“Her zaman ağrısız aşım, kaygısız başım denilen bir ortamda bir sürü şeyi kafasına takmış ve bunların üzerine gidip başını derde sokmuş ama bundan da hiç pişmanlık duymamış bir adamım. İnsanların gündemine Cumhurbaşkanlığı tartışmasını sokmak, kimlerin Cumhurbaşkanı olabileceğini düşünmelerini sağlamak, Cumhurbaşkanı olacağı iddia edilen yetersiz, yeteneksiz bazı isimlerin gerçek yüzlerinin görülmesi ve kıyaslanması anlamında katkıda bulunmak benim için Cumhurbaşkanı olmak kadar önemlidir” diyen ve kendini Çanakkale Savaşı’nın kaderini değiştiren ‘Nusret Mayın Gemisi’ne’ benzeten Metin Ucay’la bu ‘yürekli girişimi’ hakkında konuştuk.
Şu an içinde bulunduğumuz Türkiye için ne söylersiniz?
Bazıları ‘Allah Kurtarsın’ diyor, ben de kurtuluş sizin elinizde akıllı oylarla ve akıllı oylamayla birilerini ‘Oy anam, oy’ diye bağırtmak lazım diyorum.
Siyasi mizah yapıyorsunuz… Bu anlamda malzeme kıtlığı çekmiyorsunuz herhalde?
Kesinlikle çekmiyorum. Düşünsenize, travertenlere ayakkabıyla gezenleri denetlemeye gelenlerin de ayakkabılı olması ancak benim ülkemde olur. Geçen sene, hibe eder gibi verilen bir araziyi, bu yıl yedi yüz beş milyon dolara aynı gruba satınca “Oh kar ettik” diyene, benim ülkemde kimse “kardeşim geçen sene bedava veriyordunuz, bu kadar mı rant çıldırdı veya siz orada ne elde ediyordunuz” diye sormaz. Benim ülkemin dışında hiç kimse, kendi gelirinden başka geliri olmadığını söyleyerek ve çocuklarından kalma sünnet armağanlarıyla siyasete temiz başlangıç yapanlar, hiçbir zaman bir anda gemi satın alamazlar. Bunlar sadece benim ülkemde olur, komiktir ve ben de bunları kullanmayı seviyorum.
Sizin için sivri dilli diyorlar…
Ben aslında sivri değilim. Çünkü bazılarının dilleri o kadar törpülendi ve yalamaktan aşındı ki benim yaptığım sivri dillilik oluyor. Bazı ağabeylerim ve gazeteci kardeşlerimle beraber soru sorabiliyorum. Bu sivri dilli olduğumu değil, soru sorabildiğimi gösteriyor sadece.
Niye cumhurbaşkanlığına adaylığınızı koyuyorsunuz?
Özellikle meclis aritmetiğindeki dengesizlik ortaya çıktıktan sonra karar verdim. Düşünsenize, yüzde kırk beşi dışarıda kalmış bir oyla, yüzde elli beşi yansıtan bir parlamento ve o parlamentonun içindeki yüzde otuz çoğunlukla elde edilmiş bir yüzde altmış altı çoğunluk. Dünyanın hiçbir ülkesinde böyle bir şey yok. Yüzde yetmişlere varan anket sonuçları, Cumhurbaşkanı’nın parlamento dışından uzlaşmayla seçilmesi gerektiğini gösteriyor. Bu duruma karşı olduğum, kendime güvendiğim ve bu makamı hakikaten istediğim için kendimi yetkin buluyorum. Donanım anlamında ve Türkiye sorunlarına bakış anlamında bilgi birikimimle büyük gaflara imza atan ve belediye dışında hiçbir deneyimi olmayan bir siyasetçiden daha çok layık olduğumun farkındayım. Parlamento dışında ortak akılla belirlenecek bir sürü kişi, şu an ‘Aday Olamayan Cumhurbaşkanı Adayından’ daha saygın ve daha yetkin. Bu nedenle; bu bir cüret ya da kalkışma değil, bir şaka değil ve ben de adayım diyorum. Son derece ciddiyim ve sonuna kadar gideceğim. Bu ülke için sorumluluğum var. Benzer sorumluluğu gösteren ama ben önce yola çıktığım için bu konuda beni destekleyip, kendisi aday olmayan çok sayıda aydın ve sanatçı var. Yani benim adaylığımla ortaya çıkan sonuç; Recep Tayyip Erdoğan’la bu adamı kıyasladığımda ‘ben’ oy kullansaydım oyumu kime verirdim sorusunu sorma hakkı oldu.
Cumhurbaşkanını TBMM değil de halk seçseydi yine de adaylığınızı koyar mıydınız?
Çook daha rahat koyardım, bu anlamda daha fazla güveniyorum. Halk her şeyi yapıyor ama ‘Cumhurunun Başkanını’ seçemiyor. Böyle bir saçmalık olmaz. Son üç gündür “İyi ki böyle bir şeyi yaptınız” diye halktan tebrik alıyorum. Bırakın her şeyi bir yana kendine güvenmesi gereken ve bir alanda yetkin olduğuna inanan herkesin Cumhurbaşkanı adayı olabileceği konusunu gündeme taşıdım.
Seçileceğinize inanıyor musunuz?
Meclis aritmetiğinin gerekliliği meydanda. Yüz on kişinin önermesi gerekiyor ve bu desteği bulurum. Eğer birden çok aday ortaya çıkar, Başbakan ısrarcı olmaz ve ortak akılla aday bulunursa bu adaylardan biri de benim. Kesin. Ama bulunmaz ve sadece el kaldırmayla bu çözülmeye kalkışılırsa o zaman zaten seçilecek olan Cumhurbaşkanı değil ‘AKP grubunun koltuk başkanı’ olacaktır.
Şu ana kadar sizden başka aday çıkmadı…
Dünyanın neresinde kim adaylığını son saniyeye kadar açıklamayarak bunu bir taktik savaşına dönüştürür? Ortaya çıkabilecek diğer isimleri karalama yöntemiyle ve bu amaca yönelik çalışmayla işin içinden sıyrılmaya çalışılır ki, bu sadece ülkeme özgü gariplik. Cumhurbaşkanı adayları önceki seçimde bile ortaya çıkmıştı, üstüne konuşulmuştu. Benim dışımda aday yok Türkiye’de. Böyle bir şey olabilir mi? Türkiye’nin en cesur adamı mıyım? Hayır. Ama Türkiye’de elini taşın altına koyacak ender adamlardan biriyim.
Bülent Arınç’a sizin adaylığınızla ilgili bir soru yöneltildiğinde “Böyle dönemler verimli olur. Herhalde adından söz ettirmek istiyor” diye açıklama yapmış…
Benim tanınırlık konusunda bir sorunum yok ama kendisinin belli toplumsal kesimlere karşı inandırıcılık konusunda çok ciddi sorunu var. Ben keşkek yiyerek yola çıkmadım. Keşkek yiyerek tahmin oyunları oynatmaya da uğraşmadım. Kendisini ziyaret edecek komutanlar gelmeden önce “bana en büyük saygıyı askerler gösterdi” deyip yumuşatma girişimlerinde de bulunmaya kalkışmadım. Benim ne yaptığım meydanda, onun mecliste ‘ne yapamadığı’ meydanda. Eğer hesabımızı vereceğimiz şeyler olursa, öncelikle içerisinde Atatürk resmi bulunmayan ajandaların hesabını versin sayın meclis başkanı. Çünkü kendisi meclis başkanı gibi değil ‘AKP Grup Meclis Başkanı’ gibi davranıyor.
Recep Tayyip Erdoğan aday olursa…
Recep Bey’in aday olması durumunda tüyleri diken diken konulardan biri YÖK’ün atamaları yani yüksek yargıya yönelik atamalar. Cumhuriyetin temel ilkeleriyle ve anayasanın girişindeki hükümlerle çelişen bir dünya görüşünü ‘takiyecilikle’ örtemeyen biri için bu unvanların ve güçlerin kullanımı konusunda toplumun tüm kesimlerinde endişe var. O yüzden ‘uzlaşmayla aday’ diyorum. Derdim, bu gücün kimin eline geçtiği ve nasıl değerlendirildiği. Cumhurbaşkanlığı, çok önemli sonuç, denetim ve değerlendirme mekanı. Son beş yıla baktığımızda, AKP iktidarının tuhaflık dışı uygulamalarına karşı Sayın Cumhurbaşkanı’nın elindeki yetkileri kullanması bu makamın gücünün olumlu kullanılması adına bir örnektir. Aynı biçimde bu gücün denetimsiz ele geçirilmesi durumunda Cumhuriyetin temel ilkeleriyle çelişme noktası toplumun geniş kesimlerini endişelendiriyor. Eğer ısrar edip dayatılırsa AKP milletvekillerine şunu söylemek istiyorum: Liderlerini gerçekten seviyorlarsa, onu, Türkiye’yi kırılma noktasına götürecek bir gerilimde belirsizliğe itmek yerine, akılcı davranmasını, bu sevdadan vazgeçmesini ve ortak isim üzerinde uzlaşmaya varmasını sağlamalılar. Çünkü, Türkiye’nin geleceğini sadece bir makama sığınma çabasında olan bir siyasetçinin hırsına indirgemeye ne Recep Tayyip Erdoğan’ın ne de bir başkasının hakkı vardır.
“Her tuzluğum var diyene hıyar diye yetişemedim” isimli kitabınızı Necdet Sezer’e ithaf etmişsiniz…
O yoğun dönemde gerçekten yüz akımız olduğu ve Türkiye’nin zor döneminde insanların “iyi ki varsınız, sayın Cumhurbaşkanım” dedirtecek bir sürü uygulamaya imza attığı için böyle bir şey yaptım.
Bu sözler sizin için ne ifade ediyor desek…
“Kötüler kendilerine tahammül edildikçe daha çok azarlarmış”: Bakınız etkili yetkililerimiz diyorum.
“En büyük insan, kendini en çok sayıda insanın yerine koyandır”: Bu bakış açısını ve bu onuru taşıyabilen o kadar az insan var ki, söz biraz havada kalıyor.
“Sis yelpaze ile dağıtılmaz”: Peki, sis nasıl dağıtılıyor? O zaman ona bakmak gerekiyor. Bu aralar Hitler’in bir sözünü çok önemsiyorum: “Yalan ne kadar büyük olursa kandırmak o kadar kolay olur.” Türk halkının artık bu yalanlarla kandırılamayacak bir noktaya geldiğini ve her şeyin görüldüğünü düşünüyorum.
“Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar”: Ben on ikinci köydeyim ve çok mutluyum.
19 Nisan 2007 Perşembe
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder