10 Nisan 2008 Perşembe

Melek Kanatlarımla İlerliyorum/İpek Tuzcuoğlu

Asmalı Konak’ın ‘Dicle’si İpek Tuzcuoğlu, şimdi televizyonda iki program birden sunuyor. Yakında ‘O... Çocukları’ adlı filmle sinemaseverlerin karşısına çıkacak olan Tuzcuoğlu ile projelerini, hayatı ve aşkı konuştuk.

İstemek, inanmak ve hayallerin takipçisi olmaya inanıyorum” diyen İpek Tuzcuoğlu, sevgi ve emek harcayarak istediğimiz her şeyin bir gün mutlaka gerçekleşeceğini önemle vurguluyor. Her sabah ATV ekranlarında yer alan ‘Kadının Gücü’ adlı programla kadınların içindeki devi ortaya çıkarmak istediklerini belirten sanatçıyla yeni filmi, aşk, kıskançlık ve ruh halleri üzerine sohbet ettik.

Asmalı Konak öncesi ve sonrası için ne söylemek istersiniz?


Öncesi çok çalıştığım, sonrası daha çok çalıştığım bir dönem oldu. Tarlanıza doğru tohumları ekmeniz gerekiyor. Şu anda ektiğim tarlanın meyvelerini yediğim bir dönem. Asmalı Konak en özel ürünüm oldu. Türkiye beni bu diziyle tanıdı. Manevi anlamda da önemi çok büyük.


‘O... Çocukları’ filminin öyküsü ve sizin oynadığınız karakteri anlatır mısınız?

1980’lerde genelevde çalışan kadınların ev halleri, günlük hayat içindeki mücadelelerini anlatıyor. Töre gereği erken yaşta evlendirilip mutsuz olan Hatice adlı bir karakteri oynuyorum. Hatice, sevdalı olduğu gençle İstanbul’a kaçar ve ondan da bir darbe yedikten sonra geçimini sürdürebilmek için genelevde çalışmaya başlar. Genelevde çalışan kadınların çocuklarına bakan emanetçi anneler varmış, Hatice de hikayenin sonrasında (Demet Akbağ’ın oynadığı) emanetçi annenin yanına sığınır.

Karakteri yaratırken nelerden beslendiniz?

Arabesk müzikten çok faydalandım. Kendimi o mahallede yaşayanlar gibi hissettim. Ayağıma terlikleri geçirdiğim an, ben o kadın oluyordum.

‘O’ kadınların özel bir dili var mı?

Özel bir dil yok, zaman zaman küfürlü ve argo konuşma var. Hatice, Doğu’dan İstanbul’a küçük yaşta gelmiş bir kız, bu nedenle doğulu şivesiyle değil de kırık bir Türkçeyle konuşmaya çalıştım. Duruşu, bakışı ve sigara içişi çok farklı. İçselliği yakaladığınızda zaten bunun dışa yansıması da kolay oluyor.

‘Kadının Gücü’ adlı programınızın içeriği nedir?

Programın başrolünü, yoktan var eden başarılı kadınlar oluşturuyor. Eğitim almadan sadece inançlarınız doğrultusunda evdeki babayı, kocayı ve ağabeyi ikna ederek iş kurmak, ülkemizde biraz zor. Biz de bu başarılı kadınları merkeze aldık. Azmin, çalışmanın ve inanmanın aslında ne kadar da önemli olduğunu vurgulamak istiyoruz. Kadınların içinde yatan devleri uyandırmak, hayal kurdurup doğru bilgilerle onları harekete geçirmeyi umuyoruz. Ben bu programda bilgi aktarımında bulunan sadece bir köprüyüm, esas fenomen onlar. Kadın gerilla harekâtı oluşturmak istiyoruz.

Genelde genç kızların bir an önce iyi bir evlilik yapması tercih edilir, siz ne dersiniz?

Evliliğe odaklı yaşamak çok yanlış. Bence mutlu bir yuvaya endeksli yaşamak daha önemli. Yuva kurmak daha manevi ve daha içsel bir durum. İnsanların hayatında sevebileceği, dokunabileceği, kokusundan hoşlanabileceği bir erkek olsun, nefret edip lanet okuyarak yatağa gireceği bir eşleri olmasın.

Aşka inanır mısınız?

Aşka inanırım, her zaman inandım, ölene kadar da inanacağım. Üstelik mutlu aşka inanıyorum. Arkadaşlarım hayal dünyasında geziyorsun dediğinde, hayallerimi bana bırakın diyorum. Hayatta neye inanıyorsan onu yaşıyorsun ve geleceğini kendin yaratıyorsun.

Aşk ilişkilerinde hayal kırıklığı yaşadığınızda yaranızı nasıl sararsınız?

Ağlıyorum. Sonra da sen bunları zaten biliyordun deyip kendime kızıyorum. Bir tarafım bilirken bir tarafım da yaşa der. Yine de çok şanslıyım, doğumumdan bugüne kadar karşılaştığım her insan bana çok şey kattı. Annem ve babamdan başlayan bu zincire eşlerim, el ele yürüdüğüm partnerlerim dahildir. Sonsuz dileklerimle uğurlarım onları, iyi bir vedacıyımdır.

Terk edilen mi yoksa terk eden taraf mısınız?Onu bilemezsin ki?

Terk eden gibi algılanırsın ama ilişki içinde çoktannn terk edilmişsindir. Eğer severek bir ilişkiye başlamışsan mutlaka tek taraflı bitmeyeceğine inanırım. İki taraf da eksiltir ya da bir taraf daha fazla çoğaltır diğeri ona yetişemez. O yüzden hayatımda terk etmek ya da terk edilmek yerine bitirmek ve yeni bir sayfaya başlamak vardır. Her zaman sırtımda bana ağırlık yapan çuvalımla değil, melek kanatlarımla ilerlediğimi düşünürüm. Kimseye kötülük yapmak ve hayatlarında derin acılar yaratmak istemem. Ama yaşanması gereken acı varsa yaşıyorsun, ağlıyorsun, için sızlıyor, hayallerin yıkılıyor.

Kadın kıskançlığı konusunda ne düşünürsünüz?

Kimsenin beni kıskanmadığını düşünüyorum. Çünkü buna inanmak istiyorum. (Kahkahalar…) Hayatımda böyle bir yol bulmuşum. Gerçekten formüllerim çok işe yarar. Sadece kendimle ilgiliyim. Niye şunu söyledi diye bakmam. Bazı kadınlar konuşuyorlar ve üretmiyorlar. Bana zarar veren şeyleri hayatıma sokmuyorum. Dedikodu benim de kapımı çalıyor, içeri buyur etmiyorum, ne söyleyecekse kapıdan söylüyor ve gidiyor. Yorum yapmıyorum ama onları da kırmıyorum. Birinin hakkında konuşuyorsan, mutlaka yüzüne söyleyebilme cesaretini de göstermen gerekiyor. Söylediğimiz her sözün bir yansıması var ve evrene bir mesaj veriyorsun.

Ruh sağlığınızı korumanın yolları

Doğru nefes almayı bilmek gerekiyor. Burnumdan nefes alıp tutuyorum, içimden beşe kadar saydıktan sonra ağzımdan veriyorum. Bunu on kez tekrar etsinler. Çok heyecanlandıklarında, sıkıldıklarında, panik atakta ya da menopoz döneminde doğru nefes almanın çok olumlu etkisi var. Bol su içsinler. Ruhla ne ilgisi var demeyin. Suyun şifasına çok inanıyorum. Ellerini, yüzlerini yıkasınlar, duş alsınlar. Mutlaka gökyüzüne ve güneşe ‘merhaba’ desinler. Evrenin içinde kaybolmasınlar. Dua etsinler, ben de dışarı çıkmadan önce muhakkak ‘Nas’ ve ‘Felak’ dualarını okurum. Kendilerine inansınlar. Açık havada çıplak ayakla yürüsünler. Doğayla teması kaybetmesinler.

Zaten Yapılmış İşleri Yapmam/Selen Uçer

Ümit Ünal’ın hem senaryosunu yazıp hem de yönettiği ‘Ara’ adlı film geçtiğimiz hafta gösterime girdi. Sevgi ve nefret içeren ikili ilişkilerin arasında kalmış dört insanın hikayesinin anlatıldığı filmin oyuncularından Selen Üçer ile konuştuk.

Selen Üçer, küçük rollerle başladığı sinema serüveninde ‘Ara’ filmiyle ilk başrolünü oynuyor. ‘Anlat İstanbul’, ‘Zincirbozan’ ve ‘O… Çocukları’ ise oyuncunun rol aldığı diğer filmler…“Çocukluğumdan itibaren ne yapacağım belliydi, benim için oyunculuk sonradan edinilmiş bir heves değildi” diyen Selen Üçer, hep cesur ve farklı işlerin içinde yer almaya çalışıyor. Murat Daltaban'ın kurduğu Dot Tiyatrosu’nun gerçekçi şiddet sahneleri içeren 'Böcek' adlı oyununda rol alması da bunun bir göstergesi. Yıldızı giderek parlayan ve ‘Ara’da Erdem Akakçe, Betül Çobanlıoğlu ve Serhat Tutumluer ile rol alan genç oyuncuyla tiyatro serüveni ve oynadığı ilk başrol üzerine sohbet ettik.

Türkiye’de ve Amerika’da eğitim almışsınız...

Okuldayken Boğaziçi Oyuncuları’yla çalıştığım için öncelikle ‘Boğaziçi Oyuncuları mezunuyum’ demeyi tercih ediyorum. Aslında Boğaziçi Kimya Bölümü mezunuyum. Aynı zamanda konservatuvarda yarı zamanlı olarak şan bölümündeydim. Daha sonra Işıl Kasapoğlu ile çalıştım. Amerika’da birkaç oyunculuk programına kabul edilmiştim ancak burslu kabul edildiğim Chicago’daki okula gitmeye karar verdim. Okurken bir yandan da doğaçlama tiyatro gruplarında oynadım. Birinde başrol olmak üzere iki operada yer aldım, aksan problemi nedeniyle şarkıcı olarak katılıyordum. Daha sonra New York’ta Ensemble Studio Theater’da stajyer oyuncu olarak çalıştım. ‘Amerikan Rüyası’ adında kara komedi türünde yazdığım bir proje bu tiyatroda sahnelendi.

Türkiye’ye dönüşte neler oldu?

Bir süre işsizdim. Şehir Tiyatrosu’nda ‘Kantocu’ müzikalinde oynadım. O oyunda Afife Jale Ödülü’ne Yardımcı Kadın Oyuncu dalında aday oldum. Dot Tiyatrosu’nda ‘Böcek’ adlı oyunda oynadım.

YOK ETME DUYGUSU ÖN PLANDA

‘Ara’ ve oynadığınız karakteri anlatır mısınız?

Annesi Fransız, babası Türk olan Gül adında bir karakter. Babaannesi tarafından yetiştirilmiş ve travmatik bir çocukluğa sahip. İçinde hep bir aile özlemi var. Film tek mekanda geçiyor ve dört karakterin 10 yıllık sürecini kapsıyor. Çiftler arasında garip dengeler ve ego problemleriyle birbirlerini yok etmeye çalışıyorlar.

Filmin adıyla konusu ‘ara’sında bir paralellik var mı?

Filmdeki üç karakter aslında 30 sene öncesi Türkiye’de elektriklerin kesildiği, muz almanın o kadar kolay olmadığı dönemde yetişmiş. Özal dönemindeki ‘para kazan da nasıl kazanırsan kazan ve köşeyi dön’ mantığının işlediği bir toplumda büyümüşler. Birtakım kazançlar elde etmiş ama manevi yönden boşluk hisseden ve şimdi ne olacak diye soran karakterler var.

İki arada kalma durumu mu?

Aslında iki arada bir derede kalmış bir kuşak anlatılıyor filmde. Mesela oynadığım Gül karakteri kendini ne Türkiye’ye ne de Fransa’ya ait hissediyor. O arkadaşlarıyla ve sevgilisiyle kendine bir aile oluşturmaya çalışıyor.

Siz mi Ümit Ünal’ı buldunuz o mu sizi?

Yurtdışında Ümit Ünal’ın ‘Dokuz’ adlı filmini izleyip hayran kalmıştım. ‘Teyzem’, ‘Hayallerim Aşkım ve Sen’ filmleri çocukluğumun harika filmleriydi. Meğer hepsi Ümit Ünal’a aitmiş. Bütün sevdiğim filmlerin senaristinin o olduğu çıktı ortaya. İlk geldiğim günlerde bir kafede otururken yanına gittim ve kendimi tanıtıp ona olan hayranlığımı dile getirdim. O dönemde ‘Anlat İstanbul’ filmini çekiyordu ve orada küçük bir rolde oynadım. Sonra da ilişkimiz hep devam etti. Bu hikayede olmak beni çok heyecanlandırmıştı. Sonra bir gün bana verilen ilk rol yerine Gül karakterini oynamamı istediğini söyledi. Şaşırıp kaldım; çünkü Gül daha ağırlıklı bir roldü.

3 AY 13 GÜNDE ÇEKİLDİ

Bir sinema filminin 13 gün gibi kısa bir sürede çekilmesi biraz şaşırtıcı değil mi?

Aslında hiç öyle değil. 3 ay ön çalışma artı 13 gün çekim diye bakmak gerekiyor. 3 ay süresince denememiz gereken şeyleri senaryo okumalarında yapmış, tüm hazırlıkları bitirmiştik aslında. Hepimiz tiyatro kökenliyiz ve mekana girdiğimizde herkes ne yapacağını biliyordu zaten.

Filminiz, Altın Portakal’a neden gidemedi?

Sert ve rahatsız edici tarafları olan, arada kalmış insanların haykırışını, patlamalarını gösteren, derdi olan bir film. Senaryo ve karakterler çok gerçek, dolayısıyla seyredenleri rahatsız edebiliyor. Türk sineması adına değişik ve cesur bir film. Herhalde değişiklik insanlara biraz garip geliyor. Ön jürinin kıstasları neydi ve neden daha önce belirtilmemişti? Bunun üzerine bir açıklama yapılmamıştı.

Yaşadıklarınıza bakınca ileriye doğru giden bir başarı öyküsü görünüyor. Bütün bunlar tesadüf mü?

Tesadüf değil. Ortaokuldan beri bu işi yapacağım belliydi. Yapmak istediğim şeylere tutkuyla sarıldım. Konservatuar piyasasından gelmediğim için çok uğraştım aslında. İnandığım işleri yapmaya çalıştım. Aslında çocukluk hayalimi gerçekleştirdim bu filmle. Tabii bu süreç ‘Alice Harikalar Diyarında’ gibi yaşanmadı, zor bir süreçti. İnsan bir şeyi gerçekten istiyorsa hayat onu karşına çıkarıyor.

Türkiye’de bir işe girerken nereli olduğun, yaşın, medeni durumun önemlidir; yurtdışında çalışırken öncelikle ne olduğun mu, ne yaptığın mı önemli?

Orada önce işine bakıyorlar. Kim olursan ol işin iyiyse bir şeyler yapma şansın oluyor. Ama ne yaparsan yap geldiğin yeri ve kimliğini de bırakamıyorsun. Önce işine bakıp ‘iyiymiş’ diyorlar sonra kim olduğun da önemli oluyor.

Kariyerinizde gözle görülür bir başarı dikkat çekiyor. Bunun sırrı nedir?

Verilen şeylere “tamam, bu böyleymiş” demedim hiç. Hiçbir zaman tipik ve önceden yapılmış olanı tercih etmedim. Her şey değişim içinde. Bir şey bulup yan gelip yatmamak gerek. Durmadan değiştirmek zorundasın. İnsanlar genelde yeni şeylerden korkuyor. Ben kendi adıma hâlâ uğraşıyorum, işçiyim, çalışıyorum.

Fiziksel olarak da bir değişim geçirdiniz değil mi?

Evet, kendimle yüzleşmenin sonucu olarak fiziksel bir değişim geçirdim. Amerika’dan döndüğümde Türkiye’nin gerçeğiyle daha bir yüzleştim. İşlerde yaptığımız gibi kendimizi de durmadan değiştirmemiz gerekiyor. Bir oyuncunun malzemesi kendisi ve daima kendiyle uğraşmalı.

Döndüğünüze pişman mısınız?

Yabancı bir oyuncu olarak orada kalmayı tercih etmedim. Önümü göremedim. O zaman için doğru bir karardı.

Cennetim de Cehennemim de Sahne Üzerinde/Sumru Yavrucuk

Seni Seviyorum Rosa’ filmiyle Altın Portakal, tiyatro oyunlarıyla da birçok kez Afife Jale ve Avni Dilligil ödüllerini alan Sumru Yavrucuk, ‘Yabancı Damat’ dizisiyle daha büyük kitleler tarafından tanındı. Özellikle kadınlar dizideki Feride karakterini çok sevdi. Ekranların sevilen yüzü Yavrucuk, ‘Sevgili Dünürüm’ adlı diziyle evlerimize konuk olmaya devam ediyor.

Oyuncu olmak için babasından izin çıkmayınca annesiyle işbirliği yapan Sumru Yavrucuk, elinde bir tek bavul cebinde de tren biletiyle gizlice Ankara’ya yola çıkar. Hoş annesi de bu radikal kararı ilk kez öğrenince ayılıp bayılır ama sonra kabul eder. “Annem yanımda olmasaydı tiyatro benim için hayal olurdu” diyen Sumru Yavrucuk hikayenin gerisini kendi anlatıyor.

Konservatuvar sınavına girmek için uyguladığınız kaçış planını ilk ağızdan dinlesek…

Evimizde devlet dairesinden daha ağır işleyen bürokrasi vardı. Annem aracılığıyla 3 kez haber gönderip babamdan da 15 gün arayla ret cevabı gelince bir an önce bir şeyler yapmam gerekiyordu. O sırada babamın yurtdışına gitme programı vardı. Aynı gün babam evden yurtdışına gitmek için çıkacaktı arkasından ben. Mavi Tren biletimi ona göre ayarlamıştım. O sabah babamla gayet güzel sohbet edip uğurladık. Babam çıkar çıkmaz yatağın altından bavulumu aldığım gibi çıktım. Fakat babam vize problemi yüzünden geri dönmesin mi? Korkunç bir şeydi! 3 saat sonra eve gelip bakıyor ki; Sumru yok. Annem fenalaşıyor ve Ankara’ya gittiğimi söylemek zorunda kalıyor. Sonra şiddetli ve tehdit dolu telefonlar gelmeye başladı. Tiyatro ölümse şan bölümü müebbet hapisti. Ben de hafifletici nedeni tercih edip babama olan korkumdan şan bölümüne girdim. Sınavı kazanınca geri dönmedim. Daha sonra tiyatro bölümüne sınıf atlayarak kabul edildim.

Sonra babanızla aranız düzeldi mi?

Babam birkaç yıl içinde döneceğimi umut ediyordu. Bir türlü inanmak istemiyordu. Sanatçıların mutsuz olacağına dair inancı vardı. Benim de mutsuz olup acı çekmemi istemedi ve en başından bu işe mani olayım dedi, ama olmadı.

Peki, siz mutsuz oldunuz mu?

Hangi işi yaparsanız yapın mutluluğun yanı sıra mutsuzluk da olacaktır. Benim cennetim de cehennemim de sahne üzerinde oldu.

Verdiğiniz karardan memnunsunuz yani…

Kendime en yakışan yerin sahne olduğunu düşünüyorum. İnsanın kendini arındırabileceği, mutlu kılabileceği yerler olmalı ve ben de sahnede mutluyum. Tiyatro, ruhu çok besleyen bir tedavi şekli. Kısa bir süre de olsa kendi hayatınızdan soyutlanıp başka bir hayatı oynuyorsunuz. İnsan yaşı ilerleyip hayat tecrübesi edindikçe sahne üzerindeki arınma halini daha çok anlıyor.

KENDİMİZLE YÜZLEŞMELİYİZ


Oyuncu olmak şart değil ama herkesin biraz kendini tanıması ve keşfetmesi için drama çalışmalarına katılması gerek değil mi?

Kendimizle yüzleşmeye ihtiyacımız var. Kendimize uyguladığımız tabular ve itiraf edemediğimiz şeyler var. Yüzleşemezsek hiç kimseye faydamız dokunmaz. Tiyatrocu olsun olmasın drama çalışmak gerçekten herkesin çok işine yarayan bir şey.

Özellikle sosyal fobiyi yenmek için etkili bir çalışma ama bir söyleşinizde “ödül alacağım zaman en korktuğum şey konuşmaktır” demişsiniz…

Kesinlikle, çok fena! İşin kötüsü hiçbirinden de ders almıyorum. Bir kere olsa kem küm edersin ama maşallah ödüller de geliyor. Her seferinde de acemilik çekilir mi?

Siz de kürsüye çıkınca ‘ödül almış bir sanatçı rolünü’ oynasanız…

O zaman çok rahat oynarım. Ama Sumru olarak ödüllendirilmiş olmanın verdiği heyecanla cevap veremiyorum. Yoksa farklı karakterlerde oynayarak cevap verebilirim. Bu hakikaten bir problem.

Anneler her zaman için evin iyi polisi şeklinde daha fedakar ve daha işbirlikçiler… Ama aynı zamanda anne-kız ilişkisi nefret-aşk ilişkisini de barındırır sizin için annenizin önemi neydi?

Annemle sadece aşk ilişkim oldu. Çünkü ne olabileceğimi görüp ne yapmak istediğimi bilen kılavuz gibiydi. Hayal dünyamı çok geliştirdi. Onun anlattığı masallardaki kraliçeler ve Sindirella olmak isterdim. O kadar güzel anlatırdı ki…

Büyürken annenizin kızı mıydınız yoksa babanızın mı?

İlkokula başlayana kadar babamla evlenmeyi düşünürdüm. Mezun olduktan sonra benimle birlikte aynı projeye heyecanlanan ve endişe duyan bir babaydı. Hatta bazı çalkantılar yaşadığım zaman da hep beni motive etti. Hâlâ da öyle. Sahneye çıktığım ilk andan itibaren gurur duydu. O travmayı öğrencilik döneminde atlattım.

‘Sevgili Dünürüm’de canlandırdığınız karakteri seviyor musunuz?

‘Yabancı Damat’taki Feride’den çok farklı birini oynuyorum ve seviyorum. Feride çok sevilip kadınların idolü haline gelmişti. Her zaman oynadığınız rol o kadar yüksekte olmayabilir ve bu dizideki kadın da çok sevilmeyebilir. Çünkü didaktik ve sürekli ders veren biri.

Sumru Yavrucuk nasıl biridir desem… Sevdikleri, sevmedikleri, vazgeçemediği huyu…

Çok çabuk öfkelenebilirim ve en son söyleyeceğim sözü ilk başta söylerim. Diplomasi yapamam. Fazla tez canlıyımdır. Saplantılı bir şekilde çevreciyim. Mesela suyu gereksiz yere kullananları dövebilirim ve en büyük kavgaları da lavaboda el yıkanırken boşa giden sular için veriyorum. Çevreye karşı duyarlı olmayan ya da hayvanlara şiddet uygulayanlara ben de çekinmeden şiddet uygulayabilirim.

Türbanla uyutulmaya çalışıyoruz galiba

Tek kişilik oyununuz ‘Yalnız Kadın’ın ana fikri nedir?

Kadının ana fikri aynı, hiç değişmiyor. Şiddet görüp sindiriliyor ve hep acı çeken taraf oluyorlar. Genelde bir aşk ilişkisinde bir katil varsa o da bir erkek oluyor. Bu tür sorunları mizahi yolla güldürerek anlatan bir oyun. Seyirciler ağlanacak halimize gülüyor.
Geçmişe dönüp bakarsak, kadınlar kendilerini aştı mı?Aştılar mı bilemiyorum. Kanunlarda yeni değişiklikler oluyor. Engellilerle aynı statüde mi oluyor? Korunmaya muhtaç madde kapsamına mı giriyor? O zaman nasıl bir başarıdan söz edebiliriz ki? Siz kadının daha doğar doğmaz korunmaya muhtaç addederseniz o bir süre sonra korunmaya muhtaç hale gelecektir.

Türban konusunda ne söylemek istersiniz?

Benim namusumu yarım metreyle bir metre arasındaki bez parçasının belirleyemeyeceğini tabii ki biliyorum. Kapımızın önüne dayanmış ekonomik kriz, işsizlik, eğitim ve sağlık problemi varken türban konusuyla sadece uyutulmaya çalışıyoruz galiba.