Oyuncu olarak ilk kez Ekmek Teknesi dizisiyle karşımıza çıkan Hasan Kaçan yeni sezonda ‘Fesupanallah’ adlı dizinin hem senaryosunu yazıyor hem de Pamuk Hüseyin adında sevimli bir komiseri canlandırıyor. Bakalım bu yeni karakteriyle Heredot Cevdet gibi gönüllere taht kuracak mı?
Yeni dizinizden söz eder misiniz?
Fesuphanallah, matrak bir mahalle dizisi. Belki de duygusal komedi diyebileceğimiz bir kategoriye giriyor. Garibanlıktan yırtmaya çalışan iki adamın hikayesini anlatıyoruz. Biri Gülüm Arif (Cem Davran) diğeri Doktor Tırtıl Nemci (Kadir Çöpdemir). Bunlar garibanlıktan yırtmaya çalışırken kendilerine hedef olarak çok zengin bir kadını seçiyorlar. Killing Timur (Erdal Tosun) ve çetesi var bir de. Dolayısıyla kadının servetinin peşinde bir taraftan bunlar da var. Bu arada hiç ummadıkları bir şey olur her gün gördükleri Jaguar Yasemin karakteri de büyük bir sürpriz arz edecek şekilde ortaya çıkar, bu rolü de Özlem Tekin oynayacak. Ayrıca, benim oynadığım Pamuk Hüseyin adında başarılı bir komiser var. Bu komiser, Killing Timur ve çetesinin peşindedir yıllardır. Birdenbire bizimkiler bu üç cereyanın ortasında kalır ve işler çetrefilli bir hal alır. Pamuk Hüseyin bizimkilerin oturduğu evin üst katına taşınınca işler arap saçına döner. Kötü adamlar ve kaçma kovalama olan hem heyecanlı hem matrak bir hikaye. Projeyi ben şekillendirdim. Senaryo grubunda Behiç Pek, Ozan Aksungur, Ali Demirel var. Ayrıca Raci Şaşmaz, Bahadır Özdener ve Cüneyt Aysan. Son olarak birlikte cila atıyoruz senaryoya. Ortaya kahkahası bol matrak bir hikaye çıkıyor. Dizide Ayşen Gruda, Ahmet Yenilmez, Şebnem Özinal, Şafak Sezer gibi oyuncular da bulunuyor.
İlk olarak ekmek Teknesiyle oyuncu oldunuz, sanırım tesadüf eseri çıkmıştı. Geçmişte oyunculuk hayali var mıydı?
Çocukken vardı belki ama aklımın ucundan geçen bir şey değildi. Ama hayat tesadüflerle dolu, demek nasipte varmış.
Oyunculuk eğitimi alıyor musunuz?
Sahnelerde çok sıkıştığım zaman cast sorumlumuz oyuncu Erdem Ergüney’le çalışıyorum. Öteki işlerle uğraşmaktan oyunculuk dersine zaman yok. Şahane bir oyuncuyum ya da büyük bir oyuncu olacağım diye iddiam yok. Kendimiz yazıp kendimiz çizdiğimiz için de işlenen karakterlerin nasıl olduğunu, nerede ne tepki vereceğini biliyoruz bu büyük bir avantaj zaten.
Oyunculuk ve senaristlik dışında bir şey var mı karikatür ne oldu?
Zaman zaman çiziyorum. Pana filmin internet sitesinde çiziyorum, profesyonel anlamda değil de bir zevk olarak sürdürüyorum.
Diziye karikatür karelerinden görüntüler koymayı düşündünüz mü?
Pek inandırıcı ve etkili olmuyor. Mesela Latif Demircinin çizgilerini çok kullandılar dizilerde. Böyle bir şeyin pazarı yok ve çok masraflı bir iş. Çizgi film Türkiye’de çok tercih edilen bir şey olur ancak o zaman kalemi yeniden profesyonel anlamda elimize alırız.
Sizin takipçisi olduğunuz bir dizi var mı?
Şu anda yok ama geçmişte Bir Demet Tiyatro’nun çok ciddi takipçisiydim. Atilla Atalay’ın yazdığı ‘Sıdıka’yı, ‘İkinci Bahar’ı çok seviyordum. Şimdi Kurtlar Vadisi’ni çok beğeniyorum. Sinema filmi olarak gerçekten ‘Son Osmanlı Yandım Ali’yi beğenerek izledim. Son döneme ait bir isim veremeyeceğim, benim eve gittiğim saatlerde çok eski diziler oynuyor. 24 ve Lost dizisinin DVDlerini alıp izliyorum. Yeni başlayan dizilerin ilk bölümlerine bakıyorum neler yapılmış diye ama yoğun çalışmaktan sürekli izleyemiyorum.
Sizi kimler güldürür?
Herkesin güldüğüne biz de gülüyoruz. Cem Yılmaz’ın yaptığı her espriye, Behiç Pek’in yazmış olduğu her satıra kahkahalarla gülerim. Ata Demirer’in oyunculuğunu da beğeniyorum ona da çok gülerim. Kadir Çöpdemir keza öyle.
İlkokulda ders çalışmayıp sürekli bir şeyler mi çizerdiniz? Nasıl başladı çizme serüveni?
Okuldayken hem çalışkandım hem de karikatür çiziyordum. Daha doğrusu yaptıklarımın karikatür olduğunu bilmiyordum. Daha sonra çizdiklerimi toplayıp Malkoçoğlu’nu çizen Ayhan Başoğlu’na götürdüm. O da yaptıklarıma bakıp “Evladım bunlar karikatüre benziyor, sen bunları Oğuz Aral’a götür” dedi. O zamanlar biraz gözüm karaymış demek Oğuz Aral’ın kapısını çalıp “Ben bunları yapıyorum” dedim. Sağ olsun Oğuz Aral ilgilendi benimle. O günden sonra bir ucundan yakıp diğer ucuna kadar yandı geldi.
Önceleri isminizle tanınıyorken artık cisminizle de tanınıyorsunuz. Ünlü olmak nasıl bir duygu sizin için?
Karikatürist olarak tanındığımda çocuk yaşlarda olduğum için çok farkına varamıyordum. Akademide okurken rektörün odasında çizdiğim karikatür asılıydı. Rektör, Hasan Kaçan’ın ben olduğunu bilmiyordu ve öğrenince çok şaşırmıştı çünkü beni yaşlı biri sanıyormuş. Suratımız tanınmadığı için böyle enteresan durumlar oluyordu. Sonra yüzüm de tanınmaya başladı. Bunun tatlı tarafları da var zor tarafları da. İnsanlar tarafından sevilmek güzel. Bir hayran olunanlar bir de sevilenler kategorisi var. Ben sevilenler kategorisinde olduğumu düşünüyorum. Çünkü hayran olunacak bir görüntümüz yok, saçımız başımız ağarmış neticede Pamuk Hüseyin rolünü oynayan bir adam olmuşuz.
Siyasete girmeyi düşündünüz mü ya da size böyle bir teklif geldi mi?
Siyasete girmeyi düşünmedim. Tam tersine komple çıkmayı düşünüyorum. (Kahkahalar)
Dizinizin adı “Fesup(h)anallah” burada bir kelime oyunu var mı?
Var. Çünkü bu Erkin Koray’ın ‘arkası gelmez dertlerimin bıktım illallah’ şarkısının son kelimesidir. Bizim hikayemizdeki kahramanlarımız ‘arkası gelmez dertlerimin bıktım illallah’ bize de bir gün kader güler güler inşallah’ diyor çünkü kahramanlarımız yırtmaya çalışıyor bu hayatta. ‘Böyle gelmiş böyle gidecek korkarım vallah’ diyor. Sonra ‘böyle gelmiş böyle gitmez’ diyerek bu hayattan yırtmak istiyorlar en sonunda ise ‘yok mu çaresi dostlar ‘fesuphanallah’ dedikleri anda da maceramız başlamış oluyor.
Aslında benim demek istediğim kelimenin içindeki Pana ve Allah ayrıntısıydı. Ya da paranoyasıydı desem…
Fesupanallaaahh…Bir zamanlar da Camel sigarasını tersine çevirirsen bilmem ne görürsün gibi bir şey vardı, bu da ona benzedi. Böyle bir şey düşünmek için biraz rahatsız olmak lazım değil mi sence?
Bilmiyorummm…
Şaka bir yana “Dur ben bir isim bulayım, içinde Pana da olsun Allah da olsun” diye düşünecek kadar manyak bir adam imajı mı çiziyorum sence? Ablacım, bu sadece bir şarkı. (Kahkahalar) Kafaya çok takarsan her şeyden bir mana çıkarırsın. Aslında Pana’yı da tersten okursan Anap oluyor, hadi gel çık işin içinden. Böyle düşününce iyice kafayı yer insan değil mi? (Kahkalar…)
“Siz de bunu anı olarak anlatırsınız ‘Gazeteciyim diye biri geldi, bana bunları sordu meğer kendi paranoyakmış’ dersiniz. Kahkahalar…
Neyse gerçeğe dönelim. Bir söyleşinizde Dolapdere’de oturduğum için solcu oldum demişsiniz?
İnsan kendisi seçmiyor bunu. Gençlik dönemindeki görüşler oturduğu semte göre şekilleniyor demiştim. Eğer oturduğum mahalle sağcı bir mahalle olsaydı arkadaşlarım ve görüşlerim ona göre şekillenecekti. Benim oturduğum mahalle futboldan hoşlanan insanlarla dolu olsaydı ben de futboldan hoşlanan biri olacaktım ki öyleydi. Yetişme çağında birisi çevresinden etkilenir. Kavgacı insanlar varsa kavgacı olursun neşeli insanlar varsa neşeli olursun. Üzüm üzüme baka baka kararır, bu işin tabiatı. Küçük bir çocuğun bir sürü sosyolojik kitaplar filan okuyup inceleyip bir görüş sahibi olması mümkün mü? Herkes çevresiyle birlikte şekilleniyor. Hadise bu…
Medya ahlakı üzerine ne söylemek istersiniz?
Hiçbir şey söyleyemem. Ben bidon kafalı bir adamım, anlamam böyle işlerden. (Kahkahalar… )
Başınıza medyadan hoş olmayan sürprizler gelmiş sanırım…
Bu şahsi bir şey değil. Ne olacak ki? Ben de gazetecilik yaptım, çocukluğum dan beri medyanın içindeyim. Şunu da biliyorum ki, yazıyı yazan o yazıyı en ilginç şekilde insanlara ulaştırmak ister. En çarpıcı başlığı atmak ister. O sırada önemli olan röportaj yapılan kişi değil röportajın ta kendisidir. O maldır. O malı en iyi şekilde parlatmak zorundasındır. Konuştuğun adam da gümbürtüye gidiyorsa da gitsin yani. Mesela bu söyleşide olduğu gibi. ( Kahkahalar.)
Yaaa…
İşin şekli bu. Belki şimdi değişmiştir ben yokken. Benim zamanımda öyleydi. Değişmedi mi?
Siz de öyle mi yazıyordunuz?
Yoo, ben çiziyordum sadece.
Yeni Şafak’ta yazıyordunuz?
Yeni Şafak’ta yazdığım yazılar matrak yazılardı. Gündelik hadiseleri matrak bir şekilde yazıyordum. Sonra tamamen yazıyı bırakıp sadece karikatür çizdim. Sen de ahret soruları sordun be ablacım.
Ahret demişken aklıma geldi… “Herkes bir gün ölümü tadacaktır” deniyor. Ölüm hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bilmem ki henüz tatmadım… Belki de adamına göre tatlı veya tuzlu oluyordur. Ölmedim ki daha önce. Sen öldün mü? (Kahkahalar)
2 Eylül 2007 Pazar
‘SARAYBOSNA’NIN KALBİ’ BU KEZ ‘TAKVA’ İÇİN ÇARPTI
Doğu Avrupa'nın en önemli film festivallerinden biri olan Saraybosna Film Festivali'ne bu yıl Türk Sineması damgasını vurdu. 17-25 Ağustos tarihleri arasında gerçekleştirilen festivalde, ‘Saraybosna'nın Kalbi’ adlı büyük ödül, Özer Kızıltan'ın ödüle doymayan filmi ‘Takva’ya verildi.
Bol ödüllü bir film Takva. Hemen her katıldığı festivalden bir ödülle dönüyor. Hal böyle olunca biz de bu çok ödüllü filmin yönetmeni Özer Kızıltan ile bir söyleşi yaptık.
Takva filminin hikayesi nasıl oluştu?
Yaklaşık beş yıl önce bir televizyon kanalına beş tane film yapmak istedik. Anlaşır gibi olduk ama sonra olmadı. Takva düşündüğümüz beş hikayeden biriydi. Senaryonun yazılması, prodüksiyonu ve paranın denkleştirilmesiyle 2005 yılının sonu buldu. Önceden ortaya çıkmış bir projeydi.
Senarist Önder Çakar “Babamı anlamak için yazdım” demiş. Sanki hikaye babayı anlamaktan çok babaya bir şeyleri anlatmak istermiş gibi geldi. Ne olursak olalım, dil, din gözetmeksizin Muharrem karakterinin de dediği gibi ‘Şeytan belki de biziz’ ne dersiniz?
Onu bilmiyorum. Önder’e sormak lazım. Cevap vermem doğru olmaz. Evet babasının hikayesinden yola çıkarak oluşturdu ama sonra daha farklılaşan bir hikaye oldu. İçinde yaşadığımız dünyayı, coğrafyayı açıklayan buna parmak basan bir hikaye. Herkes yazarken elbette bir şeylerden yola çıkıyor. Önder de babasından yola çıktı ama hikaye dönüştü belki de filmin içinde benim de babaannem var. Aslında filmde hepimiz, bizzat kendimiz varız. Birebir hayat hikayesi değil anlattığımız.
Takva için İslam-i kesimden olumlu ya da olumsuz bir tepki aldınız mı?
Her kesimden tepki aldık. Ayırt etmiyorum. Seven de oldu, sevmeyen de. Külliyen sevmek yada reddetmek olmadı. Zaten istediğimizde buydu açıkçası. Her kesimden tepki aldığımıza göre meseleye doğru yaklaştığımızı düşünüyorum.
Takva’nın başarısının sırrı nedir?
Keşke bunu bana sormasanız. Kendi hikayemizden yola çıkıp evrensel bir hikaye anlamaya çalıştık ve bunda da çok titizlendik. Sanıyorum bu titizlik perdeye yansıdı o da bize başarı ya da ödül olarak geri döndü.
Takva’nın bu kadar başarılı olacağını tahmin ediyor muydunuz? Yoksa şaşırdınız mı?
Şaşırmadım. Tahmin ediyordum. Seyirci sayısını ve yurt dışı tepkilerini bekliyordum. Beklenti olarak değil ama bir hedef kitleniz var, bir şeyler anlatmak istiyorsunuz, oraya da nasıl ulaşacağınızı aşağı yukarı tahmin etmeniz lazım ben de onu tahmin ettiğimi düşünüyorum. Tahminim altı olmadı ama biraz üstü oldu ve şaşırtıcı gelmedi bana.
Aldığınız ödüller için de en önemlisi ya da hayalimiz buydu dediğiniz var mı?
Yok tabii. Takdir edilmek hoş bir şey. Mesela isminden dolayı (Saraybosna’nın Kalbi) Saraybosna’da aldığımız ödül bir sempati oluşturdu ben de.
Fatih Akın’ın yapımcılığı nasıl gündeme geldi?
Fatih’le yeni sinemacılar olarak hemen her projede en azından fikir alışverişi dahil birçok konuda ilişkimiz var. Senaryo bitince Önder Fatih’e gösterdi ve filmin bir yerinden o da tutmak istedi. Gerçekten çok ciddi bir şekilde maliyete katkıda bulunup yapımcı oldu.
Projelerinizin çoğunda Erkan Can’ın olması bilinçli bir seçim mi?
Tabi ki. Zaten hikaye oluştuğunda Erkan Can’ın oynayacağı belliydi. Erkan Can müthiş bir oyuncu ve her projemizde birlikte çalışmak çok büyük bir keyif. Hepsinde olsun istiyoruz. Kimi zaman başrol olur kimi zaman bir garson olur arkadan geçer. Erkan Can da böyle düşünüyor zaten. Onunla çalışmak büyük bir şans.
Bir filmin yönetmeni senaryosunu da kendi yazmalıdır düşüncesine ne diyorsunuz?
Tabii, doğru bir düşünce. Hayır denecek bir durum yok. Ama herhangi bir senaryoyu alıp çekmeye başladığınız zaman bir daha yazmış oluyorsunuz zaten. Kendiniz onu içselleştirmiş oluyorsunuz. Zaten onu yapamazsanız filminiz başarılı olmaz.
Peki başarılı bir film, yönetmenin midir?
Ekibindir. Sonuçta yaptığımız bireysel bir sanat. Senarist, müzisyen ya da oyuncu için de geçerli bu. Sette herkes yalnızdır aslında. Herkesin bireysel yaratıcılığını yansıtabilmesi gerekiyor.
Sizin diğer yönetmenlerden farkınız nedir?
Herkes kendi anlayışıyla sinema yapar. Aslında fark olup olmadığını düşünmedim bile. Farklı olayım diye uğraştığımı söyleyemem, bir hikaye var ve ben de anlatıyorum.
Nasıl bir yönetmensiniz? Sinirli, uyumlu?
Onu ben cevaplamayayım.
Sizlerle çalışmak isteyen çok genç vardır. Yeni sinemacılar olarak dışarıya kapalı mısınız?
Evet, çalışmak isteyen çok oluyor. Kimseye kapalı değiliz hele ki gençlere her zaman açığız. Biz ekip olarak proje zamanı hep beraber yaşıyoruz öyle olunca da kapalılık söz konusu değil zaten. İnsanlar içinde oluyor ya da olmuyor. Herkese açığız, sadece projeye inanmak gerekiyor.
Sette çalışmak için okullu mu yoksa alaylı mı olmak avantajlı?
Sette çalışmak için her şeyden önce işi sevmek gerekiyor. Eğitim de önemli. Ben sinema-televizyon mezunuyum ama hocalarımın çoğu Yeşilçam’dan gelmeydi. Atıf Yılmaz, Lütfi Akad… İşin entelektüeli olmakla beraber işin mutfağından gelen bu büyük ustalara ben de çıraklık yaptım. Biri diğerine tercih edilir gibi bir şey değil bence.
Bir söyleşinizde “Sanatın kendisi yalan, meslektaşlarımdan da nefret ediyorum, yalancı ve alçaklar” demişsiniz. Hiç tepki almadınız mı?
Almadım ama bu konuya çok girmek istemiyorum. Tepki almaya da niyetim yok.
‘Yaptığımız işler yalan çünkü kurmaca yapıyoruz, hayalimizi perdeye yansıtıyoruz’ anlamında mı söylediniz? Merak ettim.
Bu konuya çok girmezsek sevinirim. Kendimden biliyorum. Kahkahalar…
İnanmadığım ve içime sinmeyen bir projeyi yapmam diyorsunuz. Çok para verseler de mi yapmazsınız?
Yapmam.
Peki İslam-i kesimden bir teklif gelse?
Valla benzeri bir şey çektim aslında. Müslüman cemaatlerde önemsenen ve sevilen biri olan Mustafa Kutlu’nun, ‘Mavi Kuş’ adlı hikayesini TRT için çektim. Almam gerekenin dörtte biri kadar bir paraya çalıştım ama çok keyifle yaptığım bir iş oldu. Hikaye ve senaryo yani anlattığı şey önemli.
Sormadan edemeyeceğim. Serdar Akar’la yollarınızın ayrılması görüş farklılığı oldu ise siz de sağ kesimden Mustafa Kutlu’nun hikayesini çektim dediniz…
Ben bunlara hiç girmek istemiyorum. Zaten haddime düşmez. Açıkçası beni çok ilgilendirmiyor bu konular. Yol ayrılığı oldu belki ama sebebi nedir, ne değildir bu konuya girmek istemiyorum. Bilmek de istemiyorum. Aslında bunun çok konuşulmasını istemiyorum. Serdar da istemiyor.
Neyse konuyu değiştirelim. Nur Yoldaş’ı çok severmişsiniz galiba…
Çok severim, daha doğrusu Ergüder Yoldaş’ı severim.
Başka var mı çok sevdiğiniz?
Çok müzisyen var aslında. Var tabii canım. Çok var.
Peki sevdiğiniz oyuncu ya da yönetmen?
Valla konum olarak böyle bir şey söylemek istemem.
Siz de bir şey söylemek istemiyorsunuz…
Ben biraz öyleyim zor konuşurum. Pozisyon olarak isim vermem doğru olmaz. Oyuncu sahneye geldiği zaman benim için dünyanın en iyi oyuncusudur.
Oyuncu olan oyuncular la mı çalışmayı tercih ediyorsunuz?
Yok. Fark etmez. Tabii bazen tercih sebebi olabilir ama kimi zaman da tersi daha iyi sonuçlar verebilir. Tiyatroda belki çok sırıtır ama sinemada çok fazla örneği var.
Yeni Sinemacılar olarak yeni proje var mı?
Birkaç tane var. Şu anda yazım aşamasında ama hangisi önce hayata geçer bilmiyorum. Görev dağılımının nasıl olacağı da belli değil.
Bol ödüllü bir film Takva. Hemen her katıldığı festivalden bir ödülle dönüyor. Hal böyle olunca biz de bu çok ödüllü filmin yönetmeni Özer Kızıltan ile bir söyleşi yaptık.
Takva filminin hikayesi nasıl oluştu?
Yaklaşık beş yıl önce bir televizyon kanalına beş tane film yapmak istedik. Anlaşır gibi olduk ama sonra olmadı. Takva düşündüğümüz beş hikayeden biriydi. Senaryonun yazılması, prodüksiyonu ve paranın denkleştirilmesiyle 2005 yılının sonu buldu. Önceden ortaya çıkmış bir projeydi.
Senarist Önder Çakar “Babamı anlamak için yazdım” demiş. Sanki hikaye babayı anlamaktan çok babaya bir şeyleri anlatmak istermiş gibi geldi. Ne olursak olalım, dil, din gözetmeksizin Muharrem karakterinin de dediği gibi ‘Şeytan belki de biziz’ ne dersiniz?
Onu bilmiyorum. Önder’e sormak lazım. Cevap vermem doğru olmaz. Evet babasının hikayesinden yola çıkarak oluşturdu ama sonra daha farklılaşan bir hikaye oldu. İçinde yaşadığımız dünyayı, coğrafyayı açıklayan buna parmak basan bir hikaye. Herkes yazarken elbette bir şeylerden yola çıkıyor. Önder de babasından yola çıktı ama hikaye dönüştü belki de filmin içinde benim de babaannem var. Aslında filmde hepimiz, bizzat kendimiz varız. Birebir hayat hikayesi değil anlattığımız.
Takva için İslam-i kesimden olumlu ya da olumsuz bir tepki aldınız mı?
Her kesimden tepki aldık. Ayırt etmiyorum. Seven de oldu, sevmeyen de. Külliyen sevmek yada reddetmek olmadı. Zaten istediğimizde buydu açıkçası. Her kesimden tepki aldığımıza göre meseleye doğru yaklaştığımızı düşünüyorum.
Takva’nın başarısının sırrı nedir?
Keşke bunu bana sormasanız. Kendi hikayemizden yola çıkıp evrensel bir hikaye anlamaya çalıştık ve bunda da çok titizlendik. Sanıyorum bu titizlik perdeye yansıdı o da bize başarı ya da ödül olarak geri döndü.
Takva’nın bu kadar başarılı olacağını tahmin ediyor muydunuz? Yoksa şaşırdınız mı?
Şaşırmadım. Tahmin ediyordum. Seyirci sayısını ve yurt dışı tepkilerini bekliyordum. Beklenti olarak değil ama bir hedef kitleniz var, bir şeyler anlatmak istiyorsunuz, oraya da nasıl ulaşacağınızı aşağı yukarı tahmin etmeniz lazım ben de onu tahmin ettiğimi düşünüyorum. Tahminim altı olmadı ama biraz üstü oldu ve şaşırtıcı gelmedi bana.
Aldığınız ödüller için de en önemlisi ya da hayalimiz buydu dediğiniz var mı?
Yok tabii. Takdir edilmek hoş bir şey. Mesela isminden dolayı (Saraybosna’nın Kalbi) Saraybosna’da aldığımız ödül bir sempati oluşturdu ben de.
Fatih Akın’ın yapımcılığı nasıl gündeme geldi?
Fatih’le yeni sinemacılar olarak hemen her projede en azından fikir alışverişi dahil birçok konuda ilişkimiz var. Senaryo bitince Önder Fatih’e gösterdi ve filmin bir yerinden o da tutmak istedi. Gerçekten çok ciddi bir şekilde maliyete katkıda bulunup yapımcı oldu.
Projelerinizin çoğunda Erkan Can’ın olması bilinçli bir seçim mi?
Tabi ki. Zaten hikaye oluştuğunda Erkan Can’ın oynayacağı belliydi. Erkan Can müthiş bir oyuncu ve her projemizde birlikte çalışmak çok büyük bir keyif. Hepsinde olsun istiyoruz. Kimi zaman başrol olur kimi zaman bir garson olur arkadan geçer. Erkan Can da böyle düşünüyor zaten. Onunla çalışmak büyük bir şans.
Bir filmin yönetmeni senaryosunu da kendi yazmalıdır düşüncesine ne diyorsunuz?
Tabii, doğru bir düşünce. Hayır denecek bir durum yok. Ama herhangi bir senaryoyu alıp çekmeye başladığınız zaman bir daha yazmış oluyorsunuz zaten. Kendiniz onu içselleştirmiş oluyorsunuz. Zaten onu yapamazsanız filminiz başarılı olmaz.
Peki başarılı bir film, yönetmenin midir?
Ekibindir. Sonuçta yaptığımız bireysel bir sanat. Senarist, müzisyen ya da oyuncu için de geçerli bu. Sette herkes yalnızdır aslında. Herkesin bireysel yaratıcılığını yansıtabilmesi gerekiyor.
Sizin diğer yönetmenlerden farkınız nedir?
Herkes kendi anlayışıyla sinema yapar. Aslında fark olup olmadığını düşünmedim bile. Farklı olayım diye uğraştığımı söyleyemem, bir hikaye var ve ben de anlatıyorum.
Nasıl bir yönetmensiniz? Sinirli, uyumlu?
Onu ben cevaplamayayım.
Sizlerle çalışmak isteyen çok genç vardır. Yeni sinemacılar olarak dışarıya kapalı mısınız?
Evet, çalışmak isteyen çok oluyor. Kimseye kapalı değiliz hele ki gençlere her zaman açığız. Biz ekip olarak proje zamanı hep beraber yaşıyoruz öyle olunca da kapalılık söz konusu değil zaten. İnsanlar içinde oluyor ya da olmuyor. Herkese açığız, sadece projeye inanmak gerekiyor.
Sette çalışmak için okullu mu yoksa alaylı mı olmak avantajlı?
Sette çalışmak için her şeyden önce işi sevmek gerekiyor. Eğitim de önemli. Ben sinema-televizyon mezunuyum ama hocalarımın çoğu Yeşilçam’dan gelmeydi. Atıf Yılmaz, Lütfi Akad… İşin entelektüeli olmakla beraber işin mutfağından gelen bu büyük ustalara ben de çıraklık yaptım. Biri diğerine tercih edilir gibi bir şey değil bence.
Bir söyleşinizde “Sanatın kendisi yalan, meslektaşlarımdan da nefret ediyorum, yalancı ve alçaklar” demişsiniz. Hiç tepki almadınız mı?
Almadım ama bu konuya çok girmek istemiyorum. Tepki almaya da niyetim yok.
‘Yaptığımız işler yalan çünkü kurmaca yapıyoruz, hayalimizi perdeye yansıtıyoruz’ anlamında mı söylediniz? Merak ettim.
Bu konuya çok girmezsek sevinirim. Kendimden biliyorum. Kahkahalar…
İnanmadığım ve içime sinmeyen bir projeyi yapmam diyorsunuz. Çok para verseler de mi yapmazsınız?
Yapmam.
Peki İslam-i kesimden bir teklif gelse?
Valla benzeri bir şey çektim aslında. Müslüman cemaatlerde önemsenen ve sevilen biri olan Mustafa Kutlu’nun, ‘Mavi Kuş’ adlı hikayesini TRT için çektim. Almam gerekenin dörtte biri kadar bir paraya çalıştım ama çok keyifle yaptığım bir iş oldu. Hikaye ve senaryo yani anlattığı şey önemli.
Sormadan edemeyeceğim. Serdar Akar’la yollarınızın ayrılması görüş farklılığı oldu ise siz de sağ kesimden Mustafa Kutlu’nun hikayesini çektim dediniz…
Ben bunlara hiç girmek istemiyorum. Zaten haddime düşmez. Açıkçası beni çok ilgilendirmiyor bu konular. Yol ayrılığı oldu belki ama sebebi nedir, ne değildir bu konuya girmek istemiyorum. Bilmek de istemiyorum. Aslında bunun çok konuşulmasını istemiyorum. Serdar da istemiyor.
Neyse konuyu değiştirelim. Nur Yoldaş’ı çok severmişsiniz galiba…
Çok severim, daha doğrusu Ergüder Yoldaş’ı severim.
Başka var mı çok sevdiğiniz?
Çok müzisyen var aslında. Var tabii canım. Çok var.
Peki sevdiğiniz oyuncu ya da yönetmen?
Valla konum olarak böyle bir şey söylemek istemem.
Siz de bir şey söylemek istemiyorsunuz…
Ben biraz öyleyim zor konuşurum. Pozisyon olarak isim vermem doğru olmaz. Oyuncu sahneye geldiği zaman benim için dünyanın en iyi oyuncusudur.
Oyuncu olan oyuncular la mı çalışmayı tercih ediyorsunuz?
Yok. Fark etmez. Tabii bazen tercih sebebi olabilir ama kimi zaman da tersi daha iyi sonuçlar verebilir. Tiyatroda belki çok sırıtır ama sinemada çok fazla örneği var.
Yeni Sinemacılar olarak yeni proje var mı?
Birkaç tane var. Şu anda yazım aşamasında ama hangisi önce hayata geçer bilmiyorum. Görev dağılımının nasıl olacağı da belli değil.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)