4 Ekim 2008 Cumartesi

Pelin Batu

Masum yüzü ve farklı güzelliğiyle romantik komedi tarzındaki filmlerde görmeye alışık olduğumuz Pelin Batu, Haluk Piyes’in yönetmenliğini yaptığı ‘Barut’ adlı filmde Rus bir hayat kadınını canlandırıyor. Kendi filmlerimi izlemekten keyif almam diyen Pelin Batu’nun en büyük hayali güzel filmlerde oynamak ve bu filmlerle dünyayı gezmek. Batu, en çok yazmaya gönül vermiş olsa da ‘sinemada var olmasaydım hayatım çok renksiz olurdu’ diyor…

Barut’ta nasıl birini canlandırıyorsunuz?

Türkiye’ye gelmiş, doğru dürüst tanımadığı ve kaçmaya çalıştığı bir ortamın içine katılmış Rus bir hayat kadınını canlandırıyorum. Dolayısıyla bayağı şansız bir karakter.

Bu projede olmak sizin için ne ifade ediyor?

Bir filmde oynayınca bir sürü anınız ve arkadaşlıklarınız oluyor, bu arkadaşlıklar bence filmden daha önemli. Haluk Piyes’le geçen sene ‘Pars-Kiraz Operasyonu’ adlı filmde çalışmıştım. Film çekiyorum ve senin olmanı istiyorum deyince senaryoyu okumadan kabul ettim. Buradaki karakter sertliği ve kapalılığı açısından farklıydı. Hem Haluk Piyes’in olması hem de farklı bir karakteri oynamak kabul etmeme neden oldu.

Filmde şiddet sorgulanıyor sizin bu konudaki düşünceleriniz nedir?

Şiddet çok ilkel ve yeşil gözlü canavar gibi herkesin içinden çıkan birşey. Kontrol edilmediği takdirde korkunç bir boyuta varabilen evrensel bir konu. Aslında bir aşk hikayesi ya da Haneke’nin ‘Piyanist’ filminde olduğu gibi anne kız arasındaki bir ilişki de şiddet hikayesi olabilir. Dolayısıyla şiddet başlığı altında bir sürü şey yerleştirebilirsiniz.

Sizin için en korkuncu manevi şiddet mi yoksa fiziksel şiddet mi?

İkisi de acıtır.
Can acısı geçer de dil yarası insanın daha çok içine işler gibi geliyor… Bence insanın yapısına ve karşılıklı edilen sözlere bağlı bu. İzlediğim bir belgeselde bir adam önce ilk karısını ve sonraki iki kız arkadaşını kafasına çekiçle vurarak öldürmüş. Adam kadınlar tarafından terk edilmeyi ve onların başka birilerine ait olmalarını kabullenemiyor. Burada kadınları öldürmeye kadar varan korkutucu bir şiddet var.

KENDİMİ SEYREDEMEM

Şiddeti uygulayan kadar bunu kabul eden de hastalıklı bir ruh yapısına sahip aslında…

Uygulayana haliyle psikopat gözüyle bakıyoruz ama onu kabul eden de bir şekilde psikopat. Hayatımda böyle bir şey yaşamadığım için bunu benim söylemem kolay. Şiddete maruz kalanlar bundan zevk alıyor demekle onlara haksızlık etmiş oluyorum. Çünkü bir sürü insanın nedeni var. Bu kadar çok acıyı ve şiddeti yaşadıktan sonra korkup kaçmamak da saçma geliyor ama söylemesi kolay.

Bugüne kadar oynadığınız filmler içinde en çok hangisi sevdiniz?

Ben hiçbir şeyden memnun olmuyorum. Belki bir taraftan böyle olması iyi, her şeyi hallettim ve çok iyiyim demek insanın kendini geliştirmesini engelliyor. Her zaman bir kusur buluyorum ve bu da filmlerimi seyretmememe neden oluyor. Filmleri galada izlerim ve kendi filmlerimi seyretmekten zevk almam.

Kendinizi mi beğenmiyorsunuz yoksa filmin bütününü mü?

Senaryoyu okuyup hazırlanıyorsunuz ama hiçbir zaman kafanızda tahlil ettiğiniz gibi olmuyor. Kendi karakterim için de aynı şey söz konusu ‘şunu da yapabilirdim, şunu da ekleyebilirdim’ diye düşündüğüm için de rahat edemiyorum. Dolayısıyla her filmde çok sevdiğim ya da sevmediğim anlar oluyor. Çok beğenerek okuduğunuz bir romanın filme çekildiğinde sizi hayal kırıklığına uğratması gibi.

Sizi en çok sinema oyunculuğu mu yoksa tiyatro oyunculuğu heyecanlandırıyor?

Sahnede olmak çok büyük bir heyecan ve o anda bir şey yaratmak hiçbir zevkle kıyaslanamaz. O adrenalin ve içinizdeki coşku ne sinema ne de başka bir işle kıyaslanabilir. Fakat o kadar gelip geçici bir heyecan ki; o an yapıyorsunuz iyi, güzel, ama bitiyor.

Genco Erkal ile aynı sahneyi paylaşmak istiyormuşsunuz…

Kendi odamda inanılmaz gezi planları yapıp bunları uygulamayan insan türündenim. Ve bazen de geziyi hayal etmenin, gezinin kendisinden daha zevkli olacağını da biliyorum. Bu projelerle de ilgili. Takva filminde Erkan Can’ı izlediğimde onunla oynayabilsem diye düşünmüştüm aynı şeklide Macide Tanır’la ya da Işık Yenersu’yla. Bu kişiler hem sanatçı olarak hayranlık duyduğum hem de kişiliklerine saygı duyduğum insanlar. Onlardan çok şey öğrenebileceğimi biliyorum ama bunun için bir şey yapıyor muyum? Hayır.

Seçim yapmanız gerekse oyunculuğu mu yoksa yazarlığı mı seçersiniz?

Herhalde yazıyı tercih ederdim. Oyunculuk dünyanın en zevkli işlerinden biri ama bazen setin ortasında olup bitenlerden uzaklaşıyorum ve ne yapıyorum diye kendime soruyorum. Elli kişi bir odanın içine tıkılmış bir şey yaratmaya çalışıyor. Kurmaca bir şey var ve bizler de dev çocuklar gibiyiz. Ama yazarlıkta istediğim hızda, istediğim zamanda yazıyorum ve otokontrol bende oluyor. Dolayısıyla kendimi bu alanda çok daha iyi hissediyorum. Ama sinema olmasaydı da hayatım çok daha renksiz olurdu.

Karakterleri oluştururken burçlardan yararlanıyormuşsunuz, filmdeki karakterin burcu nedir?

İkizler diye düşündüm. En yakın arkadaşlarımın çoğu ikizler burcu dolayısıyla çok yakından tanıma fırsatım oldu. Filmdeki karakteri bir yandan kendine güvenli ve rahat biri diğer taraftan çok korkak ve zavallı biri gibi düşündüm. Bu belki herkeste olan bir özellik ama ikizler burcu bu durumları çok güzel bir şeklide toparlıyor.

Ünlü olmayı seviyor musunuz?

Ün benim için çok fazla bir şey ifade etmiyor. Tabii ki bazen hoş şeyler duymak insanın egosunu tatmin ediyor ama bazen hiç olmasaydı diye düşündüğümde hayatımda çok fazla bir şeyin değişmeyeceğinin farkındayım. Oldum olası evimizde babamdan dolayı gazeteciler, televizyoncular vardı ve her zaman bu bana normal bir şey gibi geliyordu.

Babanızın sizin mesleğiniz konusunda bir hayali var mıydı?

Babam her zaman sen ne istersen ve seni ne mutlu derse onu yap demiştir.

Anneniz baskın karakter mi?

Annemle babam istediklerimi yapmam konusunda benziyorlar ama ister istemez ailede birinin kötü polis olması gerekiyor. Babam çok yumuşak biridir ve çok fazla bir şeye karışmaz dolayısıyla annem bazı kuralları koymak ve kısıtlamaları yapmak durumunda kaldı. Annem de ‘kızım seni ne mutlu ediyorsa onu yap’ der ama yaptığım işleri de çok objektif bir şekilde eleştirir.

Basında sizin için çıkan haberler için ailenizin tepkisi nasıl oluyor?

Hiçbir şey söylemiyorlar hatta onlar beni rahatlatıyorlar. Onlar üzülecek diye üzülüyorum. Tam tersine onlar beni arayıp “kızım üzülmeye değmez, bu işleri bilmiyor musun” derler. Bende biraz melodramik bir damar vardır ve işleri olduğundan fazla büyütebilirim. Onlar beni supap gibi sakinleştirmeye çalışırlar.

İnal Batu’nun kızı olmak size bir ayrıcalık getirdi mi?

Bilmiyorum, başlangıçta medyadaki tepkinin babam yüzünden olduğunun farkındayım ve bundan çok sıkıldım. Birinin kızı, birinin teyzesi olmak erkek figürlerinin yanındaki garnitür olmak gibi geliyor ve bu beni çok rahatsız ediyor. İnsanların benden uzak kaldıklarını da hissediyorum bazen konumumdan dolayı teklif bile gelmediğini düşünüyorum. Bir taraftan hayatım kolaylaştıran bir durumken bir taraftan zorlaştıran bir duruma dönüşebiliyor. İnsanların gözünde cam fanusun içindeki bir obje gibi kalabiliyorum.

Yaşadığım ilişki bana özeldir

Ahmet Hakan’la beraberliğinizi ilk başlarda neden saklama gereği duydunuz?

Bu konuda cevap vermek istemiyorum, anlatmaya başlayınca işimin dışına çıkmış oluyorum. Mesela size ailemle ilgili bir şeyler anlattım bu da benim kişiliğim ile ilgili olduğu için. Ama yaşadığım hayatı kimsenin ilgilendirmediğini düşünüyorum. Ben nasıl başkalarının hayatını merak etmiyorsam kendi hayatımla ilgili de anlatmak istemiyorum.

Halkın gözünde olunca da ister istemez merak ediliyorsunuz. Bir şeyler gizlendiğinde daha çok merak konusu olduğu da bir gerçek.

Bu bir ilgi çekme çabası değil, gerçekten normalde arkadaşlarımla bile paylaşmam. Alışık değilim ve kapalı kalmayı tercih ediyorum.

Ama özel yaşadığınız ilişkide de siz varsınız, tek başına yaşanılan bir şey değil ki…

Evet, tabii ki ama dediğim gibi…

Son bir soru daha, Köprü Üstü Aşıkları filmini anımsatan ‘Nişantaşı Aşıkları’ sözünün size yakıştırılmasına ne diyorsunuz?

Gerçekten böyle bir yakıştırma yapıldığını duymamıştım. Allah, Allah… Çoğunlukla çıkan haberleri başkalarından duymuş oluyorum. Çıkan paparazzi haberlerini dolaylı olarak öğreniyorum.

Ahmet Bey belki de söyleşi yaparken şuna dikkat et fazla konuşma gibi taktikler de veriyordur?

Hiç öyle bir şey olmuyor ve kimseden talimat almıyorum.

Tatil Kitabı/Seyfi Teoman

Çiçeği burnunda genç bir yönetmen Seyfi Teoman. İlk kez Polonya’da çektiği ‘Apartman’ adlı kısa filmle adından söz ettirdi. Birçok ülkede ülkemizi başarıyla temsil eden Seyfi Teoman ile geçtiğimiz hafta vizyona giren filmi ‘Tatil Kitabı’nı, sıradaki projelerini ve sinemaya bakışını konuştuk.

Yönetmenliğe nasıl başladınız?

Boğaziçi Üniversitesi’nde İktisat Bölümü’nü bitirdikten sonra Polonya’da 2 sene film yönetmenliği eğitimi aldım. Türkiye’ye döndükten sonra bazı reklam filmlerinde yönetmen asistanlığı yaptım. Reha Erdem’in uzun metrajlı filmlerinde görev aldım. Asistanlık yaptığım süreç içinde yazdığım bir senaryo vardı, Rotterdam Uluslararası Film Festivali Hubert Bals Fonu’ndan ‘Senaryo ve Proje Geliştirme Desteği’ alınca ben de çekmeye karar verdim.

‘Tatil Kitabı’nın hikayesinden bahseder misiniz?

Film, okulların yaz tatiline girmesiyle başlayıp okulların açılmasıyla bitiyor. Bir aile üzerinden Silifke’deki yaşam hakkında bir hikaye anlatılıyor. Hikayenin merkezinde çocuk var gibi görünse de ailenin diğer üyelerinin öyküsünü anlatıyor. Mümkün olduğu kadar karakterlere eşit mesafede durmaya çalıştım. İnsancıl bir öyküsü var. Filmin yavaş bir temposu var ve başlarda izlerken biraz sabır gerekiyor ama seyirciye ulaşacağı konusunda umutluyum.

Bu ilk filminizdi, oyuncu seçimini neye göre yaptınız?

Filmde çok iyi bir sinema oyuncusu olan tiyatro kökenli oyuncu Taner Birsel var. Türkiye’de çok fazla tanınmamasının nedeni dizilerde oynamaması. Diğer oyuncular ise yarı profesyonel. Oyunculardan biri film için seçildiğinde Çukurova Üniversitesi’nde öğrenciydi ama şu anda profesyonel olarak tiyatro oyunculuğu yapıyor. Anne karakterini oynayan oyuncumuz yerel tiyatrolarda oyunculuk yapıyor. Tek amatör oyuncumuz baba karakteriydi. Fiziği hikayeye çok uygun düşmüştü. Ayrıca kendi de çok istekliydi. Benim için önemli olan oyuncuların otantikliği ve yerelliği verebilmeleriydi. İlk filminizi yaparken zaten daha özgür oluyorsunuz. Hiçbir maddi destek olmadan yaptık çok büyük bir ticari başarı sağlamayacağını da biliyoruz. Hiçbir angajmanımız yokken oyuncu seçimini de tamamen kendi isteklerimize göre yaptık.

Filmlerde çocukları oynatmak zordur, kast yaparken çocuk bulmakta zorlandınız mı?

Silifke’de yaşayan o yaş grubundaki yaklaşık bin çocukla görüşüldü. Uzun bir araştırmadan sonra bulduk.

Filminizin Berlin Film Festivali’nde gösterileceğini umut ediyor muydunuz?

Yarışma bölümü de dahil her bölüme başvurduk. Yarışmaya kabul edileceğimizi ummuyorduk çünkü çok kaba bir montajla filmi göndermiştik. O noktada Forum bölümüne kabul edilmek bizim için yeterli.

KENDİMİ YÖNETMEN OLARAK GÖRMÜYORUM

‘Tatil Kitabı’ daha sonra birçok ödül aldı, bu ödüller sizi cesaretlendirdi mi yoksa bir tedirginlik duygusu yarattı mı?

Tereddüt hissetmedim aksine daha çok cesaretli hissediyorum ve motivasyonum arttı. Maddi anlamda çok büyük bir desteğimiz. Bir sonraki film için maddi bir sürü engel var ama aldığımız bu ödüller bizi motive ediyor. Benim zaten çok fazla iddiam yok ki; arkasında çok büyük bir kariyeri olan bir yönetmen değilim. Ödüller alan bir film yaptım ama önemli olan bunun bir süreklilik kazanması. Ben henüz kendimi yönetmen olarak da görmüyorum…

Sinema yapmanın büyüsü nedir?

Bunlar çok sezgisel şeyler, direkt cevap vermek çok zor. Sinema diğer sanatlarla da kesişen çok güçlü bir sanat, güçlü görselliği ve kendine özgü biçemi var. Önceleri edebiyata daha fazla ilgi duyuyordum ama üniversite yıllarında bir noktadan sonra film festivallerine gidip gelerek diğer alternatifleri görerek etkilendim. Festivaller bizim için bir nevi okul gibiydi.

Festivallerde izleyici konumundayken şimdi filmleriniz festivallerde gösteriliyor, böyle olacağını hissetmiş miydiniz?

Okulun sinema kulübünde Yılmaz Güney’in ‘Duvar’ adlı filmini izledikten sonra, başka türlü bir sinema da varmış demek, ben de böyle filmler yapabilir miyim diye düşünmüştüm. Hiçbir zaman kariyer olarak bakmadım, tüm süreç zaten sizi o noktaya getiriyor. Daha sonra filmler yapacağımın bir garantisi de yok belki bir noktadan sonra yapamayacağım. Yönetmenliği şairlik gibi görüyorum esas mesleğinden ziyade tutkuyla bağlanılan bir şey.

Yaptığınız sinemayı nasıl tanımlıyorsunuz?

Bir tek film yaptım ve ben de bir arayış içindeyim, Yaparken öğreniyorum. Şu anda buna cevap vermek çok zor.

Filmde müzik yok, neden?

Bu filmi çekmeyi tasarlarken asla müziği düşünmedim. Belki de çok anlamadığım içindir, bilemiyorum. Montajı tamamlarken de filmin müziğe ihtiyacı olmadığını gördüm. Müzik çok güçlü bir araç ve ihtiyaç yoksa da koymak anlamsız. Sonradan sahneye duygu katmak ve montajı kurtarmak için konulan müzik düşündüğünüzden fazla etki yaratabilir. Filmi izleyen insanlar içinde müziğin olmadığını fark etmeyenler var.

Ödül çok, destek yok‘Tatil Kitabı’ filmi senaryo, yapım aşaması ve sonrasında üç kez Kültür Bakanlığı Destekleme Kurulu tarafından reddedildi.

Şu anda Barış Bıçakçı’nın bir romanını sinema filmine uyarlıyoruz ve bu projeyle yurt dışından destek aldık. Hollanda Film Buluşması’na davet edildi ama aynı proje Bakanlık tarafından reddedildi. Destekleme Kurulu’nun yapısında bir sorun olduğunu düşünüyorum. Hangi gerekçelerle kabul edip etmedikleri belli değil. Bazı üyelerin yakın akrabalarının destek aldığı ortaya çıktı, doğruluğundan emin olmasam da böyle bir şaibe var. Kişisel olarak bu konuda kendimi mağdur hissediyorum. Uzun zamandır sinemayla uğraşıyorum ve iki filmimle de bir sürü yerde çok ciddi bir şekilde Türkiye’yi temsil ettim ve yedi kez reddedildim. Destek alan filmleri şaibe altında bırakmak istemiyorum ama sistemde genel olarak bir sorun olduğu kesin.

Seyhan Soylu Söyleşisi 1

Sanatçıların menajerliğini üstlenen, çeşitli organizasyonlar düzenleyen ve kendini milliyetçi, Kemalist ve marjinal olarak tanımlayan Seyhan Soylu, nam-ı diğer Sisi ile ‘Cumhuriyet Kadınları’ projesini konuşmak üzere, bir hafta önce cumartesi günü buluştuk. Soylu, röportajımızdan 5 gün sonra, yine ‘Cumhuriyet Kadınları’ projesinde yer alan sanatçı Nurseli İdiz ile aynı günde gözaltına alındı. Basına ‘Ergenekon’un magazin kanadı’ olarak yansıyan bu gözaltılarla ilgili olarak, haberimizi yayına hazırladığımız saatlerde henüz hiçbir açıklama gelmemişti. Soylu ile Susurluktan Ergenekon’a uzanan söyleşimizi yayınlıyoruz.


‘Cumhuriyet Kadınları’ projesi nasıl gündeme geldi?

Şehitlerimiz var deniyor ve erkekler hep akla geliyor. Bundan rahatsızlık duydum. Binlerce şehit olmuş kadına has bir proje yoktu. Önemli kadınları bir müze yapalım dedik. Daha sonra bunu görsel bir şeye dönüştürmek istedik ve Nurseli İdiz Hanım ile görüştük, kendi de çok sıcak baktı. Türkiye’nin en ünlü mankenleriyle anlaştık, koreografimizi Uğurkan Erez, kostümlerimizi Yıldırım Mayruk, Canan Yaka gibi en ünlü modacılar yaptı. Kadın Kütüphanesi’nden, Genelkurmay’dan, gazetelerden yararlandık. Şovun biraz daha geniş olmasını düşünüp 1925 yılı bombardıman uçağını sahneye taşıyalım dedik. Askerler çıkaralım, tiyatrocular yer alsın derken bir baktık ki ‘Anadolu Ateşi’ gibi bir şey yapmışız. ‘Cumhuriyet Kadınları’ içinde ilk kadın milletvekili Türkan Akyol, ilk vali Lale Aytaman, ilk kadın parti başkanı Behice Boran gibi isimler var. Seversiniz ya da sevmezsiniz Tansu Çiller de var, bunun yanında Nene Hatun figürleri de var. Kısaca biz bir kadın harekâtı başlattık. Proje inanılmaz ses getirdi. Şu ana kadar medyada 1.600 tane yerel ve ulusal bazda yazılı ve görsel haber çıktı. Bunu mu çok gördü Engin Ardıç?

Engin Ardıç’ın eleştirisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bana ‘Cumhuriyet dönmesi’ demiş. Bu Cumhuriyet, bana bu kimliği vermiş ve artık kadınım. ‘Cumhuriyet oğlanı’ olan bir adama, tekrar ediyorum bu laf bana aittir ‘Cumhuriyet oğlanı’ olan bir adama dava açma gereği duymadım. Bence Engin Ardıç ‘Cumhuriyet oğlanı’dır. Bunlar suç değil, oğlan kelimesi erkek anlamına gelir. Ama dönme demek suçtur.

Neden sizce böyle bir şey yapma gereği duydu?

Engin Ardıç bugüne kadar çalıştığı gazetelerde patron yalakalığı yapar, genel yayın yönetmenine kendini sevdirmek için onun borazanını çalar ardından da insanların yaptığı iyilikleri hemen unutur ve başka bir yere geçer. Cem Uzan ile beraberken “bir masam bir de kalemim olsa senden ayrılmam” diyen adam daha sonra onu da satışa getirmiştir. Engin Ardıç’ın yazdıklarına karşılık ben de bir yazı yazdım, daha çok ses getirdi. Saldıracağın insanı bil, önce bir izle. Belden aşağı vurmak ahlaki değil ki! Biz suç mu işledik? Zaten bir Engin Ardıç bir de Ahmet Hakan eleştirdi. Biz ne kadar mutluyuz ki Cumhuriyet’in Atatürk tarafından kurulduğunu düşündürttük. Biri (Ahmet Hakan) zamanında Erbakan’ın kızını alıp ona damat gidecekti diğeri de kişiliği olmayan, patronlarının kalemşoru olan bir adam.

BAŞBAKAN ÇOK DEĞİŞTİ

Tansu Çiller’e benzemek isteyen mankenin yaptırdığı estetik operasyonlar için de projenin reklamını yapmak istemiş diyenler çıktı…

Bu kızımıza plastik makyaj yapacağız dedik o da estetik yaptıracağını söyledi. Şaka yaptığını sandık ama değilmiş, bunun üzerine rolden alındığını söyledim. Bu durum bize biraz çılgınca geldi. Onun yerine Tansu Çiller’i Nurdan Torun canlandırdı. Bu projenin içinde ilk kez burada söylüyorum Ayşenur Yazıcı da yer aldı. Türkiye’nin çok önemli tiyatrocuları, habercileri bu projenin içinde. Buradan elde edilecek gelirle spastik çocuklara rehabilitasyon merkezi açacağız ve hiçbir ekonomik beklenti için yapmadık. Neyimizi eleştiriyorlar ki?

Cumhuriyet Kadınları projesi ‘Türbanlı kadınlara karşı Cumhuriyet Kadınları’ gibi şu anki yönetime karşı bir gösteri gibi algılanabilir mi?

Hiçbir zaman böyle düşünmedim. AKP’nin Türkiye Cumhuriyeti için herhangi bir risk taşıyabileceğini düşünmüyorum. AKP şu anda merkez sağa oynayan bir parti. Sayın Başbakanımız bundan 15 yıl önceki Tayyip Erdoğan olmadığı için yepyeni bir vizyonla yepyeni bir muhafazakar lider modelini çiziyor.

Şu anki mevcut hükümet için olumlu düşüncelere sahipsiniz yani…

Ülkenin vizyonu, gelişmesi ve altyapılarla ilgili inanılmaz çalışmalar yapılıyor. Sayın Başbakan’ın da aşırı muhafazakar düşüncelerini kendi içinde absorbe ettiğini, farklı bir yüzle ivme kazandığını düşünüyorum, kendini geliştirdi.

İSTİHBARAT KAYNAĞIMIZ İYİYDİ

Jitem’e bağlı olan Strateji adlı dergide çalışmışsınız, biraz o günlerden söz edelim mi?

Röportajlarda böyle şeyler yansıtıldı, bu neresinden tuttuğunuza bağlı; burada sizinle de aynı handikabı yaşayabilirim. Bu dergide emekli askerler, emniyet mensupları, bürokratlar ve gazeteciler çalışıyordu. Bugün birçok gazetede eskiden kolluk kuvvetlerinde görev yapmış şu anda makaleler yazan insanlar var. Bunu kastettim. Bu istihbaratları nereden aldınız diye soruyorlardı, iyi bir istihbarat kaynağımız vardı. Gazete olarak her türlü bilgi bize ulaşıyor, değerlendiriliyordu, bunların içinde elbette ki askeri stratejileri bilen insanlar da askeri bilgileri getiriyorlardı. Asayiş ve emniyet bilgileri de keza öyle.

Peki, hangi kuruluşa ait bir dergiydi?

Bağımsız bir dergiydi. Aktüel ve Tempo nasıl bir yayın kuruluşuna bağlıysa bu da TGS grubuna bağlıydı. Yayın gruplarının sahibi Turgut Büyükdağ, benden magazin, spor, sosyete ve haber dergisi hazırlamamı istedi. İlk önce Strateji dergisini hazırladık ve bir anda ‘bumm’ diye patladı. Çünkü doğru haberleri ve ilginç dosyaları yakaladık. Bugün de tarikatlardaki sapkınlıklar yakalanmıyor mu?

TESETTÜR BEZ PARÇASI GİBİ GÖSTERİLEMEZ

Türban meselesine nasıl bakıyorsunuz?

Tesettüre asla karşı değilim. Siyasi olarak malzeme edilmesine, rant için dini duyguların sömürülmesine karşıyım. Marjinal ve Kemalist düşüncelere sahip, tarikat pisliklerini ortaya çıkarmış biriyim. Hümanist davranmak zorundayım. Kimliğimden dolayı hayatla farklı mücadeleler içindeyim. Kimsenin bana karışma hakkı olmadığı gibi benim de insanların tesettür özgürlüğüne karışma hakkım yok. Tesettür bir bez parçası gibi gösterilemez, bir hayat anlayışıdır. En önemlisi insanla Tanrı arasındaki vicdan muhasebesidir.

ERGENEKON’U ONAYLIYORUM

Ergenekon soruşturmasını onaylıyor musunuz?

Onaylıyorum. Ben darbeye karşıyım, yaşam özgürlüğüne değil. Ergenekon davasını soruşturan savcıyı da takdir ediyorum. Büyük bir cesaret. Altından kimlerin çıkacağı belli olmayan bir durumun üzerine gitti, küçücük bir fenerle kara bir tünele girdi. Susurluk’ta da aynı Ergenekon gibi kolluk kuvveti, sermaye, bürokrasi ve kabadayı sistemi, ‘mafya demiyorum’, iç içe girmişti. Aradan 12 yıl geçtikten sonra Ergenekon süreci başladı. Asala ile savaşmak için devlet tarafından yönlendirilmiş Abdullah Çatlı’ya bakalım. Türkiye Cumhuriyeti’ne sıkılan şerefsiz Asala kurşunlarının hesap soranı olmuşlar ve devletin kolluk kuvvetinin beceremediğini onlar becermiştir. Abdullah Çatlı’lar takdire şayan bir görev yapmışlardır.

ÇATLI’YI AYAKTA ALKIŞLIYORUM

Abdullah Çatlı size göre bir kahraman yani…

Kesinlikle, devletime karşı olanları yok ettiği için Çatlı’yı kahraman olarak ayakta alkışlıyorum. Devletin onlara sahip çıkması gerekiyordu. Bunları işadamı olarak hayat mücadelesinin içine sokmayın da küçük müteşebbisler olarak veya devletin farklı kademelerinde görev vererek o insanları elinizde tutun. Ama devlet ne yapıyor? Kullanıyor, kullandıktan sonra da atıyor, insanlar da hayat mücadelesine başlıyor ve o mücadele içinde bakıyor ki karşılaştığı her insan rant için yaşıyor. O zaman da Abdullah Çatlı gibi insanlar otomatik olarak kirleniyor, bu da devletin ayıbıdır. Ben Susurluk’u değil geçmişi onaylıyorum. Okey? Daha sonra mecburen kirlenmek zorunda bırakıldılar. Ergenekon da Susurluk gibi bir olay benim nezrimde. Ergenekon dış mihraklara karşı laik Türkiye Cumhuriyeti’nin, Kemalist düşüncenin, çağdaş bir yapılanma altındaki vatansever topluluğun harekâtıydı. Ama Ergenekon’daki makam ve hiyerarşi, insanların egolarına gitgide farklı duygular vermeye başladı. Ve pirincin içindeki taşlar çıkmaya başladı aynı Susurluk’taki gibi. Ergenekon bir destandır, bu destanın içinde 3-5 kişiden bazısı ekonomik, bazısı makam için terörizmin tetiklenmesine sebep olup bir anda yok oldular.
Alnınızdaki yıldızın bir anlamı var mı?Eskiden çok güzel olduğumu düşünüyordum ve ay parçası gibi derlerdi bana. Ben de alnıma yıldız koyayım dedim.

Polis okulundan atılma sürecinizden söz etsek…

O zamanki Türkiye’nin düşünce yapısı bambaşka yerdeydi. Belki şimdi bile içlerine bir transseksüeli kabul etmek istemeyebilirler. ABD’de ve Avrupa’da gay polis çok ama Türkiye buna hazır değil ve ben bunu anlayışla karşılıyorum. Bu benim cinsel seçimimdi. Polis olmayı çok isterdim ve çok da başarılı olabilirdim. Örf ve ananelerimizle ilgili bir durum ve yavaş yavaş modernleşebiliyoruz. Bu biraz da hoşuma gidiyor, çuvaldızı kendine batır derler ya. Bu kuşakta da sindiremezler ama önümüzdeki kuşakta böyle şeyler çok normal olacak.

Bir bedende iki ruh

Cinsel tercihinizi değiştirme sürecinizi anlatır mısınız?

Bu durumu hiç afişe etmeyip öyle de yaşayabilirdiniz…Bedenimi kostüm gibi görüyorum. Mesela kıyafetim bir parça uzun gelirse eteğini kesebilirim, saçımı beğenmeyebilirim. Bedenimle değil de ruhumla hareket ettiğim için gizli saklı bir şey yapamazdım. Topluma karşı saklayacaklarım olmamalı, uyuşturucu satıcılığı yapmıyorum ki, ruhumun ve düşüncelerimin doğrultusunda bedenimi şekillendirmiş bir biçimde yaşıyorum. Yalnızca Allah ile benim aramda olduğunu düşünüyorum. Erkek gibi düşünür, kadın gibi hissederim. Kadın olmak için herhangi bir mimik yapmadım ve sesimi değiştirmedim. Çünkü ben kadınım diyorsam kadınımdır. Siz erkeğim diyorsanız erkeksinizdir. İnsanlar cinsel tercihlerini kendileri yapar. Kadın olunmaz, kadın doğulur. Bıyıklı olup ruhu tamamen kadın olan biri olabilir. Toplumda yer bulabilmek için bıyığı vardır ama ruhu tamamen kadın gibidir. Kadınla erkeğin arasındaki ayrım kadının âdet görmesi ve doğurgan olmasıdır. Kısır bir kadın, kadın değil midir? Tekamülüm içinde bunu yaşamam gerektiğini biliyorum ve ben bu boyutla kordon bağımı kestiğimi düşünüyorum. Bir daha bu yaşantıya geldiğimde bu kimliğimle gelmek isterdim. Erkekle konuşurken onun neler düşündüğünü biliyorum, kadınla konuştuğumda onun ne hissettiğini biliyorum. Yani ben bir bedende iki ruhum.

Kadınlara karşı erkek gibi hissettiğiniz oluyor mu?

Düşünce olarak beynimin operasyonu yok.

Yani?

Erkek gibi düşünürüm derken beynin estetiği olmadığı için erkek gibi düşünüyorum. Kadın olmak için beyin estetiği olunmuyor.

16 YAŞINDA AMELİYAT OLDUM

Peki, erkek kimliğindeyken kadınlarla ilişkiniz olmuş muydu?

Olmadı, ben zaten 16 yaşında ameliyat oldum. Cinsiyeti çok ciddiye almıyorum ve insanların bedenindeki 280 gramlık enerjinin önemli olduğunu düşünüyorum.

Acaba kadınlarla ilişki kurmuş olsaydınız farklı olur muydu?

Yok canım, bu ruhla alakalı bir şey. Cinsel tercihimi yaptıktan sonra kadınlarla lezbiyen ilişki yaşadım ve birlikte olduğum kadın da aktifti. Bedenimle barışık biriyim ve bir kadınla birlikte olmayı merak ettim.

Aileniz nasıl tepki gösterdi?

16 yaşımdaydım, tatile diye Londra'ya gittim ve ameliyat olup geldim. Anneme söylediğimde “yıkıldım” dedi, ben de “vay be, anne ben de ne önemli bir şey varmış ki senin hayatın söndü” dedim. Rahmetli babam konsolosluktan ayrılmaydı, çok eğitimli ve şeker biriydi. Çok olumlu karşıladı ve “oğlum derken şimdi kızım diye seveceğim seni, sen benim yavrumsun” dedi.

Başka kardeşleriniz var mı?

İki ablam var, biz üç kızız.

Küçükken ablalarınızın kıyafetlerini giyip makyaj malzemelerini kullanır mıydınız?

Yok canım öyle şeyler. Ben ani kararlar veririm. Zaten hiç erkek gibi giyinmedim ki. Çok zeki, cin gibi bir şeydim ve 13 yaşında hormon iğneleri olmaya başlamıştım.

Psikolojik destek aldınız mı?

Hiç ihtiyacım olmadı ki. Psikiyatrları kendim tedavi edecek kadar zekiyim.

Peki, beden değişiyor da ruha ne oluyor?

Ruhumla hareket ettiğim için doğduğumdan beri kadındım yani kızdım. Yalnızca insanın kulak memesinin biraz uzun olması gibi bir şey.

Bülent Ersoy transseksüelliğini saklıyor

Hem erkekliği hem de kadınlığı yaşamış biri olarak ilişkileri sürdürebilmek için ne önerirsiniz?

Konu eğer cinsellikse bir erkeğin bir kadına ihanet etmeyeceğini asla düşünmem. Erkekle kadının arasında 200 yıl sonra hiçbir fark kalmayacak. Yalnızca kadın doğurmayacak o zaman, bazı erkekler doğum yapmak isteyecek. O açıdan da arada hiç fark kalmayacak. Yani insanlar 'android' gibi yaşayacaklar. Seks bile boyut değiştirecek, onun için kadın erkek ilişkilerinde insanlar geleceğe yönelik davranıp hareket ederlerse yani bir nevi tiyatro yaparlarsa o ilişki sürer. Ama hiç oynamadan salt yalın hareket edildiğinde 6 ay sonra o ilişkinin canlılığı biter. Her ikisi de görevlerini kadın ve erkek rolleri gibi değil partnerine âşık olan çift gibi yaşamalılar.Her an yeni tanımış gibi, heyecan duyarak ama vıcık vıcık olmamalı.

Bir ilişkiniz var mı?

6 yıldır bir gazeteci ile birlikteyim ve ilişkim mükemmel gidiyor. Çok âşığız birbirimize sevgili ve karı-koca olmaktan öte çok iyi arkadaş olmayı seçtik. O benim yaşam partnerim.

Bülent Ersoy ile aranız nasıldır?

Ne yaşam stilini ne yaptıklarını ne görüşünü tasvip ettim. Çünkü ikimizin kulvarları farklı, ben hep işkadını ve lider olmak istedim. Bir misyon üstlenmek istedim ve bunu da başardım. Bülent Ersoy kadını oynuyor, ben oynamıyorum, kadın olduğumu kabul ettirmek istiyorum. Zeki Müren, homoseksüelliğini saklıyordu. Bülent Ersoy da transseksüelliğini saklıyor.

Bülent Bey denildiğinde çok tepki gösteriyor…

Bana hiç kimse beyefendi demiyor. Niye? Çünkü insanlar benim cinsel kimliğimi ve geçmişimde erkek olduğumu düşünmüyorlar ki, çünkü ben kamuoyunun önüne erkek olarak çıkmadım.
Çocuk sahibi olmayı düşündünüz mü?Zaman zaman düşünüyorum ama doğurmanın çok önemli olmadığına inanıyorum. Her doğurgan kadın anne olamaz, her erkeklik uzvu taşıyan da delikanlı olamaz. Manevi çocuklarımla ilgileniyorum. Erkek organı taşımıyorum ama birçok delikanlıdan daha yürekli olduğumu düşünüyorum.

Aslında ben çok kindarım

Bir zamanlar size kötü davranan bir emniyet görevlisini kendinize âşık edip afişe etmişsiniz, kinci misinizdir?

Çoook. Her şeyin intikamını alırım ve onun ateşiyle yanmak istemem. Bir dahaki tekamülümde onunla hesaplaşmak istemem. Kafamda bitirmem lazım. İyi görünmek için kinci değilim derler ya, hayır efendim ben çok kinciyim. İçimdeki intikam ateşini söndürmezsem rahat edemem bir kere söndürdüm mü sonra da dost olurum.

Anneniz ilkokul öğretmenliğinden sonra dansözlük yapmış galiba…

Ayol olur mu öyle şey? Trakya'da 'Damat Oyunu' diye meşhur bir oyun vardır, annem onu dahi oynamayı bilmez. Engin Ardıç'ın yaptığı bir şey. Çok da aldırmıyorum bir dansözün kızı da olabilirdim. Olmayan bir şeyi niye söylüyorsunuz?

Şimdi kendinizi nasıl buluyorsunuz?

Yaşıma göre bakımlı ve güzelim. Farklı şeyleri göğüslediğim için güzelliğim ikinci planda. Düşüncelerimin, başarılarımın ve hayata bakışımın güzelliğine inandım. Her demde güzel olacağım, cami yıkılsa da mihrap yerinde kalacak diye düşünüyorum.

Seyhan Soylu Söyleşisi

Ergenekon soruşturmasının 8. dalgası kapsamında tiyatro oyuncusu Nurseli İdiz’le beraber gözaltına alınan menajer ve organizatör, Sisi lakaplı Seyhan Soylu ile gözaltı sürecinde neler olup bittiğini konuştuk.

İlk alındığınız günü anlatır mısınız?

O gün, ofisimde proje hazırlıyordum; sabahın altı buçuğunda kapı çaldı ve Emniyet mensupları geldi. Ellerinde kamerayla içeri giren 40-50 polisi karşımda görünce afalladım birden ama Emniyet Teşkilatı acayip bir şekilde çıtasını yükseltmiş.

Sizi götürürken açıklamada bulunuldu mu?

Devlete karşı bölücü terör örgütü içinde yer almaktan soruşturma yapıldı. Ana detayı, Cumhuriyet Kadınları Projesi’nin Cumhuriyet Mitingleri gibi olup olmadığıyla ilgiliydi. Kasetlerimize bakıp incelediler, projemize bakıldı ve ardından savcılığa intikal ettirildik. EVET ERGENEKON’UM

Savcı ile aranızdaki diyalog nasıldı?

Savcı Bey’e karşı inanılmaz önyargılıydım. Bir taraftan cesaretinden dolayı takdir ediyordum bir taraftan da mevcut hükümetle ilgili karar veren biri mi diye şüphelerim vardı. Ergenekon soruşturması aslında sola, Milliyetçi Hareket Partisi veya vatanseverlere karşı değil, sağından soluna her kesimden insanın yer aldığı bir iddianame. Ergenekon anayasasıyla ilgili sorular sorulunca asla Ergenekon yasalarını kabul etmediğimi, mevcut Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasası’ndan başka da herhangi bir anayasa tanımayacağımı söyledim. ‘Böyle bir örgüt içinde yer alıp almadığım sorulunca hicap duyarım, devlete karşı yapılacak darbe zihniyeti taşıyan insanların yanında da asla olmayı düşünmem’ dedim. Ama bana Ergenekon musunuz diye sorarsanız evet, ben Ergenekon’um, çünkü Ergenekon ikiye ayrılır birincisi teşekküllü suç örgütü diğeri ise Ergenekon Destanı. O destanın içinde yer almak keşke her Türk’e nasip olsa diye açıklamada bulundum.

Başka neler soruldu?

Ergenekon davasının içinde kimleri tanıdığım, özellikle haham Tuncay Güney soruldu çünkü daha önceki ifadesinde benimle ilgili bir şeyler söylemiş. Tuncay’ı tanıdığımı, üç-dört kez görüştüğümü söyledim çünkü Strateji dergisini değil, o grubu kuran ve onları işe alan kişiyim. Tuncay, zaten herkesle bağlantılı olan biri, onu tanıdığım için içeri alındığımı sanmıyorum. Zaten herkesin tanıdığı hanımefendi bir yazarın (Nazlı Ilıcak) çocuğuyla en samimi arkadaş ve Amerika’da aynı evi bile paylaşmışlar.

Bu projeyi niye yaptığınızı sormadılar mı?

Mevcut hükümetle muhalefetin birbirini yemesinden, koltuk kavgalarından usandığımızı, birlik ve beraberlik zamanının geldiğini düşündüğümüzü, artık Türkiye’yi çağdaş bir ülke statüsüne getirmek için elbirliği yapmamız gerektiğini söyledim. Bu projenin arkasında kimin olduğu, belli partilere mi yapılacağı sorulunca ‘AKP’den değil Saadet Partisi’nden bile böyle bir teklif gelse biz bunlara açığız, her kesime sergileriz çünkü bu gösterinin amacı tüm kadınların birlik ve beraberliğini sağlamaktır’ dedim. Sonuç olarak bu projeyi 86 bin 700 şehit kadınımızı anmak ve Cumhuriyet tarihindeki öncü kadınlara şapka çıkarmak adına yaptığımızı söyledim.

Daha önce yaptığınız röportajlarda verdiğiniz bilgilerle ilgili sorular soruldu mu?

Nuriye Akman ile yaptığım röportajdaki hangi bilgilerin doğru olduğu soruldu, bu konuya da açıklık getirdim. Savcılık, ‘AKŞAM Gazetesi’nde röportaj yapmışsınız, nereden biliyordunuz alınacağınızı?’ dedi. Ben de ‘müneccim yemeği yemeye gerek yok, Deniz Feneri’ne destekçi olan medya grubu hakkımızda aylardır feryat figan edip kıyameti koparıyordu dolayısıyla bize de sıranın geleceğini biliyorduk. Bundan korkmuyorduk, hazırdık ve bekliyorduk çünkü savcılık da medyada çıkan bu haberleri dikkate alıp tarafsız bir şekilde bu konuyu değerlendirmek zorundaydı’ dedim. ‘Üç gün önce övdüğün savcı, şimdi seni yargılayacak, ne düşünüyorsun?’ dediler. ‘Valla gözümüzün yaşına bakmayacak ve içeri tıkacak diye düşündüm’ dedim.

Gözaltı sürecinde size nasıl davranıldı?

Mükemmel! Emniyet görevlileri de savcılık da inanılmaz derecede çok iyi davrandı. Bulunduğumuz yerde yataklar ve battaniyeler vardı. Yiyecek ve içecekler verildi. Hakarete uğramadık. Çok insancıl çerçevelerde sorular yöneltildi. İstersek susma hakkımızın olduğu ve konuşmak zorunda olmadığımız söylendi. Sormadığınız soruları bile sorun hepsini cevaplarım dedim. ‘Bunların içinde, içine sindiremediğin bir şeyler var mı’ diye sorulunca Doğu Perinçek ile aynı çerçeve içinde sunulmaktan hicap duyduğumu çünkü Abdullah Öcalan ile görüşmesini kınadığımı söyledim.

Sorgu ne kadar sürdü?

12 saat sürdü.

Tedirginlik yaşadınız mı?

Herhalde bir şeylerin içersindeyim diye düşündüm ama iddia edilen örgüt içinde herhangi bir faaliyette bulunmadığımı bildiğim için içim çok rahattı. Emniyete giderken önyargılarım vardı, acaba dayak ya da işkenceye maruz kalır mıyım diye tedirgindim. Savcıya çıkmadan önce de çok tedirgindim, yanlı düşünüp ‘hadi bakalım içeri’ derse acaba buradan cesedim mi çıkar diye düşünmedim değil. İ Bu olanlar siz de bir travma yarattı mı?Herhangi bir kötü davranışa maruz kalmadık ama halen kendime gelemedim, toparlanamadım. Bazen ne dediğimi bilmiyorum, bugün gidip kanımı tahlil ettirmeyi düşünüyorum. Sanki bir şey içmişim de başım dönüyor gibi, başımı kaldıramıyorum ve sağlıklı hareket ettiremiyorum. Sanki bir travma geçiriyorum, bunu sorgu sırasında bizimle olan arkadaşlara da sordum. Öyle bir şey oldu ki içimden her şeyi anlatmak geldi, her şeyi anlatıp bir çırpıda bitsin istedim. Ne olduğunu anlamadık ama iyi bir şeyler yaptıklarını umuyorum. Kelimeleri filan toparlayamıyorum. Yatınca uyuyamıyorum, kalkınca da uykum var.

SEKS KASETLERİ DEDİLER AMA...

Elinizde şantaj yapmak için seks kasetleri bulundurduğunuz da söylendi…

Seks kaseti diye bahsedilen iddianın içinde ne olduğu çıkınca, bizim bu tür haberlerimizi yapan medya morardı. Utançlarından tahliye haberimizi bile veremediler. Herhalde kendi sapkın duygularını kaleme almaya bayılıyorlar. Çünkü bu kişilerin kapalı kapıların ardında ne yaptıkları belli değil ki! Biliyorsunuz ki ‘seks shop’ların en fazla satış yaptığı yer Konya’dır. Kendi aralarındaki fantezilerini benim üzerimden gerçekleştirmek istediler ama istedikleri primi göremeyip tersine zarar gördüler. İddia edilen seks kasetleri Cumhuriyet Kadınları’nda yer alan Osmanlı Sultanları, Kurtuluş Savaşı’nda şehit olan kadınların görüntüleri ve kamuoyunda birçok filmde yer almış arşivden ibaretti. İ Sizce Ergenekon’un amacı derin devlet ilişkilerini ortaya çıkarmak mı, yoksa bir iktidar savaşının göstergesi mi?Bunun iktidar ile muhalefet arasındaki savaş olduğunu düşünüyorum. 3-5 tane paşayla 20 tane bürokrat, Ortadoğu’nun en çok söz sahibi olan ülkesinde darbe yapabilir mi?

SAVCI TARAFSIZ

Ergenekon’un hükümetin gündemi değiştirmek istemesiyle ilgili olabileceğini düşünüyor musunuz?

Asla Savcı Bey’in yanlı düşündüğü kanaatinde değilim ve tarafsız olduğunu gördüm. Deniz Feneri’ni destekleyen ve bu olayla ilgili dosyanın kapanmasını ve o sürecin silinmesini isteyen kişiler (karşı taarruza geçmiş medyayı kastediyorum) karşı tarafta bir açık arıyorlar ki savcılığın normal soruşturmasını büyütüp kamuoyunda farklı bir gündem yaratmaya çalışıyorlar. Bu çatlağın adalet mekanizmasında değil, mevcut iktidarı destekleyip kendilerini aklamak isteyen medyada olduğunu düşünüyorum. Bunları son çırpınışlar olarak görüyorum. İktidarla muhalefet arasındaki çekişmeden nemalanmak isteyen medya gruplarının oyunu bunlar.

Deniz Feneri davasıyla ilgili ne söylemek istersiniz?

Deniz Feneri’nin ışığının artık söndüğünü düşünüyorum. Soruşturma sonrası sembolik de olsa Kızılay’a, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ve Polis Vakfı’na bağış yaptıktan sonra televizyonda röportaj yaptım, epey para toplanmış. Bu da onlara bir mesajımdır. Onları takip edenlere, Sayın Başbakanımız gibi “gazeteleri almayın” demiyorum, aleyhimde yazan gazeteleri bile insanların okumalarını istiyorum, okusunlar ama okuduklarına inanmasınlar. İ Bundan sonra ne yapmayı düşünüyorsunuz?Cumhuriyet Kadınları Projesi’ni daha da büyütmek istiyoruz. Bununla ilgili en çok da AKP’li, Saadet Parti’li veya bize karşı olan yerlerde gösterimizi yapmak istiyoruz ki biraz daha kendimizi ifade edebilelim. Çünkü biz yaptığımız gösteriyle çok mücadele ettik, çok para harcadık ve bu gösterinin amacına ulaşabilmesi için çok insana gösterilmesi lazım. Öncü kadınlarımızı tanıtmak ve kadınlarımızı daha bilinçli hale getirmek istiyoruz.

NURSELİ’Yİ ÖN MÜLAKATA BİLE ALMADILAR

Nurseli İdiz ile ayrı nezarette mi kaldınız?

Karşılıklı nezarethanelerde kaldık.

Nurseli İdiz’e neler sorulmuş?

O, beni niye ifadeye almıyorsunuz diye kavga etti. Nurseli’yi ön mülakata bile almadılar.

Peki, niye içeri alındı, soruşturmadan geçmedi mi?

En son, savcılığa çıkacağımız zaman ifade verdi. O da Cumhuriyet Kadınları Projesi’nde acaba bölücülükle mi ilgili bir şeyler yapıyor diye alındı. Ama Cumhuriyet Kadınları Projesi’nin kasetlerini izleyip elimizi sıkıp çok beğendiklerini ifade ettiler.

Hülya Avşar’ın Nurseli İdiz’i desteklemesi ve sanatçı ayrıcalığından söz etmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu düşünceye katılmıyorum. Nurseli İdiz, şu an can yoldaşı olduğum bir arkadaşım ama toplumdaki sanatçıya da Cumhurbaşkanı’na da sıradan bir memura ya da işçiye de eşit davranılmalı. Demokrasinin ana görevi bu değil midir? Savcılık makamları da Emniyet Teşkilatı da herkese eşit davranmak zorundadır.

28 ŞUBAT’I ORGANİZE ETMEDİM

Cumhuriyet Kadınları Projesi’yle yeni bir 28 Şubat süreci yaratmak istediğiniz söyleniyor…

86 bin 700 şehidi yattıkları mezardan kaldırıp onlarla ihtilal yapacağım! Olacak iş mi? Yani o tarihte de Müslüm Gündüz’ü, Ali Kalkancı’yı ben mi ayarladım? Bu adamlara inanan binlerce mürit vardı, bunların her birine ayda 500 lira verseniz 50 milyon YTL lazım. Saçma olduğu o kadar belli ki! İlkokul mezunu, limon satan, Kuran okumayı bilmeyen adamın, 10 bin tane müridi olmasını o tarihlerde içlerine sindiriyorlardı, şimdi mi saçma buluyorlar? Mesela Kanal 7’ye eskiden kadın konuk dahi almazlardı şimdi ana haber bültenlerini başı açık bir kadın sunuyor. Onlar da vizyon değiştirdi. Belki içlerindeki cerahati akıtıyorlar ve başkalarına mal etmek istiyorlar onları da. Ben 28 Şubat’ı değil, olsam olsam Cumhuriyet Kadınları Projesi’ni organize eden bir organizatör olurum. Komplo teorilerinden de bıktım, usandım. Bunların ‘Allah bir’ dediğinin haricindeki hiçbir şeyine inanmam. Bunlar, şu anki hükümetin arkasında ‘şak şak’ yaparak, ondan nemalanmak isteyenler grubudur.