelpazemiz çok geniş. Siyaset, aktüalite ve magazinin harmanlandığı bir program sonuçta. Ama siyaset dozumuz daha düşük. Bizimki ‘Aktüel’ bir program.
P:K: ‘Kadın bakışını yansıtan’ aktüel bir program. Genelde televizyon programlarında beş adam ve bir de erkek konuk olur. Gerek aktüalite gerek toplumsal ve kültürel olaylarda ağırlıklı olarak kadınların sesinin duyurmak ve ‘ne demek istediklerini’ ortaya koymak amacımız.

Genelde bir psikolog ya da psikiyatr görüşü alınacaksa tercih hep erkek uzmanlardan yana olur değil mi?
M:A: Evet, kadınların konuşmasına bizde çok alışık değiller. Birisi konuşacağı zaman ‘çağıralım bir adam, gelip konuşsun’ oluyor.
Ç:A: Programda kadın bakışının yanı sıra biraz da kadın üslubu söz konusu. Spor programlarında erkeklerin kullandığı üsluba baktığınızda kadın olarak çok eleştirebilir ve vandal bir üslup var diyebilirsiniz. Bu bir erkek jargonu. Bizim de aramızda yaptığımız esprilere ‘bir kısım erkekler’ çok gülemiyor olabilirler ama kadınların çoğu gülüyor ve biz de gülüyoruz.
P:K: Bir kısım erkekler rahatsız olabilir.

Böyle bir rahatsızlık var sanırım. Röportaja gelirken vapurda yanımda oturan iki genç erkeğe programınızı sordum biri Müjde Ar’ın anlattığı ‘Gazoz şişesi ve Bedri’ hikayesini hiç sevmediğini söyledi. Ben de bunu erkekler yapsa hoşunuza giderdi deyince “Ee, bu zaten erkekler arasında olur” diye cevap verdi…

Ç:A: Öyle mi? Onların anneleri de kız kardeşleri de benzer bir üslupla kendi aralarında konuşuyorlar. Belki onlar bilmiyor ama. Kadınlar aralarında bu şekilde rahat konuşurlar.
M:A: Bizde zaten bir sorunu mizahla irdelemek kadına yakıştırılmaz. Her şeyde olduğu gibi mizah duygusuyla bir konuyu eleştirmek de erkeğe özgü diye düşünülüyor.

Tabii ‘Kadın ağırbaşlı olmalı değil mi!
(Hep bir ağızdan) “Tabii canım kadın ağırbaşlı olmalı”…

M:A: (Biraz sarkastik).. Tabii, biz bunu erkek erkeğe konuşuruz; hadi, ‘kızları tavlama sanatını’ oturup konuşalım. E, ne güzel! Kadınlar konuşmaya kalkınca da; ‘hop, dur bakalım’ olur. Yaptığım kabarelerde, şovlarda, filmlerde erkeğin hakkı olan pek çok şeyin kadının da hakkı olabileceğini savundum.
Ç:A: Müjde’nin yaptığı esprileri bir erkek programcı yapsaydı belki de üzerine methiyeler düzülürdü. Ama bir kadın olarak ‘o esprileri’ yaptığı için üç beş kişi eleştirdi.
P:K: Kadının konuşması her zaman için erkekleri rahatsız eder. Kadınlar kendini sahiplikten kurtarmış oluyor konuştuğunda. Ona da erkeklerin çoğunluğu tahammül edemiyor.
M:A: Ne yazık ki, medyamız hiç kadını sevmiyor.
Ç:A: Kadını görüntü olarak seviyorlar.
M:A: Medya ‘kadınlar güzel resimler versin ama konuşmasın, bizim empoze ettiklerimiz konuşsunlar ya da onlar ne söylerse söylesin biz algıladığımız biçimde bunu haber yaparız’ diyorlar. Oh ne güzel dünya! Sonunda bu bir tehdit haline geliyor ve sansür yerine geçiyor. ‘Bende de hiçbir şeyden korkan göz yok ne yazık ki’. Hürriyet ya da Kelebek gazetesinin üç hafta boyunca ısrarla konuyu yanlış tarafından vurgulamaya çalışmasının ve harp ilan etmesinin altında ‘biz sizin terbiyenizi veririz ey kadınlar’ söylemi var.

Bununla ilgili ne yaptınız?


M:A: Yasal bir süreç başlattım. ‘Ağalar, beyler burada bu işlere biz karar veririz’ durumu da söz konusu aynı zamanda. Bu benim başıma daha önce de geldi. Ben ailemizin üç kuşak çok önemli bir hikayesini yazıyordum. Bunun için üç buçuk yıl masanın başından kalkmadım, binlerce sayfa okuyup yazdım, Bulgar tarihi uzmanı oldum. Bir sabah Hürriyet gazetesinin başlığında bir de ne göreyim! ‘Müjde Ar Yeşilçam’daki seks hikayelerini kaleme alıyor’. Haberin akabinde alay eder gibi Doğan yayıncılıktan ‘kitabınızı basalım’ diye bir öneri geldi. Yani bu; ‘sen böyle kitapları boş ver, otur düzmece hikaye kitabı yaz, biz de senin kitabını basalım’ demek oluyor.
Ç:A: Şimdi burada bir yanlış anlaşılma olmasın. Müjde aslında belli bir grubu hedef alarak konuşmuyor. Öyle değil mi Müjde? Yanlışım varsa düzelt.
M:A:. İlk yaptığımız programdaki ‘gazoz şişesi’ hikayesini onları hedef alarak söylüyorum. Başka gazeteler için söylemiyorum. Bu genel bir medya eleştirisi değil. Direkt olarak medyanın kadına nasıl baktığıyla ilgili.
P:K: Genç bir kadın cinsellikten söz ettiğinde hemen kötü oluyor. Halbuki kadının da cinselliğini dile getirmeye yerden göğe kadar hakkı var. Aynı durum benim kitaplarım dolayısıyla başıma geldi. İki kitabım muzır olarak değerlendirildi. Erkek yazarların yazılarında daha fazla cinsellik olmasına rağmen bir kadının bunu dile getirmesi mahkemeye düşmesine neden oluyor. Müjde espri yaptığındaysa hemen saldırılıyor.
M:A: Programda konuşulan cinsellik değildi. Asıl konuşulmak istenen ‘Korkulardı’. Çocukluğumdan bugüne kadar hayatımdaki en baskın konunun korku olduğunu görüyorum. Ondan kork, bundan kork, her şeyden kork…
Ç:A: Gazozdan da kork!
M:A: Türbandan da kork! “Aman irtica geliyor” desinler, ondan da kork.
Ç:A: Komünizmden kork!
M:A: Evet, okulda dayak yemekten, taraf olmaktan kork. Ömrümüz hep korkuyla geçti.
Ç:A: ‘Senin nelerden korkacağını da biz biliriz’ diyorlar.
M:A: Burada korkunç bir şekilde erkek dünyasının zulmü var. Ben bununla yıllarca mücadele ettim. Yine ederim, yine ederim! 45 senedir bununla didişiyorum ömrüm olursa bir 25 sene daha didişirim.


Peki biraz da aşktan söz etsek. Platon’a göre aşk; ciddi bir akıl hastalığı. Size göre?
P:K: Son sözüm ‘Bitmeyen Aşk’ romanımda vardır. Kısaca söylemek gerekirse aşk delilik değilse bile bir çeşit hastalık. Ölümcül bir hastalık değil ama. Zamanla ateşin düşer…
M:A: Zamana ve yaşa göre çok değişen bir şey. Herkes için de farklı bir tarifi var. O yüzden hastalıktır, değildir, yok hayır griptir, zatürredir demek zor.
P:K: O kişiye göre değişir.

Evet, bu verem yaptı, şu ateşimi çıkardı gibi…

M:A: Evet, fazladan bir yaşam ritmini değiştiren bir yönü var. O zaman ateşli bir hastalığa benzetmek söz konusu olabilir.
Ç:A: Beyin devreleri buluşuyor, çakışıyor, alevleniyor ama tabii bunun ömrü kısa oluyor. Sonra sevgiye ya da dostluğa dönüşerek o aşk büyüyor…
P:K: Ya da cinayete dönüşüyor.
Ç:A: Ya da çabuk tükenebiliyor. Ama Müjde’nin dediği gibi yaşa ve döneme göre değişmesi mutlak. Yaş ilerledikçe belki beyin de gelişiyor ve o çakışmalar o kadar fazla olamıyor.
P:K: Belki, ama olunca da 18 yaşındaki gibi oluyor Çiğdem. Yani o ilk heyecan, o ilk bakış kırkında da aşık olsan, aynı.

Daha şansımız var yani…

M:A: Aysel’e bakarsan mezara kadar şansın var. Annem “Daha en büyük aşkımı yaşamadım” diyor.

Yaşı geçmiş adamların genç kızlarla birlikte olma durumları hakkında ne söylemek istersiniz. Bu yaşananlar aşk mıdır?

Ç:A: Bana göre ensest ilişki. Belki benim de genç bir kızım olduğu için çok öfke duyuyorum.
M:A: Tamamen paranın gücü.

Acayip olan da adamların bunun farkında olmaması…

M:A: Öyle bir farkındalar ki. Genç sevgilisi olan bir tanıdığıma “seninle paran için beraberlik sürdürüyor” diyorum . O da, “olsun bana hoş vakit geçirtiyor” diyor.
P:K: Hatta benzer bir durumu zamanında çok yakışıklı olan bir arkadaşım da yaşadı. “Kız sabaha kadar dans etmek isteyecek benim onu eğlendirecek halim yok, tabi ki param için gelecek başka ne olabilir ki” diyor. Biliyor ama yine de gelsin diyor.
M:A: Belki egosunu tatmin ediyor.
Ç:A: Yaşını kabul edemeyen erkeklerin sorunu galiba. Belki kendini daha genç hissediyor.
P:K: Mesela aynı şeyi ben yapamam. Genç bir delikanlıya baktığım zaman onu oğlumla özdeşleştiriyorum ve ona yan bakmak aklıma bile gelmiyor. Yani bunlar karşılarında kızlarını görmüyorlar mı çok merak ediyorum.
M:A: Bu iktidar denen kavram erkeğe özgü. Siyasette de böyle. Libidoyu da bir anlamda kaybetmenin onları çıldırttığını düşünüyorum. Hakimiyet elden gidiyor yani. Değil mi? Neticede parayla satın alınan bir durum.
Ç:A: Kimi genç kızlar da baba şefkati ve güveni aradıkları için bu ilişkileri seçiyorlar.
P:K:. Genç kızların evli ve yaşlı bir erkekle birlikte olma isteği küçükken arzuladığı babayı anneden alma güdüsü olabilir.

İngiltere’de yapılan bir araştırmaya göre erkekler daha az zeki kadınlarla evlenmeyi tercih ediyormuş. Bunun için ne söylersiniz?

Ç:A: Erkek hep bir adım önde olmak istiyor.
P:K: Daha az zeki kadınların kendisine daha çok hayran olacağını düşünüyor ki, herhalde burada haklı.

Peki sizler ilişkilerinizi yaşarken zorlandınız mı?

M:A: Bunu aslında erkeklere sormak lazım.
Ç:A: Benim zeki, aşağılık kompleksi olmayan, kendini halletmiş erkeklerle ilişkim oldu dolayısıyla bir sorun yaşamadım.
P:K: Bazıları para ya da zenginlik için gider ama benim için bir erkeği seçmemin birincil koşulu zekadır.
Ç:A: Hayatımda hiçbir zaman paralı biri olmadı. Ama aptal ya da esprisiz adam da olmadı.
P:K: Bizi beğenecek adam aptal olamaz.
M:A: Benim zaten belli. Ercan Karakaş yani… Kahkahalar…

SAKLI YÜZLER KAŞİFİ

Bir Handan İpekçi filmi ‘Saklı Yüzler.’ Konusu; Kadının susturulması, erkek egemen baskı, namus ve töre cinayeti… Yüzlerce kadının ve erkeğin ölümüne neden olan töre baskısı ve namus cinayetleri üzerine yapılmış en iyi film, en iyi hikaye ve en iyi kurguyla Saklı Yüzler filmi nihayet seyirciyle buluştu.
Filmin hikayesinden söz edelim mi?
Önce namus cinayetleri üzerine belgesel film çekmeyi istedim. Annesini, kardeşini ya da halasını öldürmüş katillerle görüşüp onların duygularını ve vicdani duygularını öğrenme niyetiyle yola çıkmıştım. Ama ne kadarı doğru söylenecek ve istediğimin ne kadarını gerçekleştirebilecektim bu yüzden uzun metraj yapmaya karar verdim. Belgesel film çekme isteği yaratıcılığımı etkiledi ve senaryo içinde belgesel filmci karakteri de doğdu.
Şenay Aydın’ın ilk filmi ve ilk başrolü. Bu bir tedirginlik yaratmadı mı?
Ben alışığım. ‘Büyük adam küçük aşk’ filmimde 5.5 yaşında bir çocuğa da başrol oynatmıştım. İlk filmimde de üç çocuk başroldeydi. Bu riski hep aldım. Şenay’la tanıştığımızda tipini çok beğendim. Yazdığım karaktere çok uygundu yüzü. Hiç deneyimi olmayan birine başrol vermek çok riskli ama şimdiye kadar pek pişman olmadım. Hep doğru seçimler yaptım.
İsimsiz oyucuları keşfinizde hisleriniz ön planda yer alır mı?
Profesyonel oyuncular da dahil olmak üzere çoğu oyuncularla görüşürüm. Senaryoyu vermeden önce tanışıyoruz. Aramızda pozitif bir elektrik, bir alışveriş varsa çalışmaya karar veriyorum. Karşılıklı güven duyabileceğim oyuncuları seçiyorum.
Şenay Aydın’ı nereden buldunuz?
O, beni buldu. Bir gazetede, çekeceğim film için ‘oyuncu aranıyor’ ilanına başvurmuş. Birçok kişinin arasında Şenay da vardı. Aslında belki de o gün görüşemeyecektik. Mülakatların yapılacağı gün çok işim vardı ve görüşmek istememiştim. Şenay’ın adına arayan kişi görüşme için çok ısrar etmişti. İyi ki de ısrar etmiş. Buluşmamız çok iyi oldu. Deneme çekimlerinde zeki ve yetenekli olduğunu görünce de çalışmaya karar verdim.
Özel kostüm ve makyaj çalışmaları yapıldı mı?
Urfa’daki çekimlerimizde önce sanat yönetmenimiz vardı ama daha sonra devam edemedik. Kostüm çalışmasının başından itibaren vardım. Oyuncularımla birlikte Mahmut Paşa’ya gidip kostüm seçtim. İşin gerçeği bu aslında. Makyaja arkadaşlarla birlikte karar verdik. Özellikle Şenay’ın makyajı çok önemliydi; Urfa’da kalın kaşlı ve makyajsız sadece gözünde sürmeleri olan tam bir köylü kızıyken 5 yıl sonra modern bir genç kız haline döndü. Şenay’ın beş yıl sonraki halinde gerçekten detaylı bir makyaj çalışması yapıldı. Erkeklerin değişimi daha kolay oluyor biraz saç ve sakal uzadı mı değişim sağlanıyor.
Filminizin festivallerde aldığı tepki nasıldı?
Film ilk olarak Antalya’da gösterildi. Seyircilerin tepkisi çok iyi. Daha sonra Ankara ve Kars’ta gösterildi. Bütün bu festivaller içinde Kars festivalinin çok özel bir yeri var. Oradaki insanların sanatın her dalına bir açlığı var. Festivale katılan her filmi büyük bir sevgiyle kucaklıyorlar. Üç festivalde de seyircinin filme olan tepkisini anında hissedebilmek için ben de seyircilerle birlikte izledim filmi ve tepkiler gayet olumluydu. Filmin sonuna kadar nefeslerinin tutarak izleyen bir seyirci kitlesi vardı. Filmin karışık bir kurgusu vardı ki buna rağmen büyük bir ilgiyle izlendi bu benim için çok önemli.
Neden namus cinayeti üzerine bir film desem…
Son yıllarda namus cinayetleri çok fazla görünür oldu. Artık namus cinayeti işleyenlere çok ağır cezalar getirildi. Bir hiç yüzünden namus adına kadınların ölmesi bir kadın olarak beni çok rahatsız ediyor. Namus aslında birçok şeyi kapsıyor. Yalan konuşmamak, hırsızlık yapmamak… Türkiye’de namus eşittir kadın vücudu haline indirgenmiş durumda. Bu sebeplerden kadınların ve erkeklerin hayatlarını kaybetmesi vahim bir durum. Bu konuda bir şeyler söylemek istedim.
Ama en çok zararı kadınlar görüyor…
Kadınlar kadar erkekler de zarar görüyor. Emniyet genel müdürlüğünün yaptığı bir araştırmaya göre 2001 yılından 2006 yılına kadar namus cinayetleri yüzünden 1100 kişi hayatını kaybediyor ve bu kayıpların 700’ü erkek. Benim projemde de sadece kadınlar değil erkekler de yaralanıyor. “Birbirinizi öldürmeyin, kadınları öldürmeyin çünkü kendiniz de ölüyorsunuz” demek istedim.
Bu durumda en çok annelerin canı yanıyordur…
Evet, ama kimi anneler kızlarının öldürülmesine, oğullarının katil olmasına sessiz kalarak onay veriyorlar aslında. Annelere de çok büyük görevler düşüyor. Onların da seslerini yükseltip tavır koymaları gerekiyor.
Belki de töre cinayetlerinin çözümü kadınlarda özellikle de annelerde…
Kesinlikle çözüm kadınlarda yatıyor. Yani kadınların kendilerini birey olarak görmeleri gerekiyor. Aynı zamanda erkekler için de aynı. Töre cinayetlerinin bir çoğu Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde oluyor. Burada feodal ve aşiret ilişkileri çok yaygın. Aşiret lideri ne diyorsa onun kulu gibi hissedip birey olamıyorlar.
Her yeri erkekler parsellemiş durumda. Evde bile kadın biraz öne çıksa, erkek hiçbir şey yapamasa bile manevi şiddet uyguluyor…
Akıllı ve rahat bir kadın bazı erkeklerin rahatını bozabilir. Zamanla bu erkek egemen düşüncenin yıkılması gerekiyor. Bence bunu kadınlar yapacak. Mesela işimi yaparken kadın olduğumu unutuyorum. Bir insan olarak işimi yapıyorum. Ama bazen bu benim yüzüme tokat gibi vuruluyor. Örneğin; setteki çalışmalarda geçmişe dönüp ‘neden böyle oldu’ diye düşündüğümde erkek olsaydım böyle davranılmayacaktı, kadın olduğum için böyle davranıldığını şimdilerde değerlendirebiliyorum. Sette çalışan otuz kişinin başısınız, oradaki yaratıcı kişisiniz hele bir de yapımcı konumunda da söz sahibiyseniz zor olabiliyor. Erkeklerin idaresine alışmış insanların karşısında bu konumda olmak biraz zor.

Neden Erkekler Bazı Kadınlarla Evlenir? Diğerleriyle Değil!

John T. Molloy Erkekler Neden Bazı Kadınlarla Evlenir? Diğerleriyle Değil! Adlı kitabı evlenmek isteyenler kadınlar için bir rehber niteliğinde yazmış. Nikah dairesinden çıkan 2543 kadın ve nişanlısı ile görüşülmüş bu kitapta yıllarca bir kadınla birlikte olduktan sonra ondan ayrılıp ardından başka bir kadınla evlenen erkekler, evlenmeye ikna olan kadınlar, 40’ından sonra evlenmek isteyenler ve erkeklerin evlendiği kadınlar hakkında merak edilen soruların cevapları bulunuyor. Kitapta ayrıca, boşanmış bir erkekle çıkmanın avantajı ve tehlikeleri, internet flörtleri ve evlenme şansını arttırmanın ip uçları veriliyor…


Neden erkekler bazı kadınlarla evlenir? Diğerleriyle değil! John T. Molloy’un yazdığı bu kitap hayallerinizi süsleyen eşle mutlu bir yuva kurmanızı sağlayacak müthiş bilgiler içeriyor. Evlenemedim, hâlâ kendime uygun eş bulamadım, benim yaşımdakiler çoktan evlenmiştir diye düşünüp üzülmeyin. Çünkü bu kitapta evlenme şansınızı nasıl arttıracağınızı, erkek arkadaşınızın ailesiyle tanıştığınızda nasıl davranmanız gerektiğini ve evlenme teklifini nasıl çabuklaştıracağınızı anlatan uygun stratejiler yer alıyor. Hatta bu kitabı okumaya başladıktan sonra düğün hazırlıklarına başlamanız an meselesi olabilir. Çünkü; bu kitabın hazırlanma aşamasında çalışan araştırmacı ekibinin yarısından çoğu ilk üç sene içinde evliliğe adım atmış bile.
Küçük bir kız çocuğuyken kiminle evleneceğimi çok merak ederdim. Babam benim için “okulu bitirir bitirmez evlenir” derdi. Evlendim, ama babamın dediği kadar erken olmadı bu. Ayrıca, uzun yıllar boyunca çıktığım çocukla evlenmem beklenirken o başka bir kızla evlendi ben de bir başka erkekle... Molloy’un yazdığı kitabın çıkış noktası da bir kadınla belli bir süre flört edip sonra başkasıyla evlenen erkekler olmuş. Bu nedenle öncelikle yıllarca birlikte olduğu kadın yerine bir başka kadınla evlenen çiftlere sorular yöneltilmiş. Çıkan sonuça göre bu erkeklerle evlenmiş kadınlar, daha ilişkilerinin başındayken söz almak için ısrarcı olmuşlardı. Kitabın yazarı, uzun soluklu bir ilişkiden çıkmış bir erkekle tanışırsanız belli bir süre sonra kendisinden bir yüzük beklediğinizi açıkça belirtin diyor. Ayrıca aradan geçen altı ay içinde kesin bir vaatte bulunmamışsa o adamı hemen terk etmek gerektiğini özellikle vurguluyor. Yazara göre; bu hovarda gönüllü adamlar en az bir kadının bekar kalmasına sebep olmuştur. Dolayısıyla en güzel ve en geç olduğumuz zamanları bizimle asla evlenmeyecek bir adamla geçirmek, teklif alacağımız en verimli dönemi boşa geçirmemize neden oluyor... Beş yıl sonra kaybedeceğimiz bir ilişkiyi altı ay içinde bitirmek oldukça mantıklı, böylece vakit kaybetmeden ikinci şıkkı deneme şansı elde ediliyor…

İlk izlenim….

Kitapta yer alan araştırmaya göre ilk karşılaşmada kadını özel kılan kişiliği. Demek ki, her zaman için güzel olmak özel olmak anlamına gelmiyor. Molloy fiziksel güzelliğin ve dış görünümün erkekleri etkilemede önemli olduğunu ama araştırmaya katılan erkeklerin % 60’ından fazlasının da nişanlılarının kişilik özelliklerini şu sözlerle ön plana çıkarttığını ifade ediyor;
“Öyle terbiyeliydi ki.”
“Hayat doluydu.”
“Dünyayla öylesine barışık görünüyordu ki.”
“Özgüvenli, matrak ve enerjikti.”

Yeni biriyle tanıştığımızda yüzümüzde hoş bir ifade olmasına dikkat etmemiz gerektiğini belirten yazar, “İlk tanıştığınızda gülümseyebilirsiniz, böylece o kişiyle tanışmaktan memnun olduğunuz mesajını vermiş olursunuz” diyor. Dikkat edilecek diğer öneriler; İyi el sıkışma, yumuşak ve ölçülü hareketler, hoş bir dinleme yeteneği, arkadaşlık mesajını iletme becerisi. Kitapta ayrıca kaleyi içten fethetmenin önemine de değiniliyor. Yani çıktığınız kişinin ailesinin üzerinde de iyi bir izlenim bırakmalısınız. Araştırmalara göre aileler tarafından onay gören adaylar daha kısa sürede evleniyor. Yukarıda saydığımız kuralların yanı sıra terbiyeli ve ölçülü olmak, düzgün giyinmek, görgü kurallarına dikkat etmek ve görüşmeye zamanında gidip erken ayrılmak şansınızı oldukça arttırıyor.

Erkekler yetenekli kadınları tercih ediyor…

Bu kapsamlı araştırma, evlendirme dairesinden çıkan pek çok erkeğin müstakbel eşlerinin başarı ve becerilerinden övünerek söz ettiğini gösteriyor. Ayrıca, ince ve zarif yapılı kadınların evlenme şansının daha fazla olduğu, aşırı kilolu olmanın da evlilik şansını azalttığı belirtiliyor. Molloy, kilo problemi olanların doktor kontrolünde yaş ve bedenlerine uygun diyet uygulamalarını öneriyor. Çalışmaya katılan kadın araştırmacıların da hem fikir olduğu bir diğer gerçek ise dış görünüme özen göstermek. İstatistiklere göre saçları, tırnakları temiz ve bakımlı olan kadınlar, güzel ama kendiyle hiç ilgilenmeyen bir kadından daha avantajlı konumda.

Yakışıklı erkeklerle evlenmek isteyenler için dört kural;

John T. Molloy, yakışıklı erkeklerin özgüven sahibi ve kendini seven bir kadından etkilenmekle beraber kendilerini becerikli ve muktedir bulan kadınlara daha farklı bir gözle baktıklarının önemine dikkat çekiyor ve yakışıklı erkeklerle evlenmek isteyenlere şu önerilerde bulunuyor;
*Öncelikle ona yaklaşmalısınız. Çok çekici erkekler nadiren kadınlara kur yapar, çünkü tek başlarına otursalar bile kadınlar etrafına toplanır.
*Diğer erkekler gibi onlar da kadınlarının üstüne düşmeyi sever. Onunla ilk tanıştığınızda, herhangi bir erkeğe davranacağınız gibi davranın, ne daha iyi ne de daha kötü.
*Çok yakışıklı erkekler çoğunlukla kendilerinde olmayan özellikteki kadınlarla evlenirler mesela; eğitim, sosyal mevki ve profesyonel hünerler. Ancak beceri ve başarılarınız hakkında fazla kibirlenmeden bilgi verin.
*Okuluna geri dönmesi ya da daha iyi bir işe girmesini teşvik etmek gibi taleplerde bulunun. Onu biraz harekete getirmeye çalışın.


Peki erkekler nerede?

Gerekirse işinizi değiştirin!
Araştırmaya göre; hiçbir kadın, arkadaşlık edebileceği yaşıtı erkek ve kadının bulunmadığı iş yerlerinde asla çalışmamalıdır deniyor. Böyle bir iş yerinde çalışmanın evlenme şansını azaltacağını belirten Molloy, mümkünse vakit kaybetmeden yeni bir iş bulun, nasıl olsa bundan daha kötüsü olamaz diyor. Araştırmalar, kadınların hemen hepsinin doğru kişiye rastlayana kadar bekar erkeklerin çevresinde bulunmak için inanılmaz çaba harcadıklarını göstermiş. Soru sorulan kadınların % 40’ından fazlası erkeklerle tanışabilecekleri yeni işlere girmiş hatta bazıları oturdukları çevreyi değiştirmek için yeni evlere taşınmış. Ayrıca gerçekten ilgilenmedikleri halde bazı erkeksi faaliyetlere katılmış.


Erkek arkadaş bulmak istiyorsanız kız arkadaşlarınızın sayısını arttırın!


Evlendirme dairesinden çıkan birçok kadına son beş yıl içinde en çok kiminle zaman geçirdiği sorulduğunda çoğu beş ya da on tane kız arkadaşının adını vermiş. Bu cevap belki de size saçma gelebilir ama bakın kitap ne diyor? “Bekar kadınların birçoğu boş vakitlerinin dörtte üçünü kız arkadaşlarıyla geçiriyordu. Bu kadınlar bir parti düzenlediğinde erkek arkadaşlarını da çağırıyor böylece daha az kız arkadaşı olan kadınlara nazaran erkeklerle tanışma fırsatı artıyordu. Ayrıca bu kadınlar birbirlerine destek olmak için ellerinden geleni yapıyor ve uygun erkekleri sık sık yemeğe ya da toplantılara çağırıp kız arkadaşlarıyla tanıştırıyorlardı.” Araştırmalar çoğu zaman bu planlı çöpçatanlığın işe yaradığını gösteriyor.



*John T. Molloy, uzun dönemli ilişkileri olup evlenmemiş bir adamla çıkıyorsanız bu kişinin ‘hovarda’ olması muhtemeldir diyor. Bu tip erkekler evlenme vaadi olmadan hayatında bir kadın olmasını, birlikte uyumayı, yemeyi, eğlenmeyi hatta yaşamı paylaşmayı severler.
*Çocuğu olmayan dul erkekler yeryüzündeki en iyi koca adaylarıdır.
*Dul bir erkekle tanışabileceğiniz en iyi yerlerden biri iş çevresidir.
*işyerinizde ne kadar çok bekar kadın ve erkek varsa evlenme şansınız o kadar artar.
*Tek başına yaşayan kadın ve erkeklerin evlenme ihtimali daha yüksektir.
*Sosyal yaşamları hareketli olan kadınların evlilik şansı evde oturup bekleyenlerden daha fazladır.


İlişkileri canlı tutmanın taktiklerden bazıları;
Romantik bir alan oluşturun
Paylaşın
Eşinizi bağrınıza basın
Birbirinizi takdir edin
Onun hakkındaki acı gerçekleri söylemek kadar memnuniyet verici olanları ifade etmek de en az o kadar önemlidir
Rutininin dışına çıkın
Gerekirse profesyonel bir yardım alın
Anlamak için dinleyin
Şikayet etmek yerine rica edin
Kimin daha çok haklı olduğunu ortaya çıkarmaktan vazgeçin
Misilleme yapmayın
Şikayetlerinizi bir süreliğine erteleyin
İşi işte bırakın ama iş becerinizi ev e taşıyın

Saygımızı Ve Sevgimizi Yitirmedik

Saygımızı ve sevgimizi yitirmedik
T RT’de yayınlanan ‘Aşk Yeniden’ isimli dizinin izleyicileri, boşanmış ama hâlâ aşık ve Amerika’da okumuş kızları hatırına evli gibi davranmaya çalışan bir çiftin etrafında gelişen komik olayları takip ederken ‘acaba kendi hayatlarını mı oynuyorlar’ demekten kendini alamıyor. Şoray ve Ünal’ın sessiz sedasız başladıkları dizi gün geçtikçe tiryakilerini oluştururken Sevgililer Günü’nü bahane ettik ve dizi setini ziyaretimizde keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
Bu projede bir araya gelmeniz tesadüf mü?Cihan Ünal: Yıllardır bu konuda teklif yapılıyordu. Hiç vaktimiz olmamıştı. Yapımcımız Ekrem ve Kerem Çatay değer verdiğimiz insanlar; senaryo da hoş geldi, kabul ettik. Oyuncu kadrosu da güzel. Türkan Şoray: Aile sorunlarının işlenmesi bana çok cazip geldi. Sinema zaten yaşamı ve insanı anlatır. İster istemez yaşamımızdaki bazı olaylarla birçok şey çakışıyor. Biz de bir evlilik geçirdik ve zaman zaman kendi yaşamımızla müthiş benzerlikler bulduk arada birbirimize bakıp gülümsüyoruz.
Bu benzerliklerden söz eder misiniz?
T.Ş: Aslında ben de dizideki karakter gibi kıskançlık ve ‘dır dır’ yapan bir kadındım. Birini seviyorsam ona karşı acayip bir sahiplenme duygusu oluşur. Kızıma karşı da böyle hissederim, birisine karşı biraz daha fazla ilgi gösterse içim cız eder.
C.Ü: Gerçek hayatta da ayrılmış çiftiz, kızımız Amerika’da okuyor, birbirini seven insanlarız ayrıca Türkan’ın da söylediği gibi kendisi de biraz senaryodaki karakter gibi kıskanç biri. Bu tarafları uyuyor olabilir.
Hâlâ kıskançlık yapıyor musunuz?
T.Ş: Bu durumu biraz gençliğe ve tecrübesizliğe bağlıyorum. İnsan yaş aldıktan sonra birtakım şeylerin ne kadar gereksiz olduğunu anlıyor. Şimdiki aklımla bu evlilik olsaydı, çok daha hoş ve anlayışlı bir ilişki olabilirdi.
Dizide ilişkinin bitmesindeki neden gurur ve kıskançlık, sizin ilişkinizin bitiş sebebi de böyle bir benzerlik taşıyor mu?
C.Ü: Onlar çok özel ve bizim hayatımızı ilgilendiren şeyler o yüzden boş verelim.
Çekimlerde etkilendiğiniz oluyor mu?
C.Ü: Oyuncu olarak ne gerekiyorsa onu yapıyoruz. Bunu hissetmek için diziye gerek yok. Zaten arada kızımızın olması dolayısıyla yaz tatilleri, doğum günleri, bayram, yılbaşı gibi özel günleri hep bir arada geçirdik. Saygımızı ve sevgimizi yitirmiş değiliz.
Kader sizi yıllar sonra ‘Aşk Yeniden’ adlı dizide bir araya getirdi…
T.Ş: Gerçek hayatta olmasa bile sanal hayatta birlikteyiz (gülüşmeler…).
Peki, dizinin gündeme gelmesiyle sözlü olarak ifade etmeseniz de bu bizi bir araya getirmek için bir işaret olabilir mi diye hiç içinizden geçirdiniz mi?
T.Ş: Böyle düşünmedim. Cihan Bey ve ben mesleğimizi özel şeylerden çok iyi ayırabiliyoruz. Böyle şeyler olacaksa bu tür vesileler tetikler mi bilemem.
C.Ü: Böyle bir oluşuma gerek yok. Bir araya gelme ihtiyacı olsa gelinirdi zaten.
İlişkiniz için hiç pişmanlık duydunuz mu?
T.Ş: Çok güzel bir evlilik ve ilişki yaşadım dolayısıyla bir pişmanlığım olmadı. Saygıyla başladı ve saygıyla bitti. Bu ilişki neticesi hayattaki tek aşkım kızım Yağmur oldu.
C.Ü: Kızımla çok iyi durumda olduğumuz için pişmanlık duymadım aksine çok daha iyi olduğunu düşündüm.
Dizide boşandığınızı kızınızdan saklıyorsunuz. Siz boşanırken birtakım zorluklar yaşadınız mı?C.Ü: Olumsuz bir şeyi kızımıza yaşatmamaya çalıştık. Yağmur kötü şeyler hissetmeden büyüdü. T.Ş: Bu zor karar verilirken büyük tereddütler yaşanıyor belki ama aşılması gereken bir durum söz konusu olunca daha sağlam olunuyor. Kalbiniz, beyniniz ayakta kalma mücadelesiyle daha da kuvvetleniyor.
Türkan Şoray nasıl bir annedir?
C.Ü: Mükemmel bir anne ama kendine zararı dokunan bir anne. Meselâ Yağmur 11 saat uçak yolculuğu yaparak Amerika’ya gider; Türkan, o on bir saati yaşamaz, kafası sürekli onunla meşgul olur. Onun yaşadıkları biraz aşırı, Yağmur da annesinin bu durumun bildiği için onu adeta ilgiyle ve kendinden haberdar ederek besliyor.
Cihan Ünal nasıl bir babadır?
T.Ş.: Cihan mükemmel bir eş olduğu gibi, mükemmel bir insan ve mükemmel bir baba. Ayrıldığımız günden bugüne kadar baba olarak sorumluluğunu hep korudu ve Yağmur baba eksikliğini yaşamadı. Kızıma gurur duyacağı bir babası olduğunu her zaman söylerim.
Bir kadın için kimden çocuk yapacağı önemlidir. Sizin de önceden uzun dönemli bir ilişkiniz olmuştu o zaman çocuk sahibi olmayı düşünmediniz mi?
T.Ş: O zamanlar mesleğimle o kadar ilgiliydim ki. Bir özlem olmasına rağmen filmlerim çocuğum gibiydi.
Sizin kızınızla aranız nasıl?
C.Ü.: İnsan çocuklarıyla birlikte büyümek ister, bu ayrı bir hüzündür hayatımda. Başa gelince, çekiliyor. Kendi arkadaşları kadar arkadaşızdır Yağmur’la. Her şeyi paylaşırız hatta annesine göre benimle daha çok paylaşım içinde.
Cinsellik bir ilişkide “To be or not to be”Sette çekimler devam ediyor. Türkan Şoray’ın sahneleri çekilirken Cihan Ünal’la sohbete devam ettik.
Türkan Şoray çok güzel, ünlü ve halk tarafından sevilen biri. Evli olduğunuz yıllarda geride kaldığınızı hissettiğiniz oldu mu?
Türkan dediğiniz gibi biri ama ben de bu tarif ettiğiniz durumu tiyatro cephesinden yaşıyordum. Sinema ve tiyatro çevresi farklı. Sanatıyla ve kişiliğiyle ben ayrı biriyim. Eşim olması nedeniyle, benden daha çok ilgi görmesi beni daha çok mutlu eder.
Onu nasıl tanımlarsınız?
Sinema konusunda herkesin de kabul ettiği gibi kamerayı tanıma ve bilme konusunda sanki onu yutuyormuş gibi müthiş bir algı gücü var. Bu durumu artık biliyor, yaşıyor. Bu Allah vergisi bir şey tabii yılların getirdiği bir deneyim de söz konusu. İşinde çok titiz ve disiplinli. Eş olarak da daha doğrusu insan olarak demek lazım aslında; çok yumuşak, iyimser, kötülük düşünmeyen, nazik, arkadaşlığı ve dostluğu çok iyi biridir. Mükemmel bir annedir. Tek kusuru endişeli bir anne olmasıdır.
’Ünlü sanatçı kaprisi’ de mi yok?
Hiiiç öyle değildir. Aksine en ağır çalışma şartlarında bile hiç kapris yapmaz ama tabii ki her sanatçının karşısından beklediği şeyler var. Nasıl ki zamanında işimizin başında oluyor ve ezberimizi yapıyorsak, biz de karşı taraftan onu bekleriz.
Birbirinize hitap ederken özel bir şeyler kullanır mısınız?
Bazen ona ‘Turkuaz’ derim.
Önümüzde Sevgililer Günü var, birbirinizi kutlayacak mısınız?
Bizim böyle bir âdetimiz yok.
Şiir kasetleri okumuşluğunuz var peki Türkan Şoray için şiir yazmışlığınız var mı?
O şiir kasetlerini evliyken yapmıştım. Şiir yazmaktansa okumayı seviyorum. Bu ayrı bir şey. Bir Özdemir Asaf, bir Ümit Yaşar, bir Attila İlhan varken ben niye şiir yazayım ki?
Kadın İsterse’ adlı dizide eşinizi bırakıp daha genç biriyle olmayı seçen bir karakteri canlandırmıştınız. Erkekler için her zaman gençlik ve güzellik mi geçer akçe?
Erkekler belli yaşlarda böyle şeyler yaşayabilir. Bunu ben de yaşadım. Gelip geçici bir şey olduğunu zannediyorum. Bir de genç kızlar da bu yaşlardaki erkeklere meyilli oluyor.
Bu işten en kârlı erkekler çıkıyor…Bu biraz da doğayla ilgili bir durum galiba. O arada belki cinsellikle ilgili nedenler devreye giriyor. İnsanların da cinselliğini yaşama hakkı var. İşin bu kısmı ‘to be or not to be’… (kahkahalar…)
Erkeklerin kendilerine güvenlerini de anlayamıyorum. Yani yaşça çok küçük kızların enerjisine nasıl yetişebilecekler?
Öyle bir şey olur ki o yaşta biri sizin enerjinize ve gücünüze yetişemiyor olabilir. Bunlar hiç belli olmaz.
Ben öyleyim mi diyorsunuz?
Hayır, öyle demiyorum. Olabilir diyorum. (kahkahalar…) Öldürdünüz beni yahu…
Aşk insanın huzurunu bozuyor…Çekim sırası bu kez Cihan Ünal’da. Sohbetimize Türkan Şoray ile devam ediyoruz.
Bir söyleşinizde “gerçek aşklarımı filmlerde yaşadım” demişsiniz. Peki, bundan sonra hayatınızda aşka yer var mı?
Çok heyecanlı aşkların genç yaşlarda olduğunu düşünüyorum. Yıllar geçtikçe daha çok olgunlaşıp, aşka daha farklı bakıyorsunuz. Beklentiler değişiyor. ‘Gençlik başımda duman’ yaşlarınızda gözüne, kaşına aşık olabiliyorsunuz ama sonra daha seçici olunuyor. Dünya görüşünüz, hayata bakışınız aynı olsun istiyorsunuz. Böyle düşününce gerçek aşkı bulmak zor oluyor. Bir de aşk çok yorucu bir şey. Aşk insanın huzurunu bozuyor. İlk beraber olduğunuzda müthiş heyecanlanıyorsunuz ama ne kadar sürüyor ki? İnsan bir de çok güzel bir ilişki yaşayınca kaybetmemeliyim telaşına düşüyor. Beyniniz bir tarafı “Allah’ım bu ilişki muhteşem, kaybetmemeliyim” diyor. Önceleri her gün aranıyorsunuz sonra bu uzun sürelere yayılıyor. Siz de “ay niye aramadı, niye geç aradı” derdine düşüyorsunuz.
Aşktan uzak durarak belki biraz kendinizi koruma altına alıyorsunuz…
Huzur ve sakinlik istiyorum aslında. Kızım benim hayatımı kadar çok dolduruyor ki artık hayatımda başka değerler, güzellikler, sorumluluklar ve heyecanlar ön plana çıktı. Bir de yaş ilerledikçe sağlıklı olmak, sağlıklı yaşamak daha çok önem kazanıyor. Mesleğime karşı yeterince ilgi gösteremediğim duygusu ağır basıyor mesela...
Bu sizde de oluyor mu?
Tabii, yıllardır beni seven ve bırakmayan seyircime karşı her zaman sorumluluk hissetmişimdir. Bende seyircimin sevgisine nasıl karşılık verebilirim duygusu yoğun.
Atıf Yılmaz sizin için “Onu her gören âşık olur” demiş. Peki sizin âşık olup da ifade edemediğiniz oldu mu hiç?
Bilmiyorum, belki olmuştur. Yani…
Bir ara Kadir İnanır’la sizi yakıştırmışlardı…
Bunu yıllardır söylerler. Bu tip yakıştırmalar dünya sinemasında da var, olur böyle şeyler. Bu tamamen seyircinin yakıştırması.
Cihan Ünal’ı nasıl bulursunuz?
Son derece kişilikli, karizması olan, çok yakışıklı, çok etkileyici ve güvenilir bir kişiliğe sahip. Her şeyden önce başarılı bir aktör.
Cihan Bey sizi kıskanır mıydı?
Herhalde o da kıskanırdı ama benim kadar çok belli etmezdi.
Birbirinizin Sevgililer Günü’nü kutlar mısınız?
Doğum günlerimizi kutlarız ama bir tek onu kutlamayız (gülüşmeler…)
Yönetmenlik çalışmalarınız olacak mı?
Erendiz Atasü’nün bir öyküsünü filme çekeceğim. Yönetmenliğe ağırlık vermek istiyorum.
Eski filmlerinizi seyrederken ağlar mısınız?
Bazen benim başıma gelmiş gibi ya da ‘ah kız ne acılar çekiyor’ diye üzülür ağlarım.
Size takılan ‘Sultan’ lakabı için ne söylersiniz?
Seyirciyle aramdaki sevgi bağının göstergesi. Bu çok gurur verici ve beni gönülden bağlayan, hem mutlu hem de mahcup eden bir duygu.
Son günlerde çiftler arasında yaş farkının olduğu ilişkiler tartışılıyor medyada. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Herkes kendi yaşamında özgür. Neden olmasın? Önemli olan kalplerin ve ruhun uyuşması. Erkek böyle bir şeyi yaşıyorsa kadın da neden yaşamasın?
Sizin dillere destan bir güzelliğiniz var. Peki, siz kendinizi güzel bulur musunuz?
Ne bileyim aynaya baktığımda mutsuz olmam ama ne güzel bir kadınım diye de böbürlenmem… Bugüne kadar hiç ağzımdan güzelimdir gibi sözler çıkmadı ama… (gülüşmeler…)
Ben mesela aynaya baktığımda çok güzel değilim ama fena da değilim derim.
Tamam işte, aynı senin söylediğin gibi ben de fena değilimdir. Önemli olan insanın kalp güzelliğidir. Bu aydınlık ifade insanın yüzüne vurur ve onu güzel gösterir bende de bu var. Bak şimdi kendimi methettim. (kahkahalar…)