24 Nisan 2007 Salı

Savaş Dinçel, Müjdat Gezen, Mustafa Alabora: Çapkınlıktan Emekli Olduk

Savaş Dinçel, Müjdat Gezen ve Mustafa Alabora hepimizin yakından tanıdığı üç önemli isim. Kırk beş yıldır dostlukları süren bu üçlü, yönetmenliğini Uğur Uludağ’ın yaptığı ‘Bir İhtimal Daha Var’ adlı filmde ilk kez bir araya geldi. Biz de bu üçlüyü bir araya getirip oyunculuk serüveni, dostluk, kıskançlık ve çapkınlık üzerine bir söyleşi yaptık.


Uğur Uludağ’ın ilk filmiydi, bu anlamda tereddüt yaşadınız mı?
M.G: Bizden mezun olan sevdiğimiz bir öğrencimiz Uğur Uludağ. Teklif getirdi, senaryoyu okuduk ve ona destek verme gereğini hissettik. Sonuçta güzel bir film çıktı ortaya. İnşallah iyi gider.
M.A: Savaş, “Biz bir film çekiyoruz, Müjdat’la ben de varım, sen de oynar mısın?” dedi. Ben daha senaryoyu okumadan oynarım dedim. Hem ikisiyle birlikte oynayacağım bir film hem de bizim yetiştirdiğimiz çocuğun filmi. Ayrıca senaryoyu okuduktan sonra da çok beğendim. Yapılan işi de beğendim.
Savaş Bey, “Hülya Avşar’dan çok etkilendim” demişsiniz. Sizi güzelliği mi yoksa oyunculuğu mu daha çok etkiledi?
Hülya Avşar’ı herkes gibi ben de biliyorum. Filmlerini gördüm, hakkında yazılanları okudum. Kendisini ilk defa sette gördüm. Baktım, gerçekten söylendiği kadar güzel bir kadın. Beni etkileyen tabi ki oyunculuğu.

Sizin kırk yılı aşan bir dostluğunuz var ve ilk kez bir filmde bir araya geliyorsunuz. Bunun sizin için anlamı nedir? Neredeyse belge niteliğinde…
M.A: Galada filmi izledikten sonra, Mehmet Ali “Ya baba, bu bize hediye gibi” dedi. Çok güzel bir laf.
M.G: Güzel söylemiş Mehmet Ali. O gece o da en çok duygulananlar arasındaydı. Üç tane yakını aynı filmde buluştu. Tabii, bizim için de hoş bir şey oldu.
S.D: Mehmet Ali aynı zamanda şanslı. Çünkü kendi de oynadı bu filmde.
M.G: Ayrıca, ileriye dönük güzel bir anı da oldu.
Gerçek hayatta böyle bir şeyi yapar mıydınız? Ya da üçünüz bir araya gelip çılgınlık yaptınız mı hiç?
S.D: Hepimiz değil ama tek başımıza yaptığımız manyaklıklar var. Mesela Mustafa konser bastı, ben de Mustafa’nın oynadığı oyunu basmış bir adamım.
Mustafa’nın alması gereken bir para vardı ve onun yerine imza atıp parayı alıyordum. Parası bitmişti “git al” dedi ben de gidip parayı aldım. Üstümde James Bond beyaz pardesüyle kostümlü piyesin ortasında sahneye girip Mustafa’ya parayı verip çıkmıştım.

Mustafa bey siz ne yaptınız peki? Seyirciler fark etmedi mi?
M.A: Seyirciler hiçbir şey anlamadı. Ben de hiç şaşırmadan parayı alıp teşekkür ederim Savaş’çım dedim. Ben de bir kere ‘Dormen Tiyatro’sunu basıp orada verilen ödülleri yuhalamıştım. Ama galiba aramızda en delisi Müjdat. Dört sene bedava okutulan bir okul açtı ve on altı senedir devam ediyor. Altmış yaşından sonra da iki buçuk trilyon borca girip bu tiyatroyu açtı.
M.G: Bunu anlatan akıllı da on altı senedir o okulda bedava hocalık yapıyor. (Kahkalar…)
S.D: “Deli deliyi sever” diye boşuna söylemiyorum.
M.G: Savaş bana, “Tiyatroya imam kıyafetiyle gelsene” diyor mesela. (Kahkalar..)

Eskiye göre bir kıyaslama yaparsak bugünün genç oyuncularını nasıl buluyorsunuz?
S.D: Her zaman gençler ileride. Bizim yaşımıza geldiklerinde bizim gibi olacaklar. Belki bizim şimdi ki halimizden daha iyi olacaklar. Belki de biz onların yaşındayken bugünkülerden daha kötüydük.
M.G: Ben hepsini çok beğeniyorum. Çünkü çoğu bizden mezun. (Gülüşmeler.) Yok yok gerçekten şimdi ki kuşakta çok iyi, inanılmaz güzellikte oyuncular var.
M.A: Ben de yüzde yüz katılıyorum söylediklerine. Ben bir de gönderme yapıp Nazım Hikmet’in bir mısrasıyla cevap vermek istiyorum buna. Şöyle diyor Nazım: “Babamdan ileri, doğacak çocuğumdan geri” kısaca dünya daima ileri gider.
Oyunculuk serüveni nasıl başladı?
M.A: Annem ve teyzem oyuncuydu. Dayım zaten Selahattin Pınar yani bu hayatın içine doğdum zaten. Herhalde benim başka bir şansım yoktu.
M.G: Benim seçme şansım olmadı. Ben sahneye çıkmadım, sahneye itildim. İlkokul öğretmenim “Oynayacaksın” dedi ve kafama cetveli vurdu. Çıktık oynadık. Ondan sonra bir daha kopmadım.
S.D: Çok iyi bir tiyatro seyircisiydim. Annemle babam ‘İstanbul Şehir Tiyatroları’nın müdavimiydi. Aynı mahalleden bir arkadaşım Oğuz Demircioğlu, konservatuara gidiyordu. Ben de hani izlemeye meraklıyım ya sınavlara nasıl girileceğini sordum. Beni o soktu sınavlara. Sınavdan önce bir oyun hazırladı ve beni de oyuna koydu. Müjdat’la da o sayede tanıştık. Başroldeydi. Ben hep provalarda dalgamı geçiyordum. Hiç ilgim yoktu ve ilk piyeste de laflarımı unuttum zaten. Müjdat, “Bu gitsin, yerine başkası gelsin” dedi ve beni sahneden kovdu. Benim ilk sahne maceram böyle başladı işte. Sonra o yaz sonunda Müjdat’la konservatuar sınavlarına girdik ve kazandık.
Savaş Bey’in resimlerini karikatürlerini, Müjdat Bey’in şiir kitaplarını biliyoruz. Mustafa Bey sizin oyunculuk dışında uğraştığınız bir şey var mı?
Yok, ben de hiçbir şey. Müjdat’ın sayesinde resim yapmaya başladım. Bir sabah Müjdat beni arayıp resim yapsana dedi. Ben de gidip boyalar filan aldım bir buçuk senedir resim yapıyorum.
S.D: Ben şöyle söyleyeyim. Sayesinde ve yüzden kelimesinin yanlış kullanımı üzerine. Aslında Mustafa’nın resme başlaması ‘Müjdat’ın yüzünden’. Kahkahalar… Mustafa Müjdat’ın sayesinde başladım diyor ama…
M.G: Beni beğenmiyor ya. Şu gördüğünüz resimler benim ve Ankara’ya sergiye gidiyor.
Sizde ressamlık da var demek…
M.G: Ooooo, süper. Kahkahalar…
S.D: İşte bunun yüzünden Mustafa’da resme başladı.
M.G: Bak hala bunun yüzünden diyor.
S.D: Sayesinde filan değil yani. Mustafa yanlışlıkla böyle dedi.
S.D: Mustafa mesela resim yapmaya başladıktan sonra aktörlüğü bıraktı. Ressam oldu. Biz de artık bu yüzden her gün görüşemiyoruz. Vincent, Leonardo, Rafoello onlarla filan geziyor. Kahkahalar…
M.A: Bizim Rafo mu?
S.D: Şaka bir yana gerçekten güzel bir şey. Para kazanmak zorunda kalmadan zevk için yapıldığında gerçekten insanın ruhunu çok rahatlatan bir şey.
M.A: İlk yaptığım resimler için kötü oluyor derken, Müjdat “Oğlum o senin resmin” dedi. Doğru. Çıkan sonuç değil o süreç beni ilgilendiriyor.
M.G: Boyalarla baş başa olmak muhteşem. Karışan yok görüşen yok. Sahnede hep başka kılıflara giriyorsun. Resim öyle değil. Seninle kağıt, boyalar ve fırçalar arasındaki ilişki.
M.G: ‘Savaş Dinçel Sahnesin’de’ yaptığı çok güzel bir resim var. Sheakspear ile İsmail Dümbüllü rakı içiyorlar resimde.
Belki üçünüz bir sergi açarsınız. Böyle bir düşünceniz var mı?
M.G: Var tabii. Karpuz sergisi açmayı düşünüyoruz. Kahkahalar.
M.G: Ama bu enteresan bir şey. İçimizde ilk resim yapan Savaş. 1961 yılında ben de akademiye giderdim. Benim ilk eşim oradaydı. Ben de otururdum orada. Elime kağıt kalem verirlerdi.
S.D: İlk eşim diyorsun ikinci eşin de o okulda ve bitirmek üzere.
M.G: Aa evet, Kızım da Mimar Sinan’ı bitirmişti.
S.D: Bu zaten kendisi de Mimar Sinan’dır.
M.G: Benim okul.
S.D: Aslında bunun adı ‘Müjdat Sinan’dır.
M.G: Fakat karma sergi yapalım gerçekten. Bu çok güzel bir şey. Önce Savaş’ın, sonra benim en son Mustafa’nın resimlerini koyarız.

Hiç aranızda kavga ettiğiniz olur mu?
Hep bir ağızdan… Çoook.
S.D: Bunlar zaten yeni barıştı.
M.G: Kavga etmediğimiz de olur yani. Kahkahalar…
Peki birbirinizi çekemediğiniz olur mu?
Yine hep bir ağızdan… Hayır, hayır hiç olmaz.
S.D: Benim çok kıskandığım bir şey var mesela. Ben Müjdat gibi darbuka çalamam.
M.G: Ve tabii, son zamanlarda yaptığım resimleri de kıskanıyor. O da haklı benim gibi böyle güzel resimler yapmak istiyor. Kahkahalar…
S.D: Gel o zaman resimlerimizin önünde fotoğraf çektirelim.
M.G: Ben o kadar enayi değilim. Ayrı zamanlarda olursa olur.
M.A: Bunun altını çizerek söylemek istiyorum. Gerçekten bizim aramızdaki kavgaların kıskançlıkla, çekemezlikle bir ilgisi yok.
M.G: Asla olamaz.
M.G: Biz o evreyi çoktan aştık.

Mustafa Bey doğum gününüz de oğlunuz size dürbün hediye etmiş. Soranlara da “babam daha kolay çapkınlık yapsın” diye cevaplamış…
M.A: Yok canım öyle bir şey. Deniz manzarası olan bir evde oturuyorum ve önümüzden hep gemiler geçer. Mehmet Ali’de her zaman “Ya baba bir dürbün alalım, şunlara bak kim var kim yok” derdi. Çapkınlıkla ilgisi yok.
M.G: Dürbünle çapkınlık değil ancak röntgencilik yapılır yahu.
S.D: Mustafa’nın evinin önüne apartman boyunda gemiler geliyor ve manzarayı kapıyor. Mustafa’da manzarası kapandığı için göremiyor tabii. Dürbünün tersinden bakıyor gemiler uzaklaşsın diye. Onun için alındı aslında. Kahkahalar…
Peki hanginiz daha çapkınsınız?
S.D: Üçümüzün de öyle bir şeyi yoktur.
M.G: Geçen seneye kadar vardı ama artık yok. Kahkahalar…
S.D: Geçen sene emekli oldular.
M.G: Evet yaş haddinden…
M.A: Ben daha yeni emekli oldum. 16 Mart’ta 60 yaşıma girdim.
S.D: Ama bir de biliyorsunuz ‘emeklilik ikramiyesi’ diye bir şey var. Kahkahalar…

Hiç yorum yok: