Doğu Avrupa'nın en önemli film festivallerinden biri olan Saraybosna Film Festivali'ne bu yıl Türk Sineması damgasını vurdu. 17-25 Ağustos tarihleri arasında gerçekleştirilen festivalde, ‘Saraybosna'nın Kalbi’ adlı büyük ödül, Özer Kızıltan'ın ödüle doymayan filmi ‘Takva’ya verildi.
Bol ödüllü bir film Takva. Hemen her katıldığı festivalden bir ödülle dönüyor. Hal böyle olunca biz de bu çok ödüllü filmin yönetmeni Özer Kızıltan ile bir söyleşi yaptık.
Takva filminin hikayesi nasıl oluştu?
Yaklaşık beş yıl önce bir televizyon kanalına beş tane film yapmak istedik. Anlaşır gibi olduk ama sonra olmadı. Takva düşündüğümüz beş hikayeden biriydi. Senaryonun yazılması, prodüksiyonu ve paranın denkleştirilmesiyle 2005 yılının sonu buldu. Önceden ortaya çıkmış bir projeydi.
Senarist Önder Çakar “Babamı anlamak için yazdım” demiş. Sanki hikaye babayı anlamaktan çok babaya bir şeyleri anlatmak istermiş gibi geldi. Ne olursak olalım, dil, din gözetmeksizin Muharrem karakterinin de dediği gibi ‘Şeytan belki de biziz’ ne dersiniz?
Onu bilmiyorum. Önder’e sormak lazım. Cevap vermem doğru olmaz. Evet babasının hikayesinden yola çıkarak oluşturdu ama sonra daha farklılaşan bir hikaye oldu. İçinde yaşadığımız dünyayı, coğrafyayı açıklayan buna parmak basan bir hikaye. Herkes yazarken elbette bir şeylerden yola çıkıyor. Önder de babasından yola çıktı ama hikaye dönüştü belki de filmin içinde benim de babaannem var. Aslında filmde hepimiz, bizzat kendimiz varız. Birebir hayat hikayesi değil anlattığımız.
Takva için İslam-i kesimden olumlu ya da olumsuz bir tepki aldınız mı?
Her kesimden tepki aldık. Ayırt etmiyorum. Seven de oldu, sevmeyen de. Külliyen sevmek yada reddetmek olmadı. Zaten istediğimizde buydu açıkçası. Her kesimden tepki aldığımıza göre meseleye doğru yaklaştığımızı düşünüyorum.
Takva’nın başarısının sırrı nedir?
Keşke bunu bana sormasanız. Kendi hikayemizden yola çıkıp evrensel bir hikaye anlamaya çalıştık ve bunda da çok titizlendik. Sanıyorum bu titizlik perdeye yansıdı o da bize başarı ya da ödül olarak geri döndü.
Takva’nın bu kadar başarılı olacağını tahmin ediyor muydunuz? Yoksa şaşırdınız mı?
Şaşırmadım. Tahmin ediyordum. Seyirci sayısını ve yurt dışı tepkilerini bekliyordum. Beklenti olarak değil ama bir hedef kitleniz var, bir şeyler anlatmak istiyorsunuz, oraya da nasıl ulaşacağınızı aşağı yukarı tahmin etmeniz lazım ben de onu tahmin ettiğimi düşünüyorum. Tahminim altı olmadı ama biraz üstü oldu ve şaşırtıcı gelmedi bana.
Aldığınız ödüller için de en önemlisi ya da hayalimiz buydu dediğiniz var mı?
Yok tabii. Takdir edilmek hoş bir şey. Mesela isminden dolayı (Saraybosna’nın Kalbi) Saraybosna’da aldığımız ödül bir sempati oluşturdu ben de.
Fatih Akın’ın yapımcılığı nasıl gündeme geldi?
Fatih’le yeni sinemacılar olarak hemen her projede en azından fikir alışverişi dahil birçok konuda ilişkimiz var. Senaryo bitince Önder Fatih’e gösterdi ve filmin bir yerinden o da tutmak istedi. Gerçekten çok ciddi bir şekilde maliyete katkıda bulunup yapımcı oldu.
Projelerinizin çoğunda Erkan Can’ın olması bilinçli bir seçim mi?
Tabi ki. Zaten hikaye oluştuğunda Erkan Can’ın oynayacağı belliydi. Erkan Can müthiş bir oyuncu ve her projemizde birlikte çalışmak çok büyük bir keyif. Hepsinde olsun istiyoruz. Kimi zaman başrol olur kimi zaman bir garson olur arkadan geçer. Erkan Can da böyle düşünüyor zaten. Onunla çalışmak büyük bir şans.
Bir filmin yönetmeni senaryosunu da kendi yazmalıdır düşüncesine ne diyorsunuz?
Tabii, doğru bir düşünce. Hayır denecek bir durum yok. Ama herhangi bir senaryoyu alıp çekmeye başladığınız zaman bir daha yazmış oluyorsunuz zaten. Kendiniz onu içselleştirmiş oluyorsunuz. Zaten onu yapamazsanız filminiz başarılı olmaz.
Peki başarılı bir film, yönetmenin midir?
Ekibindir. Sonuçta yaptığımız bireysel bir sanat. Senarist, müzisyen ya da oyuncu için de geçerli bu. Sette herkes yalnızdır aslında. Herkesin bireysel yaratıcılığını yansıtabilmesi gerekiyor.
Sizin diğer yönetmenlerden farkınız nedir?
Herkes kendi anlayışıyla sinema yapar. Aslında fark olup olmadığını düşünmedim bile. Farklı olayım diye uğraştığımı söyleyemem, bir hikaye var ve ben de anlatıyorum.
Nasıl bir yönetmensiniz? Sinirli, uyumlu?
Onu ben cevaplamayayım.
Sizlerle çalışmak isteyen çok genç vardır. Yeni sinemacılar olarak dışarıya kapalı mısınız?
Evet, çalışmak isteyen çok oluyor. Kimseye kapalı değiliz hele ki gençlere her zaman açığız. Biz ekip olarak proje zamanı hep beraber yaşıyoruz öyle olunca da kapalılık söz konusu değil zaten. İnsanlar içinde oluyor ya da olmuyor. Herkese açığız, sadece projeye inanmak gerekiyor.
Sette çalışmak için okullu mu yoksa alaylı mı olmak avantajlı?
Sette çalışmak için her şeyden önce işi sevmek gerekiyor. Eğitim de önemli. Ben sinema-televizyon mezunuyum ama hocalarımın çoğu Yeşilçam’dan gelmeydi. Atıf Yılmaz, Lütfi Akad… İşin entelektüeli olmakla beraber işin mutfağından gelen bu büyük ustalara ben de çıraklık yaptım. Biri diğerine tercih edilir gibi bir şey değil bence.
Bir söyleşinizde “Sanatın kendisi yalan, meslektaşlarımdan da nefret ediyorum, yalancı ve alçaklar” demişsiniz. Hiç tepki almadınız mı?
Almadım ama bu konuya çok girmek istemiyorum. Tepki almaya da niyetim yok.
‘Yaptığımız işler yalan çünkü kurmaca yapıyoruz, hayalimizi perdeye yansıtıyoruz’ anlamında mı söylediniz? Merak ettim.
Bu konuya çok girmezsek sevinirim. Kendimden biliyorum. Kahkahalar…
İnanmadığım ve içime sinmeyen bir projeyi yapmam diyorsunuz. Çok para verseler de mi yapmazsınız?
Yapmam.
Peki İslam-i kesimden bir teklif gelse?
Valla benzeri bir şey çektim aslında. Müslüman cemaatlerde önemsenen ve sevilen biri olan Mustafa Kutlu’nun, ‘Mavi Kuş’ adlı hikayesini TRT için çektim. Almam gerekenin dörtte biri kadar bir paraya çalıştım ama çok keyifle yaptığım bir iş oldu. Hikaye ve senaryo yani anlattığı şey önemli.
Sormadan edemeyeceğim. Serdar Akar’la yollarınızın ayrılması görüş farklılığı oldu ise siz de sağ kesimden Mustafa Kutlu’nun hikayesini çektim dediniz…
Ben bunlara hiç girmek istemiyorum. Zaten haddime düşmez. Açıkçası beni çok ilgilendirmiyor bu konular. Yol ayrılığı oldu belki ama sebebi nedir, ne değildir bu konuya girmek istemiyorum. Bilmek de istemiyorum. Aslında bunun çok konuşulmasını istemiyorum. Serdar da istemiyor.
Neyse konuyu değiştirelim. Nur Yoldaş’ı çok severmişsiniz galiba…
Çok severim, daha doğrusu Ergüder Yoldaş’ı severim.
Başka var mı çok sevdiğiniz?
Çok müzisyen var aslında. Var tabii canım. Çok var.
Peki sevdiğiniz oyuncu ya da yönetmen?
Valla konum olarak böyle bir şey söylemek istemem.
Siz de bir şey söylemek istemiyorsunuz…
Ben biraz öyleyim zor konuşurum. Pozisyon olarak isim vermem doğru olmaz. Oyuncu sahneye geldiği zaman benim için dünyanın en iyi oyuncusudur.
Oyuncu olan oyuncular la mı çalışmayı tercih ediyorsunuz?
Yok. Fark etmez. Tabii bazen tercih sebebi olabilir ama kimi zaman da tersi daha iyi sonuçlar verebilir. Tiyatroda belki çok sırıtır ama sinemada çok fazla örneği var.
Yeni Sinemacılar olarak yeni proje var mı?
Birkaç tane var. Şu anda yazım aşamasında ama hangisi önce hayata geçer bilmiyorum. Görev dağılımının nasıl olacağı da belli değil.
2 Eylül 2007 Pazar
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder