Oyuncu olarak ilk kez Ekmek Teknesi dizisiyle karşımıza çıkan Hasan Kaçan yeni sezonda ‘Fesupanallah’ adlı dizinin hem senaryosunu yazıyor hem de Pamuk Hüseyin adında sevimli bir komiseri canlandırıyor. Bakalım bu yeni karakteriyle Heredot Cevdet gibi gönüllere taht kuracak mı?
Yeni dizinizden söz eder misiniz?
Fesuphanallah, matrak bir mahalle dizisi. Belki de duygusal komedi diyebileceğimiz bir kategoriye giriyor. Garibanlıktan yırtmaya çalışan iki adamın hikayesini anlatıyoruz. Biri Gülüm Arif (Cem Davran) diğeri Doktor Tırtıl Nemci (Kadir Çöpdemir). Bunlar garibanlıktan yırtmaya çalışırken kendilerine hedef olarak çok zengin bir kadını seçiyorlar. Killing Timur (Erdal Tosun) ve çetesi var bir de. Dolayısıyla kadının servetinin peşinde bir taraftan bunlar da var. Bu arada hiç ummadıkları bir şey olur her gün gördükleri Jaguar Yasemin karakteri de büyük bir sürpriz arz edecek şekilde ortaya çıkar, bu rolü de Özlem Tekin oynayacak. Ayrıca, benim oynadığım Pamuk Hüseyin adında başarılı bir komiser var. Bu komiser, Killing Timur ve çetesinin peşindedir yıllardır. Birdenbire bizimkiler bu üç cereyanın ortasında kalır ve işler çetrefilli bir hal alır. Pamuk Hüseyin bizimkilerin oturduğu evin üst katına taşınınca işler arap saçına döner. Kötü adamlar ve kaçma kovalama olan hem heyecanlı hem matrak bir hikaye. Projeyi ben şekillendirdim. Senaryo grubunda Behiç Pek, Ozan Aksungur, Ali Demirel var. Ayrıca Raci Şaşmaz, Bahadır Özdener ve Cüneyt Aysan. Son olarak birlikte cila atıyoruz senaryoya. Ortaya kahkahası bol matrak bir hikaye çıkıyor. Dizide Ayşen Gruda, Ahmet Yenilmez, Şebnem Özinal, Şafak Sezer gibi oyuncular da bulunuyor.
İlk olarak ekmek Teknesiyle oyuncu oldunuz, sanırım tesadüf eseri çıkmıştı. Geçmişte oyunculuk hayali var mıydı?
Çocukken vardı belki ama aklımın ucundan geçen bir şey değildi. Ama hayat tesadüflerle dolu, demek nasipte varmış.
Oyunculuk eğitimi alıyor musunuz?
Sahnelerde çok sıkıştığım zaman cast sorumlumuz oyuncu Erdem Ergüney’le çalışıyorum. Öteki işlerle uğraşmaktan oyunculuk dersine zaman yok. Şahane bir oyuncuyum ya da büyük bir oyuncu olacağım diye iddiam yok. Kendimiz yazıp kendimiz çizdiğimiz için de işlenen karakterlerin nasıl olduğunu, nerede ne tepki vereceğini biliyoruz bu büyük bir avantaj zaten.
Oyunculuk ve senaristlik dışında bir şey var mı karikatür ne oldu?
Zaman zaman çiziyorum. Pana filmin internet sitesinde çiziyorum, profesyonel anlamda değil de bir zevk olarak sürdürüyorum.
Diziye karikatür karelerinden görüntüler koymayı düşündünüz mü?
Pek inandırıcı ve etkili olmuyor. Mesela Latif Demircinin çizgilerini çok kullandılar dizilerde. Böyle bir şeyin pazarı yok ve çok masraflı bir iş. Çizgi film Türkiye’de çok tercih edilen bir şey olur ancak o zaman kalemi yeniden profesyonel anlamda elimize alırız.
Sizin takipçisi olduğunuz bir dizi var mı?
Şu anda yok ama geçmişte Bir Demet Tiyatro’nun çok ciddi takipçisiydim. Atilla Atalay’ın yazdığı ‘Sıdıka’yı, ‘İkinci Bahar’ı çok seviyordum. Şimdi Kurtlar Vadisi’ni çok beğeniyorum. Sinema filmi olarak gerçekten ‘Son Osmanlı Yandım Ali’yi beğenerek izledim. Son döneme ait bir isim veremeyeceğim, benim eve gittiğim saatlerde çok eski diziler oynuyor. 24 ve Lost dizisinin DVDlerini alıp izliyorum. Yeni başlayan dizilerin ilk bölümlerine bakıyorum neler yapılmış diye ama yoğun çalışmaktan sürekli izleyemiyorum.
Sizi kimler güldürür?
Herkesin güldüğüne biz de gülüyoruz. Cem Yılmaz’ın yaptığı her espriye, Behiç Pek’in yazmış olduğu her satıra kahkahalarla gülerim. Ata Demirer’in oyunculuğunu da beğeniyorum ona da çok gülerim. Kadir Çöpdemir keza öyle.
İlkokulda ders çalışmayıp sürekli bir şeyler mi çizerdiniz? Nasıl başladı çizme serüveni?
Okuldayken hem çalışkandım hem de karikatür çiziyordum. Daha doğrusu yaptıklarımın karikatür olduğunu bilmiyordum. Daha sonra çizdiklerimi toplayıp Malkoçoğlu’nu çizen Ayhan Başoğlu’na götürdüm. O da yaptıklarıma bakıp “Evladım bunlar karikatüre benziyor, sen bunları Oğuz Aral’a götür” dedi. O zamanlar biraz gözüm karaymış demek Oğuz Aral’ın kapısını çalıp “Ben bunları yapıyorum” dedim. Sağ olsun Oğuz Aral ilgilendi benimle. O günden sonra bir ucundan yakıp diğer ucuna kadar yandı geldi.
Önceleri isminizle tanınıyorken artık cisminizle de tanınıyorsunuz. Ünlü olmak nasıl bir duygu sizin için?
Karikatürist olarak tanındığımda çocuk yaşlarda olduğum için çok farkına varamıyordum. Akademide okurken rektörün odasında çizdiğim karikatür asılıydı. Rektör, Hasan Kaçan’ın ben olduğunu bilmiyordu ve öğrenince çok şaşırmıştı çünkü beni yaşlı biri sanıyormuş. Suratımız tanınmadığı için böyle enteresan durumlar oluyordu. Sonra yüzüm de tanınmaya başladı. Bunun tatlı tarafları da var zor tarafları da. İnsanlar tarafından sevilmek güzel. Bir hayran olunanlar bir de sevilenler kategorisi var. Ben sevilenler kategorisinde olduğumu düşünüyorum. Çünkü hayran olunacak bir görüntümüz yok, saçımız başımız ağarmış neticede Pamuk Hüseyin rolünü oynayan bir adam olmuşuz.
Siyasete girmeyi düşündünüz mü ya da size böyle bir teklif geldi mi?
Siyasete girmeyi düşünmedim. Tam tersine komple çıkmayı düşünüyorum. (Kahkahalar)
Dizinizin adı “Fesup(h)anallah” burada bir kelime oyunu var mı?
Var. Çünkü bu Erkin Koray’ın ‘arkası gelmez dertlerimin bıktım illallah’ şarkısının son kelimesidir. Bizim hikayemizdeki kahramanlarımız ‘arkası gelmez dertlerimin bıktım illallah’ bize de bir gün kader güler güler inşallah’ diyor çünkü kahramanlarımız yırtmaya çalışıyor bu hayatta. ‘Böyle gelmiş böyle gidecek korkarım vallah’ diyor. Sonra ‘böyle gelmiş böyle gitmez’ diyerek bu hayattan yırtmak istiyorlar en sonunda ise ‘yok mu çaresi dostlar ‘fesuphanallah’ dedikleri anda da maceramız başlamış oluyor.
Aslında benim demek istediğim kelimenin içindeki Pana ve Allah ayrıntısıydı. Ya da paranoyasıydı desem…
Fesupanallaaahh…Bir zamanlar da Camel sigarasını tersine çevirirsen bilmem ne görürsün gibi bir şey vardı, bu da ona benzedi. Böyle bir şey düşünmek için biraz rahatsız olmak lazım değil mi sence?
Bilmiyorummm…
Şaka bir yana “Dur ben bir isim bulayım, içinde Pana da olsun Allah da olsun” diye düşünecek kadar manyak bir adam imajı mı çiziyorum sence? Ablacım, bu sadece bir şarkı. (Kahkahalar) Kafaya çok takarsan her şeyden bir mana çıkarırsın. Aslında Pana’yı da tersten okursan Anap oluyor, hadi gel çık işin içinden. Böyle düşününce iyice kafayı yer insan değil mi? (Kahkalar…)
“Siz de bunu anı olarak anlatırsınız ‘Gazeteciyim diye biri geldi, bana bunları sordu meğer kendi paranoyakmış’ dersiniz. Kahkahalar…
Neyse gerçeğe dönelim. Bir söyleşinizde Dolapdere’de oturduğum için solcu oldum demişsiniz?
İnsan kendisi seçmiyor bunu. Gençlik dönemindeki görüşler oturduğu semte göre şekilleniyor demiştim. Eğer oturduğum mahalle sağcı bir mahalle olsaydı arkadaşlarım ve görüşlerim ona göre şekillenecekti. Benim oturduğum mahalle futboldan hoşlanan insanlarla dolu olsaydı ben de futboldan hoşlanan biri olacaktım ki öyleydi. Yetişme çağında birisi çevresinden etkilenir. Kavgacı insanlar varsa kavgacı olursun neşeli insanlar varsa neşeli olursun. Üzüm üzüme baka baka kararır, bu işin tabiatı. Küçük bir çocuğun bir sürü sosyolojik kitaplar filan okuyup inceleyip bir görüş sahibi olması mümkün mü? Herkes çevresiyle birlikte şekilleniyor. Hadise bu…
Medya ahlakı üzerine ne söylemek istersiniz?
Hiçbir şey söyleyemem. Ben bidon kafalı bir adamım, anlamam böyle işlerden. (Kahkahalar… )
Başınıza medyadan hoş olmayan sürprizler gelmiş sanırım…
Bu şahsi bir şey değil. Ne olacak ki? Ben de gazetecilik yaptım, çocukluğum dan beri medyanın içindeyim. Şunu da biliyorum ki, yazıyı yazan o yazıyı en ilginç şekilde insanlara ulaştırmak ister. En çarpıcı başlığı atmak ister. O sırada önemli olan röportaj yapılan kişi değil röportajın ta kendisidir. O maldır. O malı en iyi şekilde parlatmak zorundasındır. Konuştuğun adam da gümbürtüye gidiyorsa da gitsin yani. Mesela bu söyleşide olduğu gibi. ( Kahkahalar.)
Yaaa…
İşin şekli bu. Belki şimdi değişmiştir ben yokken. Benim zamanımda öyleydi. Değişmedi mi?
Siz de öyle mi yazıyordunuz?
Yoo, ben çiziyordum sadece.
Yeni Şafak’ta yazıyordunuz?
Yeni Şafak’ta yazdığım yazılar matrak yazılardı. Gündelik hadiseleri matrak bir şekilde yazıyordum. Sonra tamamen yazıyı bırakıp sadece karikatür çizdim. Sen de ahret soruları sordun be ablacım.
Ahret demişken aklıma geldi… “Herkes bir gün ölümü tadacaktır” deniyor. Ölüm hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bilmem ki henüz tatmadım… Belki de adamına göre tatlı veya tuzlu oluyordur. Ölmedim ki daha önce. Sen öldün mü? (Kahkahalar)
2 Eylül 2007 Pazar
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder